“İSTANBULLU,” Değer’li Kardeşim. 18.02.2018, saat 23.29 i’tibariyle yaptığınız kısa yorum ve selamlama ile alakalı olarak, bilmukâbele, bendeniz de şükranlarımı sunar, bu zemine daha fazla katkı vermenizi beklerim. Efendim. 

Aziz Osman KARAMAN. 22.02.2018, saat 09.53, Ertuğrul Beyefendi Kardeşimiz, 22.02.2018, saat 01.16 i’tibâriyle yorumlarınızın cevabıdır. 

Tespit, du’â ve temennî’lerinize aynen katılıyorum; İnşâ Allah! bundan sonra artık bu mes’eleyi geride bırakır, bir daha tartışmayız, diye temennî ederim.

“BİRİLERİNE,” 23.02.2018, saat 16.53, 23.02.2018, saat 20.49 i’tibâriyle yaptığınız yorumlara cevaptır: 

“Tedris, Umre-nâfile hac, kermes ve Ticârî faaliyetler!...” serlevhalı Cum’a sohbeti üzerine; 

Yorumunuzda diyorsunuz ki; 

- Her sevenin sevdiği hakkında söylemekte zorlanmayacağı çok güzel bir mizansen... 

- Beyefendi! Bendeniz, tiyatro muharriri değilim; senaryo’lar da yazmıyorum. Bu zemin’de ancak, hâkîkatler, yalnız, hâkîkatler yazılır, yorumlanır. 

- Tabiî ki, Süleyman Efendi Merhum’un hizmetleri inkâr edilemez. 

- Lütuf buyurmuşsunuz. Aslî, ma’nevî, tasavvufî, tasarrufî, üveysî veçhesini inkâr ettiğiniz gibi, hizmetlerini de inkâr edebilirdiniz. 

- Ancak, her Kur’ân hadimi yaşlı-genç yüzlerce üstad ve hafız yetiştiren hizmetkâr’ları için de böyle süslü mizansenler yazmak zor bir şey değildir. Ve benzerlerini meşgûl bir şekilde bulmak mümkündür. 

- Klavye hatası değilse son cümle’lerden ne anlamamız gerektiği zor ise de, bu devir’de başka, Kur’ân hâdimleri için niçin güzel şeyler yazılmıyor, deniliyor. 

- Beyefendi bu köşe’lerin dâimî ta’kipçileri çok iyi bilirler ki; zaman zaman, Karadeniz Bölgemizde, dersiâm’lardan, Of’lu Dursun Efendi olarak ma’rûf ve meşhûr, Merhûm, Dursun Güven’den, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge’lerimizde, eli öpülesi nîce hocaefendilerden, İstanbul, Nuruosmaniye Camiî-Kur’ân Kursu’nda, yüzlerce hafız yetiştiren, Merhûm, Hafız Hasan Akkuş’dan yine Düzce’de, yüzlerce hafız yetiştiren, Çankırı-Kurşunlu’lu, Hafız Hasın Efendi’den bahsedilmiş, kendileri, şükranla, minnet’le yâd olunmuşlardır. 

- Bu ta’bir, akîde bakımından bayağı sıkıntılıdır. Bir fâni’ye ölümsüzlük sıfatı vermektir ki, Kur’ân’a, sahih hadis’e zıt bir ifadedir. 

- Peygamber’ler hakkında bile, bahis mevzu olmayan bir yetkidir. Yalnız Allah için kullanılacak bir yetkidir. 

- Çünkü Lâ Yemût olan her an, bir iş ve oluş (yaratma halinde olan O’dur. Süleyman Efendi tasarruf halinde ise bu hâlîk ma’nasına değil, kontrol, murakabe etme sıfatı olarak anlaşılmaktadır ki, bu esmâ-i İlâhî’den, “MÜHEYMİN, sıfatına mukâbil olur. 

- Allah’a aid bir yetkiyi ölmüş ve dünya’dan haberi olmayan bir fânî’ye vermenin adı Kur’ân’a göre şirktir. 

- Okuma-yazma bilen hocafendi, tabi’î bu âyetler Mustafa Hoca’ya henüz inmedi,” 

Şahsım için, istihzâ ve hakâret dolu cümle’ler... 

- Kur’ân-ı Kerim’den âyetler numaraları verilerek, “Ölü’lerin bizi Peygamber bile olsa duyamayacağı ve bize cevap veremeyeceğini” duyurmaktadır.

- En son itham’dan başlayarak cevaplandıralım; 

Beyefendi! Yukarıdaki ithamlarınıza delil olarak gösterdiğiniz âyeti kerime’lerin meallerini vereyim; “De ki; Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir. Pis ve kötülüğün çokluğu tuhafına gitse (yahut hoşuna gitse) de (bu böyledir), Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz. (Mâide 100) 

“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim; Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (Mâide 5/117)

“De ki; Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiç fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (A’raf 7/188) 

“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar, güneş ve ayı emri altına almıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. O’nu bırakıp da kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir. “Eğer onları (putları) çağırırsanız sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza isteseler bile, size cevap veremezler. Kıyâmet günü de sizin ortak koşmanızı reddederler (bu gerçeği) sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber veremez.” (Fâtır 35/13, 14) 

“Yine o günü (düşünün ki, Allah, kâfirlere); Benim ortaklarım olduklarını ileri sürdüğünüz şeyleri çağırın! buyurur. Çağırmışlardır onları; fakat kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz onların arasına tehlikeli bir uçurum koyduk.” (Kehf 18/52) 

De ki; Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilemem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkâf 46/9) 

- Beyefnedi! Sizin numaralarını verdiğiniz, benim yukarıya meâllerini aldığım âyeti kerime’lerle yukarıdaki ithamlarınız arasındaki münasebet Ne?!

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesiyle arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 5/35) 

“Onların yalvardıkları bu varlıklar Rab’lerine hangisi daha yakın olacak diye-vesiyle ararlar, O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı sakınılacak bir azab’tır.” (İsrâ 17/57) 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve Sadıkîn’le (doğrularla) beraber olunuz.” (Tevbe 9/119) 

“Allah yolunda öldürülenlere (şehid’lere) “ölüler” demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (Bakara 2/154)

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü saymayın. Bilakis onlar diridirler, Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rab’leri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiç bir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin de sevincini duymaktadırlar.” (Âl-i İmrân 3/171) 

“Ma’na eri bu yolda melûl olası değil, ma’na duyan gönüller hergiz ölesi değil, ten fanidir, can ölmez, çün gitti geri gelmez, ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil... (Yunus Emre) 

- Nebîler, vâris-i nebîler, şehid’ler, mürşid-i Kâmiller, müceddidler, dünyevî, zâhirî, cismânî hayatlarından çekildiklerinde, ruhları, Mele-i âlâ’da, Âlây-i İlliyyîn’de ferahnâk olup, Allah’ın izni ve inayetiyle, ihdâ, irşâd ve tecdîd vazifesine, tasarruflarına -Buradaki tasarruf, hâşâ! mutlâk ma’na’da tasarruf değil, Allah’ın izni ve inâyetiyle vazifesiyle alakalı tasarruf’tur.- Cismânî ve beşerî ağırlıklarından da kurtuldukları için, ruhânî, ma’nevî ve tasavvufî tasarrufları daha mü’essirdir. 

- Ülü’L-azm” Peygamber’lerin tasarrufları bin yıl devam eder. Zâhîrî, cismânî, bedenî hayat-ı dünya’dan çekildikten sonra bu tasarruf ma’nevî, ruhânî bâtînî tasarruf’tur. 

- Vâris-i Nebî’ler, mürşid ve müceddid’ler de, buna tasavvuf’ta “Üveysî’lik” denilir, hayat-ı dünya’dan çekildikten sonra tasarruf’larına devam ederler. 

“Ölülerin bizi Peygamber bile olsa (hâşâ!) duyamayacağı ve bize cevap veremeyeceği,” görüşü, “Ell^ü Mezhebiyye’nin ve Vehhâbî’lerin görüşüdür; eğer siz de aynı görüşteyseniz ki, açıkça ifade ettiğinize göre aynı görüşleri paylaştığınız anlaşılmaktadır, ehl-i Sünnet Mezheb’lerinden savrulmuş, Ellâ Mezhebiyye ve Vehhâbî’liğe kanat açmış bulunuyorsunuz. Ellâ Mezhebiyye’nin Türkiye’deki öncülerini sık sık, referans göstermeniz de zâten bunun isbatı mahiyetindedir. 

Hâşâ! “Ölüler Peygamber bile olsa duyamayacaklarına ve bize cevap veremeyeceklerine göre,” farz, vacib, sünnet bütün namazların kaîde-i âhire (son oturuşlarında) ve Peygamberimizin İsm-i Hass’ı zikredildiğinde, niçin Salvât-ı Şerife getiririz? Belki de siz getirmiyorsunuzdur! 

- Dostum, bu derûnî mes’ele’ler, neredeyse, hayvânât’ın hisleriyle müsâvî, yemeye, içmeye, beşerî za’af’lara yetecek kadar akl-ı maaş ile idrâk olunmaz. Akl-ı Meâd gerektirir.

“Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bizi tarafından rahmet bağışla, Lütfu en bol olan sensin.” (Âl-i İmran 3/3)...