MEHMED GÖRMEZ’İN GÖRMEDİKLERİ-GÖREMEDİKLERİ!... (3) 

EZBERE KONUŞMA-1 – 10.08.2018 – 10:20

Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Başdanışmanlık ve Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı yapan Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu’nun 2007’de yayınlanan “Türkiye'nin Demokratik Gelişimi ve Avrupa Birliği” isimli kitabından:

- 19. yüzyılın ilk çeyreğinde ABCEM (American Board of Commissioners for Foreign Missions), Anadolu’ya ayak bastı, özellikle gayrimüslimlerle ilgilendiler. Onları, Türklerden kurtarmak istiyorlardı. Bu nedenle Robert College, ABD lehine istihbarat sağlamasını da amaçlayarak, 1863’te kuruldu.

BEYEFENDİ. Yorumunuzda ifade ettiğiniz hususlar, bizler için ma’lûm’un ilâmı mahiyetindedir. Ehl-i Salîb’in, Müslüman, husûsiyle ehl-i Sünnet Türk-Müslümanları üzerindeki oyunları, hile ve desîse’leri asırlardır devam etmektedir. Pek tabi’i olarak, Osmanlı’da, 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilânı ile daha da cesâretlenmişler, bu tarihten sonra Yurdumuzda açılan kolejler ve Batı menşei’li her tür çalışmalar birer istihbarat, birer misyonerlik hareketiydi. 

20.Asr’ın başlarından i’tibâren, Memleketimizin muhtelif şehirlerinde hususiyle, Konya, Kayseri gibi nispeten, Muhafazakâr şehirlerinde açılan Amerikan Kolej’leri, Dünya Kiliseler Birliğinin mâlî desteğiyle açılmış, talebesi, ise maalesef, Osmanlı dönemi Şeyhulislâm’larının, dersiamların, müderris’lerin, müftü’lerin ve mahal eşrafının çocuklarıydı. Bu kolej’lerin hoca’ları, metropolit ve kardinal seviyesinde papaz’lardan oluşmaktaydı. Bu kolejlerde okuyup me’zun olanlar, belki, tanassur etmediler, (Hıristiyan olmadılar), fakat, her birisi, birer dinsiz ve din düşmanı olarak yetiştiler. 

Ehl-i Salîp, bu faaliyetlerini sadece Anadolu’muzda değil, Devlet-i Aliyye’nin en ehemmiyetli eyâletlerinden, Meşhûr, Câmiatü’L-Ezher’in bulunduğu Mısır’da da, Tanzimat Fermanı ile eşit zamanlı olarak, faaliyet göstermeye başladılar. Câmiatü’L-Ezher’e, masonlar hulûl ettiler ve bu tarihten i’tibâren, Cemaleddin Afgânî’nin Tilmizi, Muhammed Abduh da dâhil olmak üzere, bütün Ezher Şeyh’leri (Bizdeki karşılığı Rektör) hepsi masondur. 

Beyefendi. Dünya Kiliseler Birliği, “Birinci Milenyum’da, tüm Avrupa’yı, İkinci Milenyum’da tüm Afrika kıt’a’sını Hıristiyanlaştırdık. Sıra, Asya Kıt’a’sına geldi. Üçüncü Milenyum’da da, bütün Asya’yı Hıristiyanlaştıracağız,” sloganıyla, bütün faaliyetlerini Önasya’ya, Asya’nın miftahı, Anadolu’ya teksîf etti. Doğrudur, iki binli yıllardan i’tibâren, Anadolu’nun her tarafında misyoner’lerin at oynattıkları bir vâkıa’dır. 

Dünya Kiliseler Birliği’nin, Anadolu’daki misyonerlik faaliyetleri için, her yıl, 12 Milyar Dolar ayırdığı bilinmektedir. Bu yıllar’da, başta İstanbul olmak üzere, ba’zı, Büyük Şehirlerimizde, pıtırak gibi biten apartman katı, bodrum kıta kiliselerinin açıldığı, kapı kapı dolaşılarak, ekonomik bakımında dezavantajlı, gençleri, maddî destekler va’dederek bu kiliselere da’vet ettikleri de bir vâkıa’dır. 

Memnûniyetle ifade edelim ki, bu faaliyetler, çok şükür, hâlâ, varolan, sağlam aile yapısı ve nesillerimizdeki sağlam dinî akîde (Ehl-i Sünnet akidesi) sâyesinde akîm kalmıştır. 

Bu müddet zarfında, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın da âlet edildiği, İlâhiyat Fakültelerince desteklenen, Dinlerarası Diyalog toplantıları, nesillerimiz üzerinde çok daha zararlı olmuştur. “Dinlerarası Diyâlog İhaneti: dinî, psikolojik, Sosyolojik tahlil,” adlı bir kitap yazan, Değer’li Araştırmacı Yazar, Prof. Dr. Yümni Sezen, İstanbul, Marmara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesinden bir öğretim üyesi ile bir-kaç’ı kadın olan ba’zı talebe’nin tanassur ettiğini (Hıristiyanlaştığını) yazmıştır. 

Aile bağları kuvvetli olmayan ehl-i Sünnet akidesi bakımından da zayıf olan gençler, “Biz, Âhirzaman Peygamberi Hazreti Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem’e inanmamış olsak, şer’î hükümleri yerine getirmemiş olsak bile, Hazreti Mûsâ’ya inanarak, “Musevî Müslüman”, Hazreti İsâ’ya inanarak, “İsavî Müslüman,” olarak cennete gireriz gibi, aslında sapıklık ve dalâlet olan bir inanca sahip kılındılar. 

Tanzimat ile başlayan, birinci ve ikinci Meşrûtiyet ve Meclis-i Meb’ûsan ile devam eden ve Devlet-i Aliyye’mizin ınkırazına sebep olan, İttihad ve Terakki Cemiyetinin kuruluşu ve faaliyetleri, bakiyesi ve te’sirleri günümüze kadar ulaşan bütün bu hareketlerin ehl-i Salîp tarafından organize edilmiş olması şüphe götürmez bir hâkîkattir. 

Ne var ki, bu faaliyetlerin hepsinin başarılı olduğunu ifade ederek mübalağa ile anlatarak, Müslümanları ye’se sevk ederiz, düşmanlarımızı daha da cesaretlendiririz. 

Tanzimat Fermanından sonra, Trabzon’da, 40 yılda, bine yakın, yeni Ortodoks Kilisesi yapılmıştır. 

Beyefendi. Trabzon İlimizin hâlen, ilçe, mahalle, mezra ve yaylalarıyla birlikte, toplam nüfusu, son sayımlara göre, 763.714’dür. 26 Ekim 1461’de, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethedildiğinden, bir Rum Pontos şehriydi. Fetih’ten sonraki yıllar’da tıpkı, İstanbul’da olduğu gibi, Konya’dan, Aksaray’dan ve diğer Selçuklu kadîm şehirlerinden bir hayli nüfus buraya intikal ettirilmiş ve iskan edilmişti. Böylece Rum nüfusu oldukça azalmıştı. 

Tanzimat Fermanı’nın ilânından sonraki 40 yıl, 1879-1880’lere tekâbül eder ki, o tarihlerde Trabzon’un nüfusu ne kadardır? 

Tanzimat sonrası, Trabzon’a 1000 kilise çok abartılmış bir rakamdır. 

Doğrudur, Lozan Antlaşmasına göre Fener Rum Patrikhânesi, (Kutsal Meclis’ine) seçilecek Psikopos’ların Türk Vatandaşı olmaları şartı vardır. Nitekim, Türk Vatandaşı Psikopos bulunamadığı ve aday gösterilemediği için muhatapları Türk Makamı, Fener Rum Patrikhânesi’nin bulunduğu İlçe, Fatih Kaymakamlığı bu meclis’in oluşumuna izin vermemiş ve böyle bir meclis hâlen vazife görmüyor. 

Lozan Antlaşmasına göre, mütekâbiliyyet esaslarına göre, nasıl ki, Batı Trakya Müslüman-Türk’lere ekalliyyet (azınlık) hakkı tanındığı gibi, Türkiye’de sadece, Rum, Ermeni ve Yahûdî’lere ekalliyyet (azınlık) hakkı verilmiştir. Bunların dışındaki hiçbir grup ve zümre’ye kesinlikle herhangi bir azınlık hakkı tanınması söz konusu değildir. 

Misyonerlik faaliyetlerinin serbest bırakılması, kaçak yapılan kilise’lerin kanûnî hâle getirilmesi söz konusu değildir. Lozan Antlaşmasındaki mütekabiliyyet esaslarına göre, yeni kilise yapılmasına asla izin verilmez, ancak, harabe’ye dönüşen kiliselerin, azınlık mensuplarının müracaatı halinde restore edilmesine izin verilir. 

FENER RUM PATRİKHÂNESİ’NİN EKÜMENİKLİĞİ’NİN TANINMASI: 

Beyefendi. Fener Rum Patriği’nin Ekümenikliği, asla böyle bir şey yok ya, farazâ, Devletimiz tarafından tanınsa bile, Patriği’n Ekümenik Patrik olması mümkün değildir. Vatikan Mukimi Papa’lar, dünya’daki bütün Katolik Kiliseleri tarafından kabul edildiği için Ekümenik Papa’dırlar. 

Fener Rum Patriği, dünya’da en kalabalık nüfusa sahip Rus Ortodoks kilisesi tarafından Ruhânî Lider olarak kabul edilmiyor. Öte yandan, Selânik Metropolidi ve Bulgar Ortodoks Kilisesi bile, Fener Rum Patriğini, Ruhânî lider olarak kabûl etmiyor.

Hayâl ötesi hayâl ya! Yunanlı’lar, tâ İstanbul’un Fethinden beridir, Önasya’ya, Anadolu’ya dönme hayali kurarlar. Onun için İstanbul’a bir türlü İstanbul demezler de, hâlâ “Kostantıniyye” derler. 

Yunanistan’ın Okullarında “Megali İdea” (Büyük İdeal) Önasya’ya, İstanbul’a, dönüş ideali ile yanıp tutuşurlar. 

Yunanlılar, Fener Rum Patriğini, “Ekümenik Patrik” olarak kabul ederler. Zaman zaman, Patriğin yurtdışı seyâhatlerinde Rum Olimpik Hava Yolları uçak tahsis eder, zaman zaman, Rum-Yunan devlet adamları, gayr-i Resmî olarak, İstanbul’u ziyâretle Rum Patrikhâne’sinde, Pazar Ayini’ne katılıp dönerler. Fakat bu ziyâretler gayr-i Resmî ziyâretler olduğu için, hiçbir Türk Devlet yetkilisi, Fatih Kaymakamı bile, kendilerini karşılayıp-uğurlamazlar. 

Devletimizin, Fener Rum Patriğinin Ekümenikliğini tanıdığı iddiası da aslâ doğru değildir. 

İstanbul-Heybeliada Ruhbân Ouklu’nun açılması, Baba Busch’dan i’tibâren bütün A.B.D. Başkanları, Devletimizin Başı ve Türk Devlet Yetkilileri nezdinde teşebbüs’te bulunmuşlardır. Zaman zaman, tehdide varacak derece de ısrarlı olmuşlardır. Kendilerine, Devletimizin Yüksek Öğrenim Mevzuâtına göre, Y.Ö.K.’e (Yüksek Öğretim Kurumu) bağlı olarak Vakıf statüsünde, Yüksek Öğrenim Kurumu’nun denetimi altında bir Hıristiyan İlâhiyatı Yüksek Okulu’nun açılabileceği, aksine Patriğe-Patrikhâne’ye bağlı, denetim dışı, bir Ruhban Okulu’nun açılışına aslâ izin verilmeyeceği kesin bir dille kendilerine iletildi. 

Milletlerarası nitelikte bir Ruhban Okulu’nun açıldığı iddiası da, doğru değildir...