Pek Muhterem, “ALİ VELİ”, Remzini kullanan, Değer’li Kardeşimiz: 12.03.2018, saat 12.17 i’tibâriyle yaptığınız kısa yorumun cevabıdır. Öyle anlaşılıyor ki, ba’zı danışmanların, ilerisini-gerisini, düşünmeden, dikkatsizce hazırladıkları konuşmalar, Cumhurbaşkanı’nı sıkıntıya sokmaktadır. Daha sonra, bizzat kendilerinin veya yakınlarının, hattâ onun adına, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın açıklamalar yapma mecbûriyetinde kalmaları bunun göstergesidir. Zamanın tegayyuru ile, Yüce İslâm Dini’nin sâbite’lerinin asla değişmeyeceğini-değiştirilemeyeceğini, en az, bizler kadar Cumhurbaşkanı da bilir. 

“BİRİLERİNE”, 14.03.2018, saat 14.02, 21.16 i’tibariyle yaptığınız yorumların cevabıdır:

Şer’î hükümler, şahıslara göre değil, nesnel-afâkî objektif olarak verilir. Kerâmet izhar ederek, Tayy-i zaman-tayy-i mekân ile, rü’ya’da, halüsinasyon halinde, Ricâl-ü Ma’neviyye’nin tasarrufları ile hacc’ı eda etmeleri mümkün değildir, câiz de değildir. Bunun neresi muğlâk ve müphemdir. Aldığımız terbiye ile, Hazreti Üstazımız, İmam-ı Rabbânî Evlâdı, Câmiamız mensubları hakkında, derîn bir hürmet göstermemi yadırgamanızı, asıl ben yadırgadım. Ancak, mes’ele Şer’i Şerif olduğunda, hiç kimseye müsamaha göstermediğimi herkesten çok siz bilirsiniz. Tartışılmaz, konuşulmaz denilen pek çok mes’ele bu zeminde etraflıca tartışılmış ve bir neticeye bağlanmıştır. 

Beyefnedi. Metni’ni ve Meâl-i Âlisi’ni verdiğiniz, En’âm Sûresi, 159.âyeti kerimesi ki, Meâl-i Âlisi şudur: “Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onları yaptıklarını bildirecektir.” 

Bu âyeti kerime’nin tefsirinde, Mütekaddimin-i Müfessirin’den, (ilk müfessirlerden): 

1) İbn-i Abbas radiya’llâhu anh. Burada murad olan, müşriklerdir, buyuruyor. Şöyle ki, müşriklerden ba’zıları, “melekler Allah’ın kızlarıdır, zu’umunda bulundukları için meleklere ibâdet ederlerdi. Ba’zıları da, onlar bize Allah katında şefaatçi olacaklar, diye putlara taparlardı.” Dinlerini ayırıp, dalâlette, fırkalara ve hiziplere ayrıldılar. 

Katâde ve Mücahid, burada murad olunanlar, Yahûdî’ler ve Hıristiyanlardır. Çünkü Hıristiyanlar fırka fırka ayrıldılar, ba’zı fırkalar diğer fırkaları kâfir olmakla itham ettiler. Yahûdiler de, -hem Yahûdîler hem de Hıristiyanlar ehl-i Kitap oldukları halde- Hıristiyanları küfr ile itham ettiler. 

Ba’zı müfessirler ise, bu âyeti kerime’den murad, Allah’ın emirlerinden ba’zılarını kabûl ettiler, ba’zılarını inkar ettiler,” demektir. “Yoksa siz, kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz. Sizden böyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyâmet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir.” (Bakara 2/58)

“Allah’ı ve Peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma konusunda) Allah ile Peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip “Bir kısmına iman ederiz bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar (iman ile küfr) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu?” (Nisâ 4/150)

Mücâhid, “Allah’ın dinini parçaya parçaya ayıranlar,”dan murad, Ümmet-i Muhammed’den, bid’at ehli ve şüphelerin peşinden koşanlardır.” Demiştir. Bu âyeti kerime’den alınacak ders ve ibret ise, “Müslümanlar birlik ve vahdetlerini muhafaza etmeliler tefrikaya fırsat vermemeliler ve aslâ bid’atlar ihdas etmemelilerdir. 

Sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

“Yahûdiler yetmiş bir guruba ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Benim Ümmetim de yetmiş üç guruba ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir.” “O kurtuluşa eren kimdir yâ Resûlellah?” sorusuna cevaben; “Onlar benim ve ashabımın gittiği yoldan gidenlerdir.” buyurdu. 

Indî olmayan, objektif tefsirler gösteriyor ki, bu âyeti kerime’nin medlûlünün, bizim olmadığımız açıktır; Elhamdüli’llâh! Biz, Allah’a, Allah katından bize indirilenlere, Resûlullah’a ve Resûlullah tarafından bize gelenlere iman ettik, dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik, cinanımızla amel ettik. Tahdis-i Ni’met olarak söylüyoruz, ömrümüz, bid’at ve Fıraka-i Dâlle ile mücadele-mücâhade, ehl-i Sünnet akâidesini ikâme ile geçmiştir. 

Fırak-ı Dâlle’den, Vehhâbî-Selefî’liği iltizam ettiğinize göre, korkarım, ayeti kerime’nin mâsadakına siz giriyorsunuz… 

Müteşerrî, Şer’i Şeriften zerre kadar ta’viz vermeyen bir Zât-ı Muhterem hakkında, 1950-1960 arasında, “hacc’a gitmeye pek sıcak bakmadığı, tasvip etmediği, kendisinin de gitmediğini,” söylemek, hem edepsizlik, hem o Mübârek zata bir bühtan-iftira, hem benim aslâ böyle bir şey söylemediğim halde bu iftirayı benim söylediğimi söylemek, daha büyük bir edepsizlik ve bana da bir iftira ve bühtandır. Lütfen dürüst olunuz!... 

Hayvanlarla müşterek, yeme-içme, beşerî za’aflar, şehevî arzulara yetecek kadar Akl-ı Maa’ş’ınızla, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (K.S.) Efendi Hazretlerini, Ricâl-i Ma’neviyye’yi, Üveysî irşadı idrâk etmenizi beklemek abestir. 

Hiç değilse, Müteşerrî Süleyman Hilmi Tunahanı Efendi Hazretlerini anlayabilseydiniz. 

19-50-1959 yılları Süleyman Efendi Hazretlerinin, iftira-buhtan, tertip ve mezâlime ma’ruz kaldığı yıllardır; 14 Mayıs 1950, Millet İhtilâlinden sonraki kısmî yumuşama ile yüzlerce talebeye ders okuttuğu, iaşe ve ibâte’lerini bir elin parmakları kadar hamiyetperver insanlarla birlikte bizzat karşıladığı yıllardır. 

Hacc’ın, an şartı olan İstitâat’ın var olup-olmadığını sen nereden biliyorsun? Tekrar ediyorum, haddini bil! El-Aczü an derki’l-İdrâki İdrâkün,” haddini bilmek, idraktir. Yoksa, dünya ve âhiret hüsranı üzerinize olur! Ma’âza’llâh!

“NÂCİZANE”, Remziyle, 15.03.2018, saat 07.27 i’tibâriyle yorum yapan Değer’li Kardeşim. Doğru söylüyorsunuz. Âyet-i Kerime ile alakalı olarak yukarıda geniş bilgi verilmiştir. “Men fessere’L-Kur’âne bire’yihî fakat kefere”, (her kim kendi görüşünü te’yîd için Kur’ân’ı tefsir etmeye (yorumlamaya kalkarsa) neuz-ü bi’llâh! Kâfir olur.)

“MEHMED”, Remziyle, 14.03.2018, saat 18.17 i’tibâriyle yorum yapan, Değerli Kardeşimiz:

Yüz yıldan beridir, temelleri tamamen küfr-darvinizm üzerine bina edilmiş bir Maarif sistemini kolay kolay dönüştüremez, ıslah edemezsiniz. Zâten, zamanımızın en mü’essir siyâsî figürü, bunu İ’tiraf etmiş bulunuyor. 

“Pek çok sahadaki muvaffakıyetimizi, maalesef, Maarif’te kültür’de istediğimiz seviye’ye yükseltemedik,” demiştir. 

Ne var ki, Maarif’te, müfredât’ın önemli mikyasta değiştirilmiş olması, kılık-kıyâfet yönetmeliklerinin değiştirilmesi, tercihli de olsa, mekteplerde Kur’ân ve Siyer-i Nebî ders’lerinin konulması elbette yeterli değil, ama yine de bir ıslâh işaretidir. 

Nitekim, İlk ve Ortaöğretim yurtlarımızda kalan talebe’nin, Maarif$in, ilk-orta ve Liselerine devamlarında herhangi bir mahzur görülmemektedir. Yeter ki, biz iyi eğitelim, iyi terbiye edelim, korkmamız için bir sebep görmüyorum. 

Yüksek Dinî Eğitim hususuna gelince, Merhûm Büyüğümüz, Cennetmekân Kemal Bey Ağabeyimiz, “Muhtasaru’L-Menâr’a kadar metinleri ve Muhtasaru’L-Menarı okuyan birisini, Nefs-i Emmâresi hâriç, hiçbir mudil idlâl edemez,” buyururdular. Tedrisat Sistemimizde, en az, metinleri, Usûl-ü Fıkıh’tan Muhtasaru’L-Menârı okutabilecek kadar tedris ettiğimiz Kardeş’lerimizin, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın açtığı-açacağı, imtihanlara katılıp- İmam-Hatip, Müezzin-Kayyım, Kur’ân Kursu muallimi, vâiz-müftü olarak vazife almalarında hiçbir mahzur yoktur. Hazretimiz de böyle yapmıyor muydu?

“Asistandr.” Remziyle, ve “M.Öztürk” unvanıyla yorum yapan Kardeşlerimiz; “Hayrettin”, Kardeşim. Asâkir-i Mansur-u Muhammedî, Tevhid’in, İslâm’ın son Ordusu için, du’â’lara devam! İnşâ Allah! 

“Şu kopan fırtına Türk Ordusudur, Yâ Rabbî!

Senin uğuruna ölen Ordu budur Yâ Rabbî!

Tâ ki, yükselsin Ezanlarla Müeyyed Nâmın, 

Gâlib et; Çünkü bu son Ordusudur İslâm’ın!...”

Aziz Yahya Kemal Bey Kardeşimiz. 18.03.2018, saat 20.51, 19.03.2018 , saat 04.28 i’tibâriyle yorumunuz. 

Aziz Kardeşim. Matbuatta 50 yıllık tercübemiz, Vâlide Sultan, Sultan Ablalarımızın, Merhûm Büyüklerimizin, Kemal Bey Ağabeyimizin, Merhum, Ali Dayı, (Ali Yılmaz)’ın, tarafımıza emânet ettikleri nîce hâtırat, malzeme hazır, İnşâ Allah! İki ucunu bir araya getirebilirsek, du’â’larınızla gerçekleştirebiliriz. 

Aziz “İSTANBULLU”, Muhterem, “ACZİMİN GİRYESİ”

Şüphem yoktur ki, tashih, irşâd, ihdâ, tenvir, lüzumu hasıl olduğunda, sükût etmezsiniz-edemezsiniz. Lütfen, irtibatı devam ettirelim… 

Aziz ve Pek Muhterem Ertuğrul BEKTAŞ Beyefendi. 

Aziz Kardeşim. Çok haklısınız. Ba’zı mes’ele’ler, müdellel bir şekilde ortaya konulup tamamen vuzuha kavuşturulduğu halde, “Falanca şöyle dedi, feşmekânca da, böyle dedi idi,” gibi, ındî görüşlerle, çok ciddî-Şer’î mes’eleler bile sulandırılmaya çalışılmıştır. 

Paranoya olarak, “Bizi bize bırakmazlar, bu kabil câmia ve cemaatlere müdahaleler olur, bize de müdahale etmişlerdir,” denilirdi ya! Artık, ben de, inanmaya başladım. Hazreti Üstazımıza izafe edilen ve itina ile kontrol edilerek, tashihinin, bizzat zamanın büyüğü tarafından yapıldığı söylenen, “Mektuplar ve Mesâil-i Mühimme,” eserinde bile, ezber bozucu, inancımızı sarsıcı bölümler ortaya çıkınca, müdâhale ihtimaline bendeniz de inanır oldum. 

Aziz Ertuğrul Kardeşim. Bu kardeşinize, biraz kırıldığınızı hissediyorum. Hata ve nisyan bilmeden-kasıdsız yapılanlardır. Rabbim bize, “Rabbim, eğer unutursak veya hata edersek bizi muâhaze etme,” du’â’sını âyeti kerime olarak vahyetmiştir. 

Bilmeden, unutmuş veya herhangi bir hatamız olmuş ise, özür beyan eder, afvetmenizi istirham ederim. Allah’a emanet olunuz. Efendim…