Pek Muhterem, Ali OSMAN Beyefendi Kardeşimizin, 26.10.2017, saat 23.20 i’tibariyle, “Buhtan-İftira ve İtham’lara Reddiyye!.. (4)” serisiyle alakalı olarak yorumunun cevabıdır. Tasarrufu, himmet’leri, her dâim üzerimizde bulunan Hazretimiz (K.S.) Efendi Hazret’lerinin, bu zemin’de, Kendisine ve Tecdidine vâki iftira, bühtan ve ithamlara cevaplar verildiğinde, himmet’lerinin ziyâdeleşmesi ümîd olunur. Sizlerdeki inşirah, İnşâ Allah! bu sebebe mebnîdir. 

Değer’li Kardeşimiz, “MAHMÛDΔ, Remzini kullanan Beyefendinin, 27.10.2017, saat 08.47 i’tibariyle, “Buhtan-İftira ve İtham’lara Reddiyye!... (4)” serisiyle alakalı olarak yorum’larının cevabıdır. 

Azîz Kardeşim. Evveliyyetle tebârüz ettirmek isterim ki, “Sakal Bırakmak”, Türkçe’mizde öyle ifade ediliyor. Sünnet-i Seniyye’ye uygun bir şekilde sakallı olmak, Sünnet-i Zevâid’dendir. Yâni, sakal bırakmak, farz, vâcip, (amelen farz), Sünnet-i Müekke’de, (amelen vâcip) değildir. Beş vakitte ezan okunması, Ramazan aylarında, mukabele (Hatmi Kur’ân) sünnet-i Kifaye olmakla birlikte, i’tikâf gibi, terki halinde, topyekûn bütün ümmete isabet edecek belâ ve musîbet’lere sebebiyyet verecek Sünneti Hüdâ’dan da değildir. 

Bu zâid sünnete temessük edenler, elbette ecir kazanırlar. Zâid de olsa, herhangi bir sünneti temessük ve ittibâ Şefa’at-i Resûllah’a da, vesiyledir. Fakat, meşrû ma’zeretleri bulunan veya inkâr etmeden, tahkîr etmeden, küçümsemeden, ihmal edenler için azap-itap yoktur. Bunlar, niçin bu sünnete temessük-ittibâ etmiyorlar? diye ta’yip edilemez-kınanamaz. 

Hazreti Üstaz’ımızın tâ başından beridir, Medrese talebeliği, Müderrisliği ve Dersiâm olarak, tecdîd, ihda, irşâd vazifesini deruhte ettiği yıllarda ve Tasarruf-u Hakîkî ve bâtıniyye’ye geçinceye kadar, Sünnete uygun, sakalı vardı. Sünnete uygun sakal “Kabze”, miktarında, parmak uçlarının veya parmakların tutabileceği kadar uzaması-uzatılmasıdır. “Kabze”yi, ba’zı müçtehidler parmak uçlarının tutabileceği kadar uzatılması, diğer ba’zıları ise, çeneden i’tibâren her kişinin, bir elinin dört parmağı kadar uzatılmasıdır, demişlerdir. Hazreti Üstaz’ımız, ikinci şık içtihadı uygun bulmuşlar, şimdilerde “Kirli Sakal,” ta’bir edilen az uzatmayı değil, dört parmak kadar uzatmayı tercih etmiştir. 

Sünnete uygun olmayan, ba’zı, Hıristiyan Mezhep’lerinin papazlarına benzer uzun ve geniş, “Kürek gibi Sakal”, ta’bir edilen sakallar, kişinin, kişilerin, hamakatlarına delâlet eder denilmiştir. Geniş ve uzun, kürek gibi, bir sakalı olan âlim, mutala’ası sırasında, “Uzun Sakal’ın kişinin hamakatine delâlet ettiğine” dâir, ibareyi okuyunca, ışığından istifade ettiği, mumu, eline almış, sakalını sünnete uygun hale getirmek için uçlarından yavaş-yavaş, yakmaya başlamış, uzun sakal yağlı olduğu için, bırakınız sakalı, yüzü-alnı da fecî şekilde yanmış. Bir taraftan yanık acısıyla kıvranırken, “Tiz! Bana, divid-Hokka getiriniz,” diye haykırmış. Divid-hokka getirilmiş, hemen, mutala’a ettiği kitabın kenarına, berkenâr olarak, “El’hak, Savab’dır, Bizzat Tecrübe olunmuştur kaydını düşmüştür. 

Hazreti Üstaz’ımızın ilk talebesi, neredeyse, tamamı, Diyânet İşleri Reisliğinde, müftü-Vâiz, Kur’ân Kursu muallimi, imam-Hatip, müezzin-kayyîm olarak, vazife almışlardı. Her ne kadar, Diyânet İşleri Reisliği bünyesinde de olsalar, devlet me’muru sayıldıkları için, zâten sakal bırakmaları yasaktı. Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde vazife alanların, sakal bırakmaları, Kılık-Kıyâfet Yönetmeliğinin değiştirilmesi üzerine ancak son yıllarda mümkün olmuştur. Zâid de olsa, bir sünnete temessük ve ittiba için yaşlı-genç olmasına bakılmaz, az sayıda yaşlıların dışında mesâfeli olunmasının sebebini ben de bilmiyorum. Hazindir, bu satırların yazarı da onlardan birisidir. 

Aziz ERTUĞRUL Kardeşim. 27.10.2017, saat 23.42, i’tibariyle, muhtemelen, “Buhtan-İftira ve İtham’lara Cevaplar!... (4)” serisiyle alakalı olarak Yorumunuzun Cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. Zaman, “siz haklıydınız, biz haklıydık, gördünüz işte, şimdi biz haklı çıktık,” deme zamanı değildir. Türkiye’de, din eğitimi, bütünüyle felç olmuştur. Dolaysiyle de, Diyânet İşleri Başkanlığı da tıkanmıştır. Ahirzaman alâmetidir; Diyânet İşleri Başkanlığı’na alınacak, imam-Hatip, müezzin-Kayyîm’ler için, İş ve İşçi Bulma Kurumu tavassut etmektedir. Camii’leri, vâiz’siz, imam-Hatip’siz, müezzin-Kayyîmsiz, Kur’ân Kurs’larını muallimsiz bırakamayız. Daha önce de yazmıştım; Diploma ise diploma, sertifika ise sertifika, lisans-lisanüstü, Doktora ve titr ne lâzım gelirse gelsin, is’af etmeliyiz. Zâten, 4-4 neredeyse, mecbûrî gibi, daha sonraki 4, hariçten okutulabilinir. Medrese’lerde, sarf-nahiv, metinler en az okutabilecekleri kadar ta’lim edilir. Hariç’ten, lise seviyesine kadar tahsilini getirmiş olanlar, 2 yıllık Önlisans İlâhiyat Yüksek Okullarının imtihanlarını çok kolay kazanırlar. İmam-Hatip’lik, Kur’ân Kursu muallimliği kendilerine açılır. İlâhiyatta Lisans eğitimi alanlar için de, vâiz’lik, müftülük yolu açıktır. Kendi kabuğumuza çekilerek, sütre gerisinde ne yaparsak yapalım, İslâm’a ve ehl-i Sünnet akidesine ve Yolumuza hizmet edemeyiz... 

Pek Muhterem, “İSTANBULLU”, Remzini kullanarak yorum yapan Değer’li Kardeşimiz, 29.10.2017, saat 21.58, i’tibariyle ve “Yorumculara Cevaplar! (3/52)” serisiyle alakalı olarak Yorumunuzun Cevabıdır: 

Bilmukâbele selâm’larımı sunar, Müstecâb du’â’larınızı beklerim. Efendim. 

Değer’li Kardeşim, Erhan YILDIZ Beyefendi. 29.10.2017, saat 23.49, i’tibariyle yaptığınız yorumunuzun cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. Beyninizde oluşturduğunuz tezâd ve tenâkuz’lar, aslâ bizi bağlamaz. Bu zeminde yazdıklarımızda gerçekten bir tezâd ve tenâkuz varsa, müdellel bir şekilde ortaya koyarsanız, önünüzde eğilir, ceketimizin düğmelerini iliştirir, başta, Zât-ıâlinizden ve diğer bütün bu zemine katkı veren Kardeşlerimizden özür dileriz. İğneleyici, acıtıcı, incitici kelime ve kelâm’a muhatap olmamak için, evveliyetle, siz, acıtıcı, yaralayıcı, incitici sözler söylemeyeceksiniz. “İncinseniz de, İncitmeyeceksiniz.” Bu zemine katkı veren, bütün Kardeş’lerimiz, gerçekten bizim Kardeşimiz, velîni’metimizdirler. Durup dururken insanları niçin “Kınamaya gayret edelim?” 

Azîz Kardeşim. Benim, Devr’in Büyüğünün, emri, izni ve rızasıyla katıldığım bütün toplantılar, yaptığım, bütün görüşmeler, görüştüğüm, bütün zevât, sadece ve sadece, “Def-i Mazarrat, Celb-i Menâfe’attan Evlâdır,” Kâide-i Külliyesi’nin hükmünün is’afı içindi. Bilmem anlatabildim mi?!... 

Bahsettiğiniz toplantıya kimin emri ve müsaadesi ile katıldığımı, niçin katıldığımı da, müsâid bir zamanda ve bir başka vesiyle ile anlatırım... 

Değer’li Kardeşim, İmran Tuna Beyefendi. 05.11.2017, saat 23.52, i’tibariyle ve “Yorumculara Cevaplar ve Mutala’alar!.. (3/3)” serisiyle alakalı olarak yaptığınız – Bu yorumu bir ayda yazmıştım buyurduğunuza göre- bir aylık bir zaman zarfında, yaptığınız yorum’da, daha önce, muhtelif yorumcu zevâta verdiğimiz cevabî yazıları aynen aktarmışsınız... 

Bence bir beis yok! Bu yazılar, Haz.Üstaz’ımızın, Rahle-i Tedrisinde bizzat veya bilvasıta bulunmuş, Evlâdı’nın, İmam-ı Rabbânî Evladı’nın, destanıdır, Şeref Levha’larıdır. Haz.Üstazımızın, Tecdîd, ihdâ ve irşâd’ının, İmam-ı Rabbânî Evladı’nın tarihçesinin satır başlarıdır. 

Uzun aktarım ve iktibas’tan sonra, şahsî yorumunuza bir baktım. Acabâ, yeni bir şeyler var mı, diye? Kusura bakmayınız, yeni hiçbir fikir kırıntısına rastlamadım. Bu bakımdan, uzun uzun cevaplandırma lüzumu hissetmedim. Yalnız, dünya ve âhiret hüsranına uğramamanız için, Sâbikûn’a, hizmet’leri sebkat eden, bu Ümmet’in evvelîni’ne, ta’n etmekten sizi, tahzûr ederim. 

Biz, Haz.Üstaz’ımızın “Bitemâmihâ ve Bikemâlihâ,” tasarrufları tahtında, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’na, (dünyevî ve zâhirî umûr’da) idarecilik etmiş ve etmekte olanlara, bilâ istisnâ, “Büyüğümüz,” ehl-i Beyt’den olan, Üstaz’ımızın göz bebekleri, hafîd’lerine de, “Seyyidimiz, Seyyide’miz,” diye hitap ettik-ederiz. (Lütfen zahmet buyurunuz, bir ay daha çalışarak arşivlerdeki bu husustaki yazılarımızı da bulunuz.) 

Doğumlarını, daha dün gibi hatırladığımız ve Torunumuz yaşındaki Azîz Kardeşlerimize, “Ağabey”, dememiz samîmiyyetsizlik olmaz mı?!... Kaldı ki, “Kardeşliğin”, Arapça karşılığı, kullanıldığı yere göre, “Ehâ, İhve, Ehî, İhve, İhvân,” yerine göre, küçük kardeş-Birâder olarak yerine göre de, Büyük birader, Ağabey olarak kullanılmıştır. 

Aziz Kardeşim. Hani denilir ki, amâ’lar, dolma yiyorlarmış, içerisinden birisi, yanındakine, “dolmaları niçin ikişer ikişer yiyorsun?” demiş, diğerleri, “benim ikişer ikişer yediğimi nasıl gördün?” deyince, “Ben ikişer ikişer yiyorum da, senin de, ikişer yediğini zannettim,” demiş! 

Sizin Beytü’l-Mâl hassasiyetinizin sebebi bunun gibi olmasın!