YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (4/39) 

Mehmed – 02.07.2018, 21:15

Hocam maalesef günümüzde mezhepsizlik eğitim kurumları ve diyanet üzerinde yayın araçları da kullanılarak adeta devlet politikası haline getirilmiştir. Bu işte ülkeyi yönetenlerin sorumluluğunu siz tayin edin. Yöneticilerin icraatları önemlidir, şahsi görüşleri sadece kendilerini bağlar... 

Azîz Kardeşim. Yorumunuz, ma’lûm’un ilâmı mahiyetindedir. Türkiye’de, umumiyetle, din eğitiminin, hususiyetle de, İmam-Hatip okullarında, İlâhiyat Fakülte’lerinde, Diyânet İşleri Başkanlığı Eğitim Merkez’lerinde, ma’lesef, Ellâmezhebiye mihverine oturtulduğu inkâr götürmez bir hâkîkattir. 

Bu köşe’de ve Cum’a Sohbeti Köşemizde bu hususta onlarca yazı yazdığımız da yine inkâr edilemez bir gerçektir. 

TV kanallarında, münazara programlarına katılan, kimi İlâhiyatçı Akademisyenler, açıkça Ellâmezhebiyye’yi müdafaa etmektedirler. 

Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde de muhtelif kademelerde, Ellâmezhebiyye-ehl-i bid’at olduğu da bir vâkıa’dır. 

İlâhiyat çevrelerinde, azınlıkta olmalarına rağmen, seslerinin yüksek çıkması, sessiz ekseriyyetin, hele hele, devleti idare edenlerin de Ellâmezhebiyye ve ehl-i bid’at olduklarının göstergesi değildir. 

Bilinmelidir ki, Karahanlı’lardan i’tibâren, Büyük Selçûkî, Anadolu Selçûkî, Osmanlı Devlet-i Aliyye’miz ve Cumhuriyetimizde, din eğitimi ve dinî hayatımız, ehl-i sünnet Akidesi mihverine oturtulmuştur. Devlet-i Aliyye’mizin resmî Mezhebi, i’tikatta Mâtürîdî, amelde Hanafî idi.
Hâlen de Milletimizin kâhir ekseriyyeti, i’tikatta Mâtürîdî ve Eş’arî, amelde Hanafî-Şâfiî, yâni ehl-i Sünneti benimsemiştir. Kesinlikle, Ellhamezhebiyye’yi, Fırak’ı Dâlle’yi red’eder. 

Ellâmezhebiyye mensupları ve ehl-i bid’at ortalığı boş bulduklarından Ekall-i Kalîl, olmalarına rağmen, sesleri çok çıkıyor. 

Ortalığın boş bırakılmasında, bizim mes’ûliyetimiz yok mudur? Biz kendi kabuğumuza çekilmeyip, ortalığı onlara bırakmasaydık, acabâ yine sesleri bu kadar yüksek çıkar mıydı? 

ERTUĞRUL – 03.07.2018, SAAT 03:46

Hocam, her cemaat muayyen bir cemaate terfî ettikten sonra, (tıpkı, arı’ların oğul vermesi gibi) ondan ba’zı gruplar kopup, hemen hemen, aynı usullerle yoluna (hizmete) devam etmektedirler. 

Benim tespitlerime göre bunun en bâriz isbatı Nur Cemaatidir. En münkasîm onlardır. 

Bi’ttabiî Bizim Cemaatte bundan nasibini almakta ve almıştır. En son duyduğum ............ grubudur. Baktım, gayet nurlu bir hocamız, Allah, nurlarını ziyâde etsin. Tabiî ilk ayrılan ................... Hocamızın grubudur (tespitlerime göre Cemaatimizin en âlimi imiş... Demek istediğim şu ki, ana gövdede olanlar bu zevâta ağır galîz, edep harici, ehl-i Râbıta’ya yakışmayan hakâretler yapmakta hattâ, cehennemlik olduklarını anlatmaktadırlar. Zîrâ kimin ehl-i cennet yâhut tersi olacağına Yüce Rabbimiz karar verir. Bu sûali Zât-ıâlînize tevcih ediyorum, izninizle Benim gözümde hepsi Hazreti Üstazımızın evlâdı olmak hasabiyle muhteremdirler, aralarındaki ihtilâfı Allah’a havale ederiz, karışmayız, tıpkı Hazreti Alî, Hazreti Muaviye hâdisesinde olduğu gibi... 

(Nokta nokta geçtiğim yerlerde, Ertuğrul Bey Kardeşim isimler zikretmişti. Birisini hiç tanımadığım, diğeri ebediyyete intikâl etmiş bulunduğu için, isimleri üzerinde yeni bir fitneye sebebiyet vermemek için zikretmedim.) 

Â’hhh! Aziz Kardeşim. Keşke, büyük bir vukuf ile ortaya koyduğunuz teşbîh doğru çıksaydı. Câmia ve cemaat arasındaki savrulmalar, ma’alesef, oğul arıların yeni kovan-yeni yuva için asıl kovanından ayrılması gibi değildir. 

“Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendilerine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbi’nin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır. Elbette, bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.” (Nahl Suresi 16/69) 

Oğul Arı’nın yeni kovanlar edinmek için asıl yuvasını terketmesi, vahy-i İlâhî ve sevk-i Rabbânî iledir. Fitne, hased, kırgınlıklar sebebiyle değil... Allah’ımız bir, Kitabımız bir, Peygamberimiz bir, i’tikâdî ve amelî Mezhebimiz bir Turuk-u Âliye’de, Mürşidimiz, müceddidimiz, meşrebimiz bir... 

Bir ve beraber olmamız için, pek çok sebebimiz var, ama ayrılık için, hiçbir ma’zeretimiz bulunmuyor. 

“Men Teferraka Feleyse Minnâ,” (ayrılan ve ayıran bizden değildir.) Asırlık Çınar ağaçları kurumaya yüz tuttu mu, önce en körpe dallarını, sonra daha yaşlı ve neredeyse gövdeye eş dallarını kaybeder, sonra da ayakta kurur akıbetini bekler. 

Aziz Kardeşim. Sarîh, sahîh nas’lara göre, iman edenler, sâlih amellerde bulunanlar, istikâmet üzere olanlar, cennete, kâfirler, müşrikler, münâfıklar ise sonsuza kadar kalmak üzere cehenneme gideceklerdir. 

Akibet bilinmediği için, kimlerin cennete, kimlerin cehenneme gideceklerini Allah’tan başka kimse bilemez. 

Hadis-i Şerife göre: Nîce şakiler vardır ki, ömürleri boyu şekâvet üzere yaşarlar, akıbetleri saîd olarak neticelenir, nîce said’ler vardır ki, ömür boyu saîd olarak yaşarlar ve fakat âkibetlerinde şakî olarak ölürler. 

Vahiy ile müeyyed Resûl-i Ekrem Efendimiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem: Aşara-i Mübeşşere’yi (on kişi) bu dünya’da cennetle tebşîr etmiştir (müjdelenmiştir). Bunlar: Ebû Bekr es-Sıddık, Ömer İbn-i Hattab, Osman İbn-i Affân, Ali İbn-i Ebî Tâlip, Talha İbn-i Ubeydullah, Zübeyr İbnü’L-Avvâm, Abdurrahman İbnü’L-Avf, Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs, Sa’d İbn-i Zeyd ve Ebû Ubeyde İbnü’L-Cerrâh rıdvânu’llâhi aleyhim Ecme’în Hazarâtıdır. 

Bunlardan başka, Zevcesi Hadîcetü’L-Kübrâ, Kızı Fâtıma Hafîd’leri Hasan ve Hüseyin Efendilerimizle Bedir ve Uhud gazâ’larına iştirâk eden Ashab-ı Kirâm’dan her biri, âyet-i Kerimeler ve sahih hadislerle cennetle tebşîr edilmişlerdir. 

Cenab-ı Hak lütfen ve keremen cennetini, İman-ı Sûrî’ye bağlamıştır. Şöyle ki, “Her kim “Lâ İlâhe i’llâh, Muhammedün Resûlullah,” derse ve bu ikrar ve tasdîk üzere ölürse, cennete girer. Çok büyük günahkâr ise Allah’ın mağfiretine, Resûlü’nün şefâatine mazhar olamazsa, Allah’ın Adaletinin tecellisiyle bir müddet cehennemde azaba ma’ruz kalsa bile ebedî kalmayacak, yine cennete girecektir. 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!.. (4/38) 

Abdullah KARA – 03.07.2018, 12:17

Ertuğrul Bey belki Cumhuriyet döneminde olabilirde 400 yıl deyince biraz uçmuşsunuz gibi geldi. Frene basın isterseniz trendi yükseltebilirsiniz. ALLAH KORUSUN. 

ALTIN YÜZÜK (ALYANS) TAKMAK CAİZ MİDİR?... 

Aczimin Giryesi – 07.07.2018, 12:18

Muhterem hocam, yazı güzel de içinde alyansımı kaybettim, bir türlü bulamadım. 

Selam ve hürmet. 

Azîz Kardeşim. Ser’de biraz gazetecilik var. Gazetecilik’te manşetler, başlıklar, biraz, frapan, biraz câlib-i dikkat, kelimeler-cümleler seçilerek atılır. Gazetecilik Yüksek Okullarında, Gazetecilik Enstitü’lerinde, talebe’ye ilk ders olarak okutulan husus budur. 

“Sûd-i Misâl Misâl olmaz” denilir, hatta, bu bir Mecelle kâidesidir. Fakat Sû-i Misâl hep misâl olarak verilir. 

1950’li yıllarda, Hatay-Kırıkhan’a yeni bir müftü ta’yin edilir. O yıllarda Türkiye’nin hiçbir yerinde, süt, yoğurt, ayran, peynir ve tereyağı gibi, bilhassa, çocuklar için zarûrî ihtiyaç maddelerinden hiçbirisi, bakkallarda, - o zamanları günümüzde olduğu, Süper, Hiper marketler yoktur.- satılmıyor. Komşulardan birisinin hayvanı-hayvanları varsa diğer komşularıyla paylaşırdı. 

Müftü’nün arkadaşları, imamlar ve cemaatten ba’zıları, “Hocam! Böyle olmaz, size sekiz-on kadar keçi alalım, sığırtmaç sürüyle sizin keçileri de güder. Sütünden, yoğurdundan istifade edersiniz, çocuklar da zarûrî gıdalarını almış olurlar. Öyle de olur. Fakat bir müddet sonra, nispeten sahipsiz, müftü’nün keçileri çalınır. Müftü şikâyette bulunur, Adliye’de bulunan bir gazete’nin muhâbiri haberi İstanbul’a geçer. İstanbul’da gazete’nin yazıişleri müdürü istihbarat şefi’ne, “Müftü’nün keçilerinin çalınması haber değeri taşımaz, asıl, müftü keçileri çalarsa haber değeri vardır ve bu haber dikkatle okunur,” der ve başlık öyle atılır. “Sû-i Misâl de olsa, bu misâl, gazetecilikte bir darb-ı mesel haline gelmiştir. 

O başlıkla, sizi, kocaman bir saman deposunda bir yüzük aramaya mahkûm etmişiz. Özür dileriz. Kaybettiğiniz yüzünüzü bulmak için, bir depoda daha arama yapacak, ancak, üçüncü depoda yüzüğünüzü bulacaksınız. Ama, yüzüğü ararken, Mekârim-i Ahlâk’ı tamamlayıcı pek çok madde bulacaksınız. En az, yüzük kadar onlar da ehemmiyetlidir. 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (4/40) 

Cemali Ayyüzlü – 09.07.2018, 09:25

7. sınıf din kültürü kitabını okumanızı salık veririm hocam başka söze gerek yok. 

Beyefendi. Dostlarımın tavsiyesine uyar imkânlar dahilinde yerine getiririm. Fakat, hiç niyet okuma kabiliyetim yoktur...