YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!.. (4/36) 

Aczimin Giryesi – 11.06.2018 13:18

SEÇİCİ KARDEŞ, sizin Müslüman kalbi kırmak gibi bir korkunuz yok mu? Ufacık bir tenkid karşısında bütün hakaretâmiz ifadeler ağzınıza doluveriyor. Ağzımıza geleni aklımızla süzmeden yazarsak sadece ağzımızla konuşuyoruz demektir. Yani akıl ve gönül devreden çıkıyor. Oysa kendinize seçtiğiniz rumuz SEÇİCİ... Kullanacağınız kelimeleri de kalp kırmayacak şekilde seçerseniz ne güzel olur. DALKAVUKlardan biri de ben oluyorum galiba; üstüme alındım. Dalkavuk, efendisini mutlu etmek için şaklabanlık yapar, onun her dediğini tasdik eder. Oysa bizim için Mustafa Akkoca bir efendi değil, hürmet ettiğimiz bir hocamızdır. Yeri gelirse ona da itiraz ederiz. Nitekim geçmişteki yorumlarımızda itirazlarımızla Mustafa Hocamızı uzun müddet uğraştırdığımız olmuştur, hakkını helal etsin. Dalkavuk sıfatını asla kabul etmiyorum. Ama belli bir zaviyeden yapılan hiçbir itirazı kabul etmeyen siz, bu sıfatı kendinizde arayabilirsiniz. Hiçbir ikazı kabul etmeyen, başka bir iradenin dalkavuğudur.

Aziz Kardeşim. Eline, diline, kalemine sağlık. Selis bir Türkçe ile ne demek istediğini çok güzel ifade buyurmuşsunuz. Bu yorumunuzu, yorumunuzdaki dili, uslûbu beğendiğim için, size “Dalkavukluk mu etmiş oldum? Seçici Kardeşimize göre bir kimsenin hatalarıyla birlikte doğrularını da beğenmesi-tasdîk etmesi “Dalkavukluk”tur. 

“DALKAVUKLUK” Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre, “1-Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse, şaklaban.” Câhiller, dalkavuklar, mürâîler rahat rahat yaşıyor.” P.Sefa. “Bunları yaparken hiçbir zaman kendini dalkavuk vaziyetine düşürmez.” R.Nuri Güntekin. 2- Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse... 

Bizim, kimseye maddi-ma’nevî herhangi bir menfaat te’min etmemiz sözkonusu olmadığına-olmayacağına göre, bırakınız, kardeşlerimizi, mesleği dalkavukluk olanlar bile bize dalkavukluk etmezler. 

Ba’zıları, endâd ve tâgût mertebesine terfi ettirdikleri zevâtın, dâimî dalkavukları-şaklabanları oldukları için, hakkı teslîm etmeyi, doğruya doğru, hatalara hata, demeyi, dalkavukluk-şaklabanlık zannedebilirler. 

ERTUĞRUL – 11.06.2018, saat 21:17

Seçici Rumuzlu arkadaş’a (2) Hoca’mız bu yazısında gâyet veciz bir surette bu hususu ifade etti. (Usûl, vusule mâni oluyorsa dikkate alınmaz) meâlindeki her şeyi gâyet bedîhî bir surette tebellür ettirmektedir. Zâten tüm cemaat ve kapalı gruplarda, azıcık iyi niyetli ikazda bulunulsa, ona hâin, düşman muamelesi yapılır. Buradaki karşı yazılarda bu gözüküyor. Halbuki biz bu yolun tertemiz, ivazsız, garazsız olmasını istediğimizden bu ikazları, başta, Hoca’mız olmak üzere yapıyoruz. Bir de şunu hatırlatmak isterim ki, her sene burada bize karşı yazanların (Hatırlatmakta faide vardır, Değer’li Kardeşimiz, Ertuğrul Bektaş Beyefendi yurt dışında yaşamaktadır.) çoğundan fazla maddî katkım oluyor. (Azîz Kardeşim. Allah yardımlarınızı kabûl buyursun. Siz onlara bakmayınız muazzez Yolumuza, da’vâ’mıza, maddi-ma’nevî, yardımlarınıza devam buyurunuz.) hizmetlere. Hâşâ! Eğer bir husumetimiz olsa yapmayız!.

“Kişi bile sözünün demini, söylemeye kem’ini” 

Aziz Kardeşim. Kem söz, sahibine râcî’dir. Kem söz muhataplarını değil, sözün sahibini küçültür, rezil eder.

Seçici – 11.06.2018, 21:17

Allah, Allah biz nereyi dürttük ses nerden geldi... 

Seçici – 12.06.2018, 09:54

Devlete ve Millete âid bulunan menkul veya gayri menkul zerre kadar Devlet, Vakıf ve Dernek mallarından kim nemalanıyorsa Cenabı Hak hem Dünyada hem de Âhiret’te cezasını versin.

Nemalanmadığı halde süii zanla kimde iftira ederse Cenabı Hak onunda belasını versin!..

Aziz Seçici Kardeşim. Bu Câmia içinde eli kalem tutan az sayıdaki insanlardan birisi de zâtiâlinizdir. Yalnız, uslûba dikkat etmeniz gerekiyor. Pekâlâ, tenkid-eleştiri de temiz bir dille, hakâret etmeden de yapılabilinir. Şimdi, şu yukarıdaki cümleye bir bakar mısınız? “Biz neyi dürttük, ses nereden geldi?” buyurmuşsunuz. Herhalde siz de kabul edersiniz ki, “Dürttük,” kelimesi sevimli bir kelime değildir. Bunun yerine pek âlâ, parmak bastık, işaret ettik veya başka bir kelime ile ifade edilebilinirdi. Ne demişler, “Uslûb-u Beyân ayniyle insan”... 

Aziz Kardeşim. Beytü’l-Mâle el uzatmak, el uzatanlar sadece sizin bedduâ’nıza muhatap olmakla kalmazlar. Beytü’l-Mâla el uzatmak, kebâir’dendir, el uzatanlar da Mürtekib-i Kebâir’dendir. Elbette iftira ve buhtan da kebâirdendir, iftira ve bühtan da bulunanlar da Mürtekib-i Kebâirdirler. 

Ebû Hümeyd-i Sâidî Hazretleri diyor ki; Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Esed kabilesinden İbn-i Lûtbiyye denilen birisini Beni Süleym’in sadakasını (zekâtını) tahsile me’mur etmişti. Bu adam ifây-i Vazife edip avdet ettiğinde Resûl-i Ekrem bunu muhasebe ederken İbn-i Lûtbiyye: 

Yâ Resûla’llâh! Şu sizin zekat malınızdır. Bu da benimdir, bana hediye edilmiştir, der. Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem cevâben:  

- (Acâyip), sen doğru bir adam isen? Babanın, ananın evinde otursaydın da sana hediye getirilir miydi? görseydin, buyurur. Sonra Resûlullah Mescid-i Saadete gelir. Öğle namazından sonra irâd buyurduğu bir hutbesinde, Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine şehâdet ve kendisini güzel sıfatlarla senâ ettikten sonra (Emmâ ba’dü) diyerek buyurur ki: Vaktiyle ben içinizden birisini, Allah’ın bana havale buyurduğu bir işe ta’yin etmiştim. Şimdi gelmiş bana hisap verirken (sıkılmadan): Şu sizin zekât malınızdır, bu da benimdir, bana hediye verilmiştir diyor. (Bu ne hâl?). Bu adam babasının anasının evinde otursaydı, kendisine bir hediye verilir miydi? Yoksa verilmez miydi? Bir kerre görseydi. Hayâtım, kudretli elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, bir kimse hıyânet edip de Beytü’l-Mâlde hakkından başka bir şey alırsa, muhakkak ki kıyâmet gününde o adam çaldığı malı boynuna yüklenerek hasrolunur. Hem bir halde hasrolunur ki çaldığı hayvan deve ise musibet-zede develer gibi inleyerek; eğer sığır ise avaz avaz bağırarak; koyun ise şiddetle feryâd ederek arasat meydanına gelir. 

Bundan sonra Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem mübârek ellerini koltuk altı görülene kadar kaldırarak üç def’a: “Yâ Rab! Emirlerini tebliğ ettim mi?, Emirlerini tebliğ ettim mi?,” buyurdu. 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (4/37) 

Osman Karaman – 18.06.2018, 09:49

On yıllar boyunca sorgusuz sualsiz masonların, kumarbazların ve derin elemanların peşinden koşanların Sn. Cumhurbaşkanımız için ortaya attığı "mezhepsizlik" isnadı mesnetsiz bir iftiradan ibarettir. Yakînen bilenler bilir ki Sn. Cumhurbaşkanımızın mezhebi de, meşrebi de bellidir. İtikatta Maturidî, amelde Hanefi mezhebine sımsıkı bağlıdır. Ancak herkesin inancı kendisine aittir. Bunu sorgulamak kimsenin üstüne vazife olmadığı gibi haddine de değildir. Hal böyleyken çamur at izi kalsın mantığı ile yapılan tezviratın sahipleri elbette bunun hesabını vereceklerdir. Ama bu dünyada ama öbür alemde.. Hangi karanlık mahfillerin ve "cin olmadan doruklara çıktığını sananların" dayatması ile hareket ettikleri herkesçe malum bazı grupların âmir mevkiinde olanlarına basiret ve feraset, mensuplarına da akıl, izan ve şuur diliyorum.

Aziz Kardeşim Osman KARAMAN Beyefendi. 

Dilek, temennî ve niyazına katılmamak mümkün mü? İçimizdeki çapsız, süfehâ ile, içimize sokulmuş, F.T.Ö. (FETÖ) Deccâlinin haşâşîleri ve derîn devlet artıkları ba’zılarının iradesiyle hareket edenler, destek vermek istedikleri Şer İttifak’ına doğrudan cemaati, câmia’yı da’vet etme cesareti gösteremedikleri için, bu kabil iftira ve bühtanlara başvuruyorlar. Bunlar bilmezler mi?, ki: Ehl-i Sünnet’in temel kâidelerinden birisi, İmam’ın, (devletin başında bulunan önder, muktedâbih’e de, Cum’a Namazı ve vakit namazlarını kıldıran önder, muktedâbih’e de şamildir). ma’sûm olmamasıdır. “Biz, fasık-fâcir imam’ın arkasında namaz kılarız, biz, fasık ve facir olanların üzerine de namaz kılarız. (Cenaze Namazı) 

Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’nin başına, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil ve müceddid seçmiyoruz, Devletin başına Cumhurreisi seçiyoruz. Ma’sûm olması şartı yoktur. Hem sonra, İmam-ı Ma’sûm inancı, Şîa’ya aid bir inanç sistemidir. “İsmet” sıfatı, ma’sun, ma’sûm olmak, Peygamberlere hastır. 

HARAMEYN-İ ŞERÎFEYN-MEKKE-MEDİNE HARAMİ!... (3) 

Osman Karaman – 18.06.2018, 10:17

Hocam buraya derc ettiğiniz hazineler kadar değerli bu bilgiler maalesef okul kitaplarında yer almıyor. Genç nesiller bunları bilmiyor. Esasen müfredatın yer vermediği bu bilgileri kaynağından öğrenmek gerekiyor. Ancak bu da herkesin harcı değil. İşte siz imkanlar nispetinde bunu yapmaya çalışıyorsunuz. Elinize, kaleminize sağlık. Bu arada mübarek Ramazan bayramınızı tebrik eder, bilvesile sıhhat ve afiyetler dilerim.

Aziz Kardeşim Osman KARAMAN Beyefendi. 

Hayalim, Türkiye’nin en büyük Kütüphanesini kurmaktı. 1969 yılında Fazilet Neşriyat ve Matbaacılık Anonim Şirketini kurmuştuk. 1974’de Kıbrıs Barış Harekatını, ma’nen taçlandırmak üzere, yurt çapında ve Müslüman-Türk’lerin bulunduğu bütün ülkelerde başlattığımız “Kitap Kampanyası”nda bir gemi dolusu kitap topladık, Kıbrıs’a gönderdik. Demem odur ki, Türkiye’nin en büyük Kütüphanesini kurabilirdik. Nahiv’de-Sarf’da, belâgat ve fesahatta, ilm-i Kelâm’da, fıkıh ve Usûl-ü Fıkıh’ta, Hadis ve Usûl-ü Hadis’te ihtisaslaşmış ilim hey’etleri oluşturmak... 

Heyhât ki Heyhât!... Geldiğimiz noktada, “Kermes” nasıl yapılır, nasıl yardım toplanır, sadece bu hususlarda ihtisaslaşma görülüyor...