Pek Muhterem, Ertuğrul Beyefendi Kardeşimiz. 25.11204, saat 02.53 i’tibariyle yaptığınız yorumun cevabıdır. 

Aziz Kardeşim, bu Yorumunuzda, yorumcu’larımızdan, Değer’li Kardeşimiz, Hafızalioğlu’nun, 23.11.2017, saat 19.38 i’tibariye yaptığı, yorumuna, muknî ve müdellel bir cevap vermişsiniz. Elinize, kaleminize sağlık... 

Aziz Kardeşim. Hafızalioğlu Kardeşimizin, harâretle müdafaa ettiği, Merhûm, Ahmed Hamdi Akseki, “Mezâhibin Telfîkı ve İslâmın Bir Noktaya Cem’i,” adıyla tercüme ettiği, kitab’ın, dibâce’sinde (önsözünde) “Biz bunun için iki çâre buluyoruz; Biri, inanç i’tibariyle birbirine muhâlif fırka ve mezheb’ler –ki, fenalık en çok buradan çıkmıştır- Bilhassa iki büyük fırka olan ehl-i Sünnet ile şîa âlimleri arasında tam bir anlaşma vücuda gelmektir... İkincisi de, fıkıh mezheb’lerini birleştirerek “İslâm Fıkhı,” çerçevesi içinde hareket etmektir. Merhûm Şeyh Muhammed Abduh’ün dediği gibi, “Zamanımız bir mezhebe saplanıp kalarak diğer’lerini nazar-ı i’tibâra almayacak zaman değildir.” 

“Kitabın asıl müellifi de Büyük Üstâd Şeyh Muhammed Abdüh’ün talebesinden ve Mısır’ın ünlü alimlerinden Şeyh Muhammed Reşîd Rıza hazretleridir.” Aynı Kitabın dibâcesinde, Hayreddin Karaman, Merhûm Ahmed Hamdi Akseki’yi değerlendirirken, şunları yazmıştır; “Ahmed Hamdi Efendi’nin eserleri ve fikrî şahsiyyeti üzerinde derîn izler bırakan şahısların başında, Cemâleddin Efğânî, Muhammed Abdüh, Ferid Vecdi ve İzmir’li İsmail Hakkı gelmektedir. İzmir’li hakkında takdir ve düşüncelerini bu kitap’ta görmek mümkündür. Diğer zât’lar hakkındaki kanaât ve inancına ise şu satırlar ışık tutuyor; Eser’in tahririnde (Dînî Dersler, 3. Kitap) Merhûm Şeyh Cemâleddin Efğânî, Mısır Müftüsü Merhûm Muhammed Abdüh gibi mütefekkirin-i İslâmiyye’nin isrine (izine) ittibâ eylemiş bunların eserleriyle beraber Fudalây-i asırdan, Ferid Vecdi’nin muhtelif âsârından da istifade olunmuştur. 

“Bilhassa son asrın büyük İslâm mütefekkirlerinden Mısır Müftüsü Muhammed Abduh Merhûm’un tefsiri mühimdir. (Ve’l-asr tefsiri)... 

İmdi! Ahmed Hamdi Akseki, İzmir’li İsmail Hakkı, Mehmed Akif, tabiî ki, Hayreddin Karaman’ın çok büyük bir hayranlıkla, yâd ettikleri, Muhammed Abduh, şeyhi, Üstadı, Cemâleddin Efğânî, Muhammed Reşîd Rıza, kimlerdir? 

Bu zevât hakkında, Bendeniz, herhangi bir hüküm vermeyeyim, kim olduklarını, hayranlarından, Hayreddin Karaman’dan öğrenelim. “Muhammed Abduh -İstememesine rağmen- Üstadı Efğânî’nin ısrarı üzerine siyâsete atılmış bu yüzden aleyhine bir grup kazanmış leh ve aleyhindeki telakkîler, yazışmalar günümüze kadar devam edegelmiştir. Yine Üstadı’nın isteğiyle ve da’va’sına hizmet gayesiyle mason cemiyetine de girmiş, bilahare bu cemiyetin da’vâ’sını gerçekleştirmeye elverişli olmadığını anlayarak çıkmış ve onunla mücadele etmiş olmasına rağmen, bu da aleyhine bir puan olarak kaydedilegelmiştir.” (Başlangıçtan Zamanımıza kadar İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul 1975, Basım, Sahife 210) 

Yine Hayreddin Karaman, aynı eser’in, 212. Sahifesinde, “Asrımızın müceddid ve müçtehid’lerinden dediği, Muhammed Reşid Rıza hakkında şunları yazmıştır; Gençliğinde sofuca bir hayatı vardı. Şiirler ve ba’zı gazetelerde yazılar yazardı. el-Urvetü’L-Vüsgâ vâsıtasıyla tanıdığı, Şeyh Muhammed Abdüh’ü görmek üzere, Mısır’ı gitti, Abdüh’e talebe ve dost oldu, Üstadıyla-Umûmî hataları ortak olan fikirlerini yaymak, hedefleri olan, dînî, ictimâî, siyâsî ıslahatı gerçekleştirmek için el-Menâr dergisini çıkardı. “Üstadı ile umûmî hataları ortak olan” demek, o da, Üstadı gibi mason’du demektir. 

Aslında, sadece yukarıda isimleri zikredilen, Efğânî, Muhammed Abduh, Muhammed Reşid Rıza değil, 1839 Tanzimattan i’tibâren, Mısır, Câmiatü’L-Ezher’in bütün şeyh’leri (bizdeki karşılığı rektör) ve önemli yerlerdeki zevâtın tamamı mason idiler. Ba’zı mason loca’ları, Allah’a değil ama, kendilerine göre, Kâinatın Mi’mârı, üstün-yüce bir kuvvet sahibine inanırlar. Ba’zı Loca’lardakiler ise, tam ateist’dirler ve hiç güce inanmazlar. Cemâleddin Efğânî İskendiriyye Loca’sına bağlı iken, kendisi tam ateist olduğu için bu loca’dan çıkarılmış Pâris’e gidip, ateist bir Loca’ya, yeniden kaydını yaptırmıştı. 

Dârulfünûn, İlâhiyat Fakültesi müderrislerinden, İzmir’li İsmail Hakkı da, Türkiye’nin ilk farmason’larından olup, dinde reform için çalışmış, kilise’lerde olduğu gibi, cami’lere sıralar konulmasını, ibâdet’lerin ayakta yapılmasını tavsiye etmişti... 

Hayreddin Karaman dâhil bütün bu mason hayranlarının herhangi bir nedamet duymadıklarını biliyoruz. Ancak, Merhûm, Ahmed Hamdi Akseki’nin, gençlik heyûlası ile bu kitabı tercüme ettiği ve bu zevata hayranlık ifade ettiği ve fakat, daha sonra bundan derîn bir nedâmet duyduğu, imkânı olmasına rağmen, bu kitap yeniden basılmamış, nisyana terk edilmiştir. 

Merhûm’un, 1925’de, Diyânet İşleri Müşâvere Hey’eti azası olarak, Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarîh’in tercüme ve şerh’i, ehl-i Sünnet Akîdesine bir meâl ve mufassal bir tefsir yazılması-hazırlanması için, gösterdiği olağanüstü gayret bu nedametinin en büyük delilidir. 

Pek Muhterem ve Aziz Kardeşim, Osman KARAMAN Beyefendi. 

27.11.2017, saat 14.04 i’tibariyle, yaptığınız yorumun, kısa du’a niyaz ve teşekkürünüz için, mukabele eder, asıl, tenvir edici, yol gösterici yorum’larınızı beklediğimi arz ederim Efendim. 

“İSTANBULLU”, Remziyle dâimî Yorumcularımızdan, Pek Muhterem ve Aziz Kardeşimiz. 27.1.2017 - 16:48, 17:04, 18:39, 18:51, 29.11.2017 – 12.37, 30.11.2017, saat 12:57, 12:58, 13:03, yorum’larına, yine daimî Yorumcu’larımızdan, Pek Değer’li ve Aziz Kardeşimiz, Ertuğrul Beyefendi’nin, 28.11.2017, saat 14.37, 30.11.2017 - 02:32, 14:50, 01.12.2017, saat 02.51 i’tibâriyle yaptığı cevâbî yorum’lara umûmî cevaptır. 

Aziz Kardeş’lerim. Uzun zamandan beridir, bu zemin’de, harâret ve büyük bir ümîd ile beklediğim, fevkalâde, nezâket, zarâfet, letâfet, mücâmele, fesahat ve belâgat ihtiva eden bir müsâdeme-i Efkâr’a şahid’lik ediyoruz. Demek ki, hakâret etmeden, incitmeden de mes’ele’lerimizi tartışabiliriz. Uslubu tartışma tarz ve tavrı beğenmiş olmam, elbette serdedilen fikir ve görüşlere katılmam ma’na’sına gelmez. 

“İSTANBULLU”, Kardeşimizin tereddütlerine, Ertuğrul Kardeşimizin verdiği cevaplara umûmiyyetle katılmakla birlikte, “İSTANBULLU,” Kardeşimizin ihmâl ettiği bir hususa işaret’le başlayarak cevaplandıracağım. 

Bütün Hadis Külliyatında, Mütevâter olduğunda ittifak edilen 19 hadis’ten birisi, bütün muhaddis’lerin rivâyet ettikleri, “Cibrîr Hadisi’ne”, göre, Şerî’at, iman, amel, ihsan (ihlas) cüz’lerinden ibârettir. İman ve amel, şârî, (Allah Celle Celâluhû, Allah’ın izniyle Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem tarafından) sarîh hükümlerle, nas’larla, vaz’edilmiş hükümlerdir. Mecelle-i Ahkâm-i İslâmiyye’nin bir maddesi, “Mevrid-i Nâs’da İctihada Mahal Yoktur,” tarzındadır. Sarîh âyet ve tevâtür derecesinde kavlî, fiîlî, sükûtî sünnet vârid ise, artık bu hükümler’de ictihada yer yoktur. İctihad, Birincil ve ikincil (âyet, Sarîh-Sahîh Hadis) delillerde, zahirî-Sarîh hükümler bulunmayan, müteşâbih delillerden, hüküm çıkarmak için müçtehid’lerin, sa’y-ü gayretleriyle, üçüncül ve dördüncül deliller, kıyâs ve icmâ-i Ümmer (Bir asır’daki, ulemâ’nın müçtehid’lerin ekseri’sinin bir mes’ele, hüküm üzerine ittifak etmiş olmaları) 

Azîz Kardeşlerim, “İSTANBULLU” ve ERTUĞRUL Beyefendiler: 

Şerî’at, iman, amel, ihsan (ihlas)’tan ibârettir. Tarîkat, tasavvuf, Mâverâü’ş-Şerîa’dır. Amel’de, zâhir, sarîh, birincil ve ikincil delillerle, sâbit olmayan, hükümler için, ictihâd, kıyas ve icma geçerli olduğu gibi, şerî’atin üçüncü cüz’ü-boyutu olan, İhsan (İhlas)’ta da, ictihad, kıyas ve icma geçerlidir. 

“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmran 3/102) 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe 9/119) “Şüphesiz Allah takvâ sahipleri ve hep güzellikler yapanların yanındadır.” (Nahl 16/128) “O halde gücünüz yettiğince takva sahibi olunuz. (Allah’a ısyan kaçınınız) dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Teğâbün 64/16) 

“Onlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalp’ler ancak Allah’a zikretmekle huzur bulur.” (Ra’d 13/28) 

“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin ve O’nu sabah-akşam tesbîh edin.” (Ahzab 33/41, 42) 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. (Takvâ sahibi olun). O’na yaklaşmaya yol arayın (vesiyle ittihaz ediniz) ve yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 5/35) 

“Onların yalvardıkları bu varlıklar Rab’lerine hangisi daha yakın olacak diye vesiyle ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbi’nin azabı, sakınılacak bir azab’dır.” (İsrâ 17/57) 

Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

Cibrîl Hadisi’nde, Cebrail aleyhisselâm’ın, “İhsan Nedir? Ey Allah’ın Resûlü!” sualine, Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: “İhsan, Allah’ı görür gibi Allah’a ibâdet etmendir. Her ne kadar sen Allah’ı görmüyor-göremiyorsan da, Allah seni her dâim görmektedir.” buyurmuştur.

Aziz Kardeş’lerim, yukarıda, meâllerini verdiğim âyet-i Kerime’ler ve Mütevâter, Cibrîl Hadisi, (Bilhassa, Peygamber’imizin, Cibrîl’in, “Me’L-İhsan?” sualine verdiği cevap bölümü, Müteşebbihat’dandır. Ancak, Müceddid ve müçtehid’lerin ictihadı, Sa’y-ü Gayretleriyle anlaşılacaktır. 

Bu tespitten sonra, “Mâverâü’ş-Şerîa,” olan tasavvuf ve Turuk-u Âliye’de bizzat Şârî, Hazreti Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz tarafından tebliğ ve ta’lim buyrulmuştur. 

Hicreti Nebî sırasında, Hâne-i Saâdetini terk ederken, üzerinde bulunan emânet’leri sahip’lerine teslim etmek üzere, Hazreti Alî Kerreme’llâhu Vechehû Hazret’lerine teslîm ettiği ve müşrikleri idlâl için, Hâne-i Saâdet’lerindeki yatağına yatırdığı gece, kendisine, Zikr-i Celî (Nefy-ü İsbat) “Lâilâhe i’llâh!” esâsâtını tebliğ ve ta’lim etmiştir. Haz. Ali radiya’llâhu anh Efendimizden teselsül eden bu Zikr-i Celî, Tarîkat-i Âliyyesi, daha sonra, bu Yolun Mürşid-i Kâmil, Müceddid ve Müçtehid’lerinden, Gavs-ı A’zam, İmam Abdülkâdir-i Geylânî Hazret’lerine izâfeten, “Kadirîlik,” olarak tesmiye edilmiştir. Kadirî-Kâdirî’lik. 

Ve yine Hicreti Nebeviyye sırasında, müşrik’lerin amansız ta’kibinden kurtulmak için Sevr Mağarasına sığındıklarında, kendilerini ta’kip eden azı’lı müşrik’lerin ayaklarını gördüğünde, Mağara arkadaşı, Sahibi, Sıddık-ı Ekber, an Zâtihi’L-Ethar, Hazret’leri, Resûl-i Ekrem Efendimiz için endişelenince, “Lâ Tahzen, İnne’llâhe Ma’nâ,” (Hüzünlenme, şüphesiz Allah Bizimle beraberdir,) buyururken, kendisine, Zikr-i Hafî’nin, ki, “Allah,” İsm-i Celâli ki, “Allah,” Lafzı, “el-Müstecmiu, bicemî’i’L-Esmâ Ve’s-Sıfât,” (Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını kendisinde cem’etmiştir) “Ey Ebâbekr, “Şimdi, dilini, üst damağına yapıştır ve Kalbinle, “Allah! Allah! Allah!” diye zikretmeye başla buyurmuş ve Zikr-i Hafî’nin, bütün düstûr ve esâsatını kendisine tebliğ ve ta’lim buyurmuşlardır. 

Hazreti Sıddık-ı Ekber vasıtasıyla teselsül eden Zikr-i Hafî Yolu, zaman içinde, Zikr-i Hafî yolunda iştihar eylemiş, Mürşid-i Kâmil, Müceddid ve Müçtehid, Muhammed Bahâüddin Şah-ı Nakşibend Efendi Hazret’leri zamanında onun ismine izâfeten, “Nakşibendiyye,” olarak tesmiye edilmiştir. 

(Cevaplar devam edecek... İnşâ Allah!...)