“HİSAR,” remziyle yorum yapan-sual tevcih eden, Değer’li Kardeşimiz. 09.12.2017, saat 13.22 i’tibariyle yaptığınız yorumun-sual’in cevabıdır: Azîz Kardeşim. Merhûm, Ömer Lütfi Mete, bidâyette Kurs’larımız’da okumuş, eli kalem tutan, fikri olan, keskin zekaya sâhip, bir Kardeşimizdi. Bir müddet devrin, Bâbıâlîde Sabah ve Ufuk Gazete’lerinde beraber çalıştık. Daha sonra, devrin Tercüman Gazetesi’nde ve başka gazete’lerde çalıştı. Bir ara, televizyon kanallarının, popüler dizilerinin senaryo’larını yazdı, “Altın Kesit,” Senaryo bürosu vardı. Karşılıklı Beşerî Münasebetlerimiz, nezâket ve zarafet dolu sevgi ve saygı ölçüleri dahilindeydi. Ayrı kulvarlarda da, olsak, aldığımız, temel terbiye gereği, bizim büyüklerimize karşı tavrımız ne ise, Merhûm, Ömer Lütfü Mete Kardeşimizin tavrı da oydu. Rabbim’den kendisine vâsî rahmetini niyaz ederim. 

Muhterem, Abdullah Haksöyler Kardeşimiz. 

10.12.2017, saat 01.19 i’tibâriyle Yorumunuzun Cevabıdır. 

Teşekkür ve iltifatınıza derîn teşekkürlerimle mukabele ederim. Haklısınız, Diyânetçe hazırlanan hutbe’ler çok uzun, bir yazım’da, “Köroğlu Gazetesi”ne benzetmiştim. Meşîhat döneminde, Hamdele ve Salvele’den sonra, “Bundan sonra! Ey Allah’ın Kulları! Allah’tan korkunuz ve Allah’a itaat ediniz! Çünkü, Allah, Allah’tan korkanlarla (takvâ sahipleri) ve iyilik yapanlarla beraberdir,” denilir. “Elâ İnne Ahsene’L-Kelâm,” ile hutbeye son verilirdi. Elbette, ben tercüme etmeye çalıştım. Metin Türkçe değil, aslı gibi okunurdu. İrfân sahibi cemaat de anlardı... 

HAFIZALİOĞLU, Remzini kullanarak dâimî yorumlar’da bulunan Kardeşimiz: 11.12.2017, saat 14.52, 22.58, 23.42, 23.56, 13.12.2017, saat 15.11, 14.12.2017, 15.13, 17.29, 23.37 i’tibâriyle yaptığınız yorumların cevabıdır. 

Dr. Tayyar Altıkulaç, Ankara’daki, “Girişim 3; anlattığı Te’lif-i Beyn teşebbüsü’nün,” İstanbul’da öğretmen olarak görev yaptığım yıllar’da (Ekim 1965 genel seçimler sonrasında)” olduğunu açıkça ifade eder. Dr. Tayyar Altıkulaç Bey, 1938 yılında doğduğuna göre, 19656 yılında, henüz, 27 yaşında bulunuyordu. Diyânet İşleri Başkan Yardımcılığı’na getiriliş tarihi, 15.07.1971’dir. Merhum, Abdurrahman Şeref Lâç Bey, (Ekim 1965 – Ekim 1969) Milletvekilliği’nde bulunmuştur. Hatırattan nakleddim, buyurmuşsunuz. Dr. Tayyar Altıkulaç’ın, “Zorlukları Aşarken,” Hâtıratını kasdediyor olmalısınız. Sizin verdiğiniz tarihler, “Zorlukları Aşarken,”deki tarihlerle uymuyor. Acabâ, zuhûl veya biraz ateh mi? 

Aziz Kardeşim. Mason’larla görüşmek, da’vâ için, belli mes’elelerde masonlarla diyalog halinde olmak, elbette, mason olmayı gerektirmez. Merhûm, Beyağabeyimizin ve bendenizin, masonlarla diyalog kurmamız da mason olduğumuzu-masonluğu iltizam etmemizi gerektirmez. Süleyman Demirel’in de, mason olduğu söylenirdi. Adalet Partisi Genel Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı olarak, Demirel ile görüşen herkes mason mu oldular? 

“Mısır’lı alim,” dediğiniz, Muhammed Reşid Rıza’nın, hayranı olduğu, Üstadı, Muhammed Abduh’un, onun da, hayranı ve her ikisinin de Üstadı olan, Cemaleddin Afgânî’nin, mason olduklarını ben değil, Sizin, Türkiye’deki Ellâ Mezhebiyye’nin öncülerinden Prof. Dr. Hayreddin Karaman, “Başlangıcından Zamanımıza Kadar İslâm Hukuk Tarihi,” adlı eserinde yazar. 

Masonlarla, mason olduklarını bilerek konuşmak, masonluk değildir. Fakat, mason’lara, mason olduklarını bilerek, Islâhat’çılık, Müçtehid’lik, hâşâ! müceddid’lik hamletmek, masonluğun da ötesinde bir şey’dir. 

Sosyal medya dedikleri, internet ortamında tedâvüle sürülenlere aslâ i’tibar etmemek lazımdır. 

Aziz Kardeşim, Benim ve eli öpülesi diğer hoca’larımızın okuttuğu nesil, eğer, önlerine, Ellâ Mezhebiyye gürûhu’nun koyduğu mânia’lar olmasaydı, elbette, müftülük-vâiz’lik imtihanlarını kazanacak, ilmî kifâyete sahip idiler. Bütün bu engellemelere rağmen, 1970’li yıllar’da, vekil imam, (1974’de asalete geçirilmişlerdi) olarak, dinî hizmetleri omuzlamışlar, 2000’li yıllarda, emekli edilinceye kadar, ümmeti Muhammed’e ehl-i Sünnet akidesi üzerine hizmet vermişlerdir. Hayatta olanlar, hâlen de, bir kısmı, Diyânet İşleri Başkanlığı’nca, Camii’lerde açılan, Kur’ân Kurs’larında Fahrî olarak hizmet vermeye devam ediyorlar. 

Aziz Kardeşim. Benim için söylediklerinize cevabını veririm. Ama, Rahmet-i Rahman’a ulaşmış, artık, size cevap veremeyecek birisi, Merhûm, Büyüğümüz, (Sizin gibilere rağmen, ifade ediyorum), Cennetmekân, Kemal Beyağabeyimiz’e, şen’î bir iftira ve buhtan’da bulunuyorsunuz. Bahsettiğiniz, İsaviyet ve Ankara’lı iki çocuk hususunda, “Eşhed-ü Billah,” ne benim haberim, ne de Merhûm Büyüğümüzün haberi vardı. Ne zaman ki muttâlî olduk, oldular, derhâl müdâhale edildi. Bahsettiğiniz gibi, ne Merhûm Büyüğümüzün ve ne de bendenizin, geçmişte ve hiçbir devir’de, Şer’i Şerif’e, Kur’ân’a, Sünnete, Sırr-ı Hafî Yolunun esâsât ve düsturlarına aykırı hareketlere, göz yumduğumuzu gösterir tek bir husus gösterilemez-gösteremezsiniz. Zaman zaman, Turuk-u Âliyye’de dışar’dan müdâhaleler olur, olabilir. Fakat, bu parazitler inâyeti İlâhî ile, en kısa zaman’da, temizlenirler. Sizin gibiler kabûl etmeseniz de, Turuk-u Âliyye’de, Sırr-ı Hafî Yolu’nun, Teselsülü tâm, (kopmamış) Nisbet-i Sahîh olanın, Müceddidiyye Kolu olması bunun ispatıdır. 

Aziz Kardeşim. İmam-ı Rabbânî Evladı arasında, “68 Kuşağı,” diye bir nesil-kuşak, yoktur. İmam-ı Rabbânî Evlâdı arasında, “Yemek Yediği Tası pisleyen birisi de Çıkmaz,” 

Hazreti Üstaz’ımız, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’na, Ashab-ı Suffe, Selçuklu, Osmanlı Medrese’leri ta’lim ve teallüm tarzında, formel eğitim vermiş, ders okutmuştur. Namaz vakitleri, yemek, asgarî uyku zamanlarının dışındaki bütün vakitlerini tedris için harcamıştır. 20-25 dakîkalık vapur yolculuğunu, Arifiye-Haydarpaşa arası bir-birbuçuk saatlik tren yolculuğunu bile, tedris ile değerlendirmiştir. Haz.Üstaz’ımız bu şekilde, geceyi-gündüze katarak hızlandırdığı bir eğitim sistemiyle, en az sürede, okuttuğu talebeyi iki yıl okutmuştur. Bu süre, sarf-nahiv, akaid-İlm-i Kelam, fesahat ve belâgat, mantık ve diğer metinlerle, Usûl-ü Fıkıh’tan, Muhtasaru’L-Menâr’ı, okuyup-okutacak kadar kâfi bir vakittir. Bu ders’leri okuyanlar da, müftülük-vâiz’lik imtihanını, kazandırırdı. 

Aziz Hafızalioğlu Kardeşim. Bırak da, disleksi hastası, Aklî Müvazenesi bulunmayan, Risâle’lerin vahiy eseri olduğunu ve daha uzun uzun hezeyanları savunan birisini, şakird’ler müdafaa etsinler. Sen bu bataklığa düşme! Bir daha çıkamazsın!... 

“DOĞRUCU,” Remzini kullanan Pek Muhterem ve Aziz Kardeşim. 11.12.2017, saat 22.58 i’tibariyle Yorumunuzu aynen buraya alıyorum. “Mustafa Hocam yine kitabın ortasından konuşmuş. Bu yazıda dikkatimi çeken üç husus oldu. 

1) Kemâl, Ahmed ve Alihan Ağabeyler, Mürşid-i Kâmil ve Müceddid değillerdir. Haz.Üstaz’ımızın halifesi de değillerdir. Tabiîdir ki, ma’sûm, masûn da değillerdir. Savablarının (savab: doğru, demek) yanında, elbette hataları da olmuştur. 

2) İlk nesil ağabey’lerin yanlışa yanlış deme cesâretine sâhip olduklarını düşündüm. Kemâl Beyağabeyimizin müthiş karizmasına rağmen, ona, Haz.İsa denilmesinin yanlışlığını görüyorlar ve aksülamel gösterip tavır koyabiliyorlar. Bu bir Câmia’nın sıhhat işaretidir ve şerîât çizgisinden sapmamasının sigortasıdır. Bu cesâret ve salâbet kaybedilirse savrulmaların yaşanması ihtimal dairesine girer. Sonunda tard edilseler dahî, taşıdıkları ilmin mes’ûliyetini yerine getirdikleri için hürmeti hak ediyorlar. 

3) Meğer böyle bir toplulukta bile en küçük kıpırtığı ta’kip eden bir göz ve kulak olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyormuş...” 

Pek Muhterem ve Değer’li Kardeşimiz, Osman Karaman Beyefendi. 12.12.2017, saat 12.30 i’tibâriyle, Yorumunuzu aynen aktarıyorum. 

“Muhtevâ bir yana, cemaat içerisinde konuşulması ve hattâ düşünülmesi bile uygun bulunmayan hususların burada müzakere edilmesine fırsat verilmesi, esasen cemaat mensuplarının ne kadar konuşma ihtiyacı duyduklarını da ortaya koyuyor. Bu vesileyle cemaatlerde istişarenin ve iletişim kanallarını açık tutmanın da çok mühim bir gereklilik olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla bu zemin’de, kimi zaman nezaket ve hürmet hudutlarını ihlâl edenler çıksa da bunlar ekalliyettir. Ekseriyet, asgari saygı çizgisine riayet ederek fikir serd etmektedir. Bu da esâsen mutluluk vesilesidir. Mustafa Hocam geçmişteki hadiselere bizzat kendi seviyesinden bakacaktır. Yorumcular da kendi açılarından değerlendirme yapıyorlar. Bunlar gayet tabiî’dir. Ancak en doğru kararı zaman gösterecektir. Bu zemine katkı sağlayan herkese selâm ve hürmetler sunarım.”

Hafızailoğlu, Osman KARAMAN Kardeşimizin bu nefis yorumuna şöyle cevap vermeye yeltenmiş, “Osman KARAMAN Bey “her şeyi zaman gösterecektir.” buyurmuşunuz. Elhâk doğrudur. İşte zaman gösteriyor. 68 kuşağı olan bizler o dönem’de yaşanan ve yaşatılan yanlışları yaşımız kemâle erince anlatıyoruz. Gerçi, yeni nesil, “Süleymancılar,” geçmişin analizini yapacak kapasite de değiller, böyle bir donanımları yok, hattâ bizim kuşaktan daha bağnaz ve imam önünde cenâze durumundadırlar.” 

Osman KARAMAN Kardeşimizin cevabı ise şöyledir; Hafızalioğlu remziyle yorum yapan şahıs... Yaşınız icabı daha yapıcı davranmanız beklenirdi. Uslûbunuz da çok yakışıksız. K.Bey, diye bahsettiğiniz Zât, hatasıyla sevabıyla bu güzîde cemaate 40 yıl müddetle ağabeylik yapmış ve şu anda, âhirete intikâl etmiş bulunmaktadır. Bu saygısız ifadeyi aynen şahsınıza iade ediyorum. Önce edebinizi takının.”...

“Ey Hafızalioğlu! 68 Kuşağından bahsediyorsun! Arkana, sağına, soluna ve de önüne bir bak bakalım! Etrafında kendinden başka kimseyi görüyor musun? “Yaşımız kemâle erince doğruları söyler olduk,” diyorsun,” İşte aramızdaki fark, biz, Allah’ın izniyle her yaşımızda doğruları, yalnız doğruları konuştuk... Vesâyetçilerin, masonların, komünist’lerin ve Ellâ Mezhebiyye mensuplarının diliyle bu nezîh Câmia’ya “Süleymancılar,” iğrenç ta’birini kullanmışsın... Şiddetle ve nefretle reddederim.

Ümmet-i Muhammed Yağmur gibidir. Bereket evvelinde midir, âhirinde midir? Bilinmez.