Pek Muhterem ve Aziz, “İSTANBULLU,” ERTUĞRUL Bey Kardeş’lerimize cevapların devamıdır: 

Aziz Kardeş’lerim. Zikr-i Hafî Yolu’nun, bilinen adıyla, “Nakşibendiyye,”nin, Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizden i’tibâren, teselsül eden ilk Halkası, Peygamber’lerden sonra İnsanoğlu’nun en şereflisi, en faziletlisi, Sıddık-ı Ekber, an Zâtihi’L-Ethâr, radiya’llâhu anh Efendimiz, ikinci Halkası, Sahâbî, Ashab-ı Güzîn’in en âlim ve meşhûr’larından, Selman-i Pâk, Selman-i Fârisî radiya’llâhu anh Efendimiz. Efendimizin, “Selman, Benim ehl-i Beytim’dendir,” buyurduğu mes’ud ve bahtiyâr insanlar’dan. Üçüncü Halka, Tâbiîn’den, Haz.Ebû Bekr es-Sıddîk’ın torunu, Kâsım bin Muhammed’dir (K.S.) rahimehullâh! Silsile-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’ın, tamamı, Sıddık-ı Ekber’den i’tibâren, 33.Halkası, Ebu’L-Fâruk, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazret’lerine kadar, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, aralarından ba’zıları, meselâ, Ebu’L-Fâruk, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazretleri gibi, Medâr Mürşid, Müceddid olmakla birlikte, aynı zaman’da müçtehid idiler. 

Zâhir-i Şer’i Şerifte, müçtehid’lerin, kıyas ve icmâ-i Ümmet ile ortaya koydukları hükümler nasıl ümmeti bağlar ise, Mâverâü’ş-Şerîa, Turuk-u Âliye’nin temelleri, Zikr-i Hafî, Zikr-i Celî olarak ayrı ayrı, va’zedildiğine göre, bundan önce meâlleri verilen, mütşâbih âyet’ler ve hadis’ler üzerinde ictihad’da bulunurlar ve bu ictihad’lar da, ümmet için, aynen zâhir-i Şer’i Şerifte olduğu gibi bağlayıcı olur. 

Turuk-u Âliyye’de, ayrıca, keşf ve ilham yoluyla içtihad, yalnız şeyhi ve mürid’lerini bağlayıcı olduğundan, içtihad sahası daha geniştir. Bilinmelidir ki, keşf ve ilham ile zâhir-i Şer’i Şerif hüküm va’zedilemez, keşf ve ilham, Edille-i Şer’iyye’den değildir. Şer’î hükümlere medâr deliller değildir. 

Zikr-i Hafî Yolunun, Silsile-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’ının, 9. Halkası, Kutbu’L-Aktab, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Müçtehid, Abdü’L-Hâlık Gucdüvânî (k.s.) Efendi Hazret’lerine keşf ve ilham ile, Hızır Aleyhisselâm tarafından ta’lim buyrulmuş, Havâce Müşârün ileyh tarafından va’z ve te’sis kılınan, Hatm-i Hâcegân veya Hatm-i Havâceğan, bu Yolun en ehemmiyyetli rükûn’lerinden birisidir. 

Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Müceddid ve Müçtehid, Hatm-i Hâcegân ile alakalı olarak, şöyle yazmıştır; “Hatm-i Havâceğân’ın vaz’ı Hakikî’si ve Mâhiyyeti; Hatm-i Havâceğân; Tarîkat-i Aliyye-i Nakşibendiyye’nin Erkân-ı Azîme’sinden olup Cenab-ı Hakk’ın emriyle Hızır Aleyhisselâm tarafından Sırr-ı Halka-i Silsile-i Hazreti Havaceğân Havâce Abdü’L-Hâlık Gucdüvânî (Kaddese’llâhu Sırrahulaziz) Hazretlerine ta’lim buyrulmuş, Havace Müşârün iley tarafından va’z ve te’sis kılınmış bir Rükn-ü Rekîn’dir. Bu Tarîkat-i Celîle’de Havace Abdü’L-Hâlık Hazretlerinin Zaman-ı Saâdet’lerinden i’tibâren bu rükn-i Kudsî Mer’iyyü’L-İcrâ olmuş, ona tevessül ve temessük Eshab-ı Vusûl’un en mühimmi ad’edilmiştir. 

Hatm-i Havaceğân: Aslen ve fer’an kitap ve sünnetten me’huz ve muktebesdir. Zirâ; Mutezammin olduğu umûr Allahu Teâlâ’ya İsti’ğfâr ve niyaz’dan, Cenab-ı Resûlü’S-Sakaleyn’e, salât ve selâm’dan, Tahmid ve Tevhid-i Hudâ’dan, Tilâvet-i Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’dan ibârettir. Bunların ityân ve ifası ise, dâhil-i Dâire-i Teklîfât ve me’murât-ı İlâhiyye ve Nebeviyye’dendir. 

Bu haysiyyetle Hatm-i Havaceğân; bid’at ve muhdesattan muarrâ bulunan Kitap ve Sünnet Ahkâm-ı Ameliyye’sinden başka bir şey olmayan, Efdal-i Erkân-i Tarîkat-i Celile’dir.” 

Aziz Kardeşlerim. Deliller’den hüküm inbisat. Hüküm çıkarma, delilleri değer’lendirme müçtehid’lerin işidir. Benim gibi, müçtehid’ler mertebesinde ilmi olmayan’lar, makallid’ler, ehl-i Taklîd için delil, taklid ettiğimiz Mezheb İmamı’nın-müçtehid’in kavlidir, içtihadı’dır, ya da Nisbet-i Sahîha ile nisbet ettiğim, müntesibi olduğum, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Müçtehidimin kavlidir, filidir. 

Değer’li, “Hafızalioğlu,” Kardeşimizin 28.11.2017, saat 17.24, 19.38 i’tibariyle yaptığı yorumların cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. Keşf ve İlhâm, İslâm Kelâm’cılarına göre, Edille-i Şer’iyye’den değildir. Zâhir-i Şer’i Şerif’te, aslâ, hükme medâr olmaz. Ancak, Turuk-u Âliyye’de –tasavvufta, şeyh’in keşfi, ilhamı, rüyâ’sı kendisi için bağlıları, mensûbîni için, delildir. (Tasavvufî umdeler bakımından), Bu bakımdan Mu’teber hadis Külliyatında bulunmayan, hadisçilerin, sıkı eleyip-sıkı dokumalarından dolayı, a’zamî titizlik göstererek kitaplarına almadıkları, daha ziyâde, Turuk-u Aliyye’de, ehl-i Tasavvuf’un i’tibar ettiği, Mâvak’a mutâbîk, Kur’ân-ı Kerim mihengi ile mikyasa tutulduğunda uygun olan, ba’zı hadisler, tasavvuf ve siyer kitaplarında yer almıştır. Bunlar’dan bahsetmek, metinlerde bunlara yer vermek, hâşâ! “Teammüden, benim aleyhime (Aslâ benim söylemeyeceğim şeyleri) yalan’dan uyduranlar, Cehennem’de oturacakları yeri hazırlasın,” vaîdine girmez. 

Dolaysiyle, Mehmed Akif’in şiirine biz hâşâ! Muhatap değiliz. 

Keşke, Devleti Aliyye’mizi inkıraza sürükleyen, Tarih’in, en şiddetli fitnesi, Belâ-i Azîmi, siyonist’lerin, Yahûdî’lerin, Hıristiyanların, gayr-i Millî’lerin teşkîl ettiği, İttihad ve Terakkî’nin Kâtib-i Umûmîsi, (Genel Sekreteri), Muhammed Abduh, Cemâleddin Efgânî, Muhamed Reşid Rıza gibi, Mısır’lı, mason’ların hayranı, azât kabul etmek kölesi, reformist, “Biz, Nûr istiyoruz, Sen zulmet gönderiyorsun,” diyecek kadar Allah’tan şikâyetçi, haddini bilmez birisinin şiirini örnek olarak göstermeseydiniz!... 

Pek Muhterem ve Aziz Kardeşim, Cemali Ay Beyefendi. 01.12.2017, saat 10.55 itibariyle, yorumunuza daha doğrusu, teşekkürünüze mukâbil, bendeniz de samîmî teşekkürlerimi arz ederim. Efendim... 

Pek Muhterem ve Aziz Kardeşimiz, “İSTANBULLU,” Teveccühünüze lâyık olmaya gayret ediyorum. Bilmukabele, selâm ve hürmetler... 

Değer’li ve Aziz Kardeşim İmran TUNA Beyefendi. 

Aziz Kardeşim. Bizler, “Başınıza emîr ta’yin edilen, burnu halkalı bir köle bile olsa, itaat ediniz,” Hadis-i Şerifiyle terbiye edildik. Haz.Üstaz’ımızdan sonra, zâhirî ve dünyevî Umûrumuz için başımıza dikilen emîr’lerimize tam itaat ettik, ediyoruz, edeceğiz. Aksi sâbit oluncaya kadar kimse’nin bu hususta bize bir şeyler söyleme hakları yoktur. Gerçek ma’nada itaat, Yolumuzun düsturuna, esâsâtına hakkıyla riâyetle olur. Bunun için, Müceddidimizin tecdidine tam sahip çıkmak, Sünnet’lere tam temessük, bid’atlerle tam mücadele ile olur. Yoksa, çen-çün, kıyâmete kadar gelenlere itaat edeceğim, gibi ma’nasız, mantıksız bağırıp-çağırmakla itaat olunmaz. 

Hem, sonra, itaat ile müdâhane’yi de birbirine karıştırmamak lazımdır. 

Aziz Kardeşim. Mutlâk İtaat, yalnız, Allah’a ve vahiy ile müeyyed, Allah’ın Resûlü’nedir. Mahlûka itaat, ısyan ile mahduttur. “Lâ Taate Li’l-Mahlûk, ınde Isyânî’L-Hâlık,” 

Haz.Ömer radiya’llâhu anh Efendimiz, Halife seçildiği ilk Cum’a günü Mescid-i Nebî’nin Minberinde, elindeki kılıcını kaldırdı ve “Ey Resûllah’ın Ashabı! İçinizden herhangi biri doğru yoldan saparsa, şu elimdeki kılıcımla onu doğru yola sevk ederim. Yâ Ben doğru yoldan ayrılırsam, siz ne yaparsınız? dediğinde, Ashab-ı Güzîn arasından vücutça en zayıf ve nahif bir zat ayağa kalktı, “Ey Ömer! Eğer, sen de doğru yoldan saparsan biz de seni kılıcımızla doğru yola getiririz.” dedi. Bu cevap karşısında, Haz.Ömer, Allah’a Hamdü senâ’da bulundu. İşte gerçek emirlik budur, gerçek itaat da böyle olur...