Pek Muhterem ERTUĞRUL Beyefendi Kardeşimiz. 

25.09.2017, saat 18.27 i’tibariyle yaptığınız yorumun cevabıdır: 

Azîz Kardeşim, alakanıza nezâketinize çok teşekkür ederim. Bu zemindeki yazılar, aslında sizlerin de eseridir. Bu eser’in, gelecek nesillere intikalinde tek başıma muvaffak olamaz isem, elbette, sizlerin de maddî-ma’nevî yapabileceğiniz, yardımları talep ederiz. Hazretimizin irtihalinin üzerinden, henüz, 58 yıl gibi, nisbeten, kısa bir zaman geçmiş olmasına rağmen, pek çok suale cevap veremiyor, pek çok müşkilatı halledemiyoruz. Eğer, bizler bugünkü mes’ele’lerimizi gelecek nesillere kayd altına alınmış olarak aktaramazsak, vay! Onların hâline!... 

Pek Değer’li, “Tülvem Keşmiş,” Remzini kullanan, (Mevlût Şimşek) olmalı... 28.09.2017, saat 20.18 i’tibariyle yaptığınız yorumun cevabıdır: 

Beyefendi Kardeşimiz: Doğrusu, bahsettiğiniz siteyi ve diğer, “Sosyal Medya”, diyorlar, düzenli olarak ta’kip ettiğimi söyleyemem. Bundan sonra ta’kip etmeye gayret edeceğim. 

Değer’li Kardeşim, “ABDULHAK”, remzini kullanarak, 28.09.2017, saat 21.52 i’tibariyle yorum yapan Beyefendi. Adil İlbaylı’yı hatırlamayanlar’dan birisi de, ne yazık bendenizim. Lütfen, benim cehlime ve gafletime veriniz. Lütfeder, bu zât’ın öz geçmişine ve hayatına dâir, ma’lûmat verirseniz, elbette, bir değerlendirmede bulunuruz. Sizin yakından, çok iyi tanıdığınızı, bir başkası tanıyamayabilir. 

Değer’li Kardeşim. “ÇELEBİ,” Remziyle, 30.09.2017, saat 23.25 i’tibariyle yaptığınız yorumun cevabıdır: “Merhûm, Kemal Beyağabeyimiz’in; “Du’â ve İbadetler” kitabını eline alarak “bu kitaptaki yazan hususları, - (Bu kitap’ta yazılan hususları) olmalıydı.- yapmayanlar, Bana, “Ağabey”, demesinler, Ben onların ağabeyim değilim,” sözünü hatırlatırım, buyurmuşsunuz. 

Aziz Kardeşim, bahsettiğiniz, Risalecik’te ta’rif edilen ibâdetler, farz, vâcip, Sünnet-i Müekkede veya sünnet ibadetlerden değildir. Nâfile ibadetlerdir. Nâfile ibadetler, “Tekarrubu il’allah’a vesiyle olur. Terki, i’tabı, azabı mûcip değildir. Yâni, Nâfile ibadet’lerin terki, uhrevî i’tabı-azabı mucip olmadığı gibi, dünyada da, ayıplanmaz, kınanmaz, Kardeşlik münasebetlerinin kesilmesine vesiyle ittihaz olunmaz. Herhangi bir mü’min, irti’dât etmedikçe-mürted durumuna düşmedikçe, ehl-i Sünnet akidesine göre, Mürtekib-i Kebîre bile olsa, Yâni, büyük günahlardan birisini veya bir-kaçını irtikâp etmiş bile olsa, imandan çıkıp-küfre girmediği için, diğer mü’minlerin kardeşidir. Aslâ, iman kardeşliği sona ermez. 

Merhûm, Muhterem Büyüğümüz, Kemal Beyağabeyimiz, ehl-i Sünnet akidesine sahip, müteşerrî bir zât idi. Asla böyle bir kelâm etmemiştir, etmez-edemez. Aksini iddia edenlerin, ne zaman, nerede, kimlerin yanında böyle bir kelâm etmiştir. Şâhidleri kimlerdir. Şahid’ler, sika (mu’temed), güvenilir ve gerçekten bahse konu mevzu’a, vakıf mıdırlar?... Bütün bu suallerin dosdoğru cevaplandırılması gerekmektedir. Sonra hepimiz, her birimiz, “Tesvîlat-ı Şeytanın, oyuncağı durumuna düşeriz... 

Merhûm Büyüğümüz, Kemal Bey Ağabeyimizi biraz yakından tanıdığını iddia eden birisi olarak, uslûbun da Beyağabeyin uslûbu olmadığını söyleyebilirim. 

Pek Muhterem, “İSTANBULLU”, Remzini kullanarak yorumlarda bulunan Beyefendi Kardeşimiz: 02.10.2017, saat 00.51 i’tibariyle yaptığınız yorum-teşekkür’e mukabele ederim. Nezîh, nâzik ve zarîf bir zâta karşı, nezâket harici bir cevap verilebilinir mi? “Uslub-u Beyân, Ayniyle İnsan!” Lütfen, zarafetiniz, nezâketiniz, ayniyle insan, uslub-u Beyanınız’la bu zemine değer katmaya devam buyurunuz, Efendim... 

Muhterem Osman Karaman Beyefendi. 02.10.2017, saat 09.57 i’tibariyle yaptığınız yorumun cevabıdır: 

Azîz Kardeşim. Tıpkı, günümüzde olduğu gibi, 12 Mart 1971 Darbe-i Hükûmetinden sonraki dönemlerde, yine, “Ellâ Mezhebiyye” ve bilumum, Fırak-ı Dâlle kudurmuş, Kelb-i Akûr’lar gibi, ehl-i Sünnet Akîdesine ve ehl-i Sünnete mensup Müslümanlara, zâlimâne, bir şekilde taarruz ediyorlardı. 

O devirde elimizin altında, ehl-i Sünnet Cephesini koruyacak, asr’ımızın, en mü’essir, silah’ları vardı. Günlük, 100 bin tirajlı günlük bir gazetemiz, yine aboneleriyle birlikte, haftalık, 150 tiraja sahip, Haftalık bir Gazetemiz vardı. Bu silahları en müessir ve mâhirâne bir şekilde kullanarak, ehl-i Sünnet cephesini genişlettik, bid’at, dalâlet, Ellâ Mezhebiyye ve bilumum, Fırak-ı Dâlle cephesini hezimete uğratmıştık. Günümüzde ise, onların topyekûn kitle imhâ silahları, -ki, dijital elektronik sistemlerle çalışıyor.- na, karşılık elimizde, çakaralmaz bir, M.K.E.’sü tabancasıyla mukabele etmeye çalışıyoruz. 

Kardeş’lerimizin elinde, asr’ımızın bu en mükemmel ve mü’essir silahlarını üretme-imâl imkânları mevcud. Ellerinde mevcud silahları da, kendileri için çok daha ehemmiyetli, mevzularda kullanıyorlar, “Dicle ve Fırat nehirlerinin debisi, Beyşehir Gölü’nün, Sulama kanalının uzunluğu, Bağdat-Hicaz Demiryollarının projeleri ve sâire gibi... 

Elbette, “Elimizde mü’essir Silahımız yoktur,” diye mücadele’den vazgeçecek değiliz, elimizdeki mevcud silahlarımızla, gerektiğinde de, göğüs-göğüse mücadele edeceğiz. Yazılarımızla, yorumlarımızla, va’az ve nasîhatlarımızla, konferans ve sohbetlerimizle, nereye kadar kimlere ulaşabiliyorsak, “yılmak yok, mücadele devam”, diyoruz. Bu Yorumunuz dahî, bu mücadele’nin bir parçasını teşkil ediyor... 

M.Öztürk Kardeşimizin, 02.10.2017, saat 19.02 i’tibariyle, 3/46 seri yorumlar’la alakalı olarak yaptığı Yorum’un cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. 50 yıldan beridir, olduğu gibi, bundan böyle de, “Ellâ Mezhebiyye’ “Ehl-i Sünnet”, dışındaki Fırak-ı Dâlle ile, Tasavvuf ve Turuk-u Âliyye düşmanlarıyla mücâdele ve mücâhade’ye devam edeceğiz. Elbette sizleri de bu mücadele’de, şimdiye kadar olduğu gibi hep yanımızda olmanızı beklerim. 

Değer’li Kardeşim, Abdullah Kara Beyefendi. 03.10.2017, saat, 11.17 i’tibâriyle Yorum’unuza cevaptır: 

Azîz Kardeşim. Miğde’leriyle, doğu’daki bir yakın komşumuz, devlete bağlı olanlar, Yüce İslâm Dini’ni, Yahûdî, Abdullah İbn-i Seb’e tarafından dizayn edilmiş, beşerî bir sistem olan, Şîa’ya benzetmeye çalışıyorlar. Bunun için, evveliyetle, tasavvuf- Turuk-u Âliyye’ye, tasavvuf’un büyüklerine, saldırıyor, onları i’tibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Akabinde de, tabiî ki, ehl-i Sünnete hücum ediyorlar. Bunların nihâî hedefleri, beslendikleri efendileri gibi, Tarîkatsiz, mezhepsiz, her şeyiyle kuşa çevrilmiş, ilâhî olmaktan çıkarılmış, Saânî’lik, Acem ve försî’lik asabiyyeti üzerine bina edilmiş, “din,” diye yutturulmaya çalışılan, “Mollalık”, rejimi, beşerî bir sistem... 

“İSTANBULLU”, Remziyle, 07.10.2017, saat 11.58 i’tibâriyle, 3/47 serî “Yorum’lara Cevaplar,” yazısıyla alakalı olarak, yaptığınız Yorum’un cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. “Hatâ,” kasıdsız, istemeden düşülen vaziyettir. “Rabbimiz! Unutursa veya hata’ya düşersek bizi sorumlu tutma”, (Bakara 2/286).. Bunlar amden, (bilerek ve kasıd’lı olarak) Yüce İslâm Dini’ni tahribe yönelmişlerdir. İlk nazar’da, doğrudan İslâm düşmanlığı’na cesaret edemedikleri için, Dinin Rükn-ü Sâlisi, tasavvufa, Turuk-u Âliyye’ye, tasavvuf ve tarikatin ulu’larına saldırıyor, onları, i’tibarsızlaştırmaya gayret ediyorlar. Daha sonra ve ikinci etap’ta, Din’in, Rükn-ü Sânîsi, amel’e, içtihada-ehl-i Sünnet Mezheplerine saldırıyorlar. Düşman ne kadar kalabalık, ellerindeki silahlar ne kadar müessir ise de, “İnne’l-LLÂHE Meanâ,” Büyük bir irade ve azimle, mücâdele ve mücahade’ye devam. Elbette sizleri de her dâim, yanımızda, önümüzde, arkamızda olduğunuzun şuur ve huzuruyla, Efendim. 

Elbetteki, “Tekarrüs-ü,” değil, “Tekarrüb-ü”, olacaktı. 

Dr.Abdullah Cevdet (vefatı, 1932 İstanbul), 1904’den vefatına kadar, zaman zaman, haftalık, zaman zaman, 15 günlük olarak neşrettiği “İCTİHAD,” Dergisinde neşrettiği bir Şiir’inde, “Ben bu Vatan’ın Öksüzüyüm,” mısraı, mürettip hatası sonucu, “Ben bu Vatanın Öküzüyüm,” tarzında çıkmıştı. Bâbıâlî’de hayretle karşılanan ve “İCTİHAD,” Dergisi’nin elden-ele dolaştırıldığı günlerde, Abdullah Cevdet Bâbıâlî Yokuşundan aşağıya doğru inerken, Yokuşun başlarında Merhûm, Süleyman Nazif Bey ile karşılaşır. Süleyman Nazif Bey, hınzır-hızır, gülerek, Dr. Abdullah Cevdet’in yüzüne bakar. Abdullah Cevdet Bey vaziyeti çakar, “Yâ Mîrim! Ne yapabiliriz ki, “Hâtâ-i Mürettip,” der. 

Süleyman Nazif Bey, “Mîrim! Hatâ-i Mürettip değil, bilakis, “Savab-ı Mürettip,” diye karşılık verir. 

“Kalem Olsun Eli, O Kâtib-i Bed’tahrîr’in, Ki, 

Kâh, Bir Harf Sukutuyla Nâdir’i Nâr Kılar; 

Kah, Bir Nokta Kusuruyla Gözü Kör eyler! 

Haksızlık etmeyeyim. 2002’den beridir, Arapça, Farsça, uzun terkipler ve teşbihlerle dolu, yazılarımı, büyük bir vukuf ile tertip eden, Editör’üm, Muhtereme, Filiz Argut Hanımefendiye herhangi bir ta’rizim yoktur. Kendilerine sonsuz teşekkürler. 

Buradaki harf hatası, (tashîh hatası) Bendenize aittir. 

Daktilom’da, (Meraklısına, Bendeniz, hâlâ, Yazılarımı, 50 yıllık emektar, “brother, Deluace 1350”, Daktilom’da yazıyorum). “S” ve “B”, harfleri yan yana, zannederim, “B” harfi yerine, “S” harfine basmış olmalıyım. Tashih sırasında gözden kaçmış... Bütün okuyucularıma özür beyan ederim. 

Pek Muhterem, Muhammed Ataş Beyefendi Kardeşimizin, 06.10.2017, saat 15.31 i’tibariyle yaptığı Yorum’un cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. Bütün benliğinizle bağlı olduğunuz, Mürşidiniz, müceddidiniz hakkında, böylesine bir şen’î iftira ve bühtan karşısında, Salâbet-i Diniyyenizle, bu iftira ve bühtanın yer aldığı kitabı yırtıp atmanız, gayet normal ve fakat kâfi değil... Sizin bir nüshayı imhâ etmeniz, diğer binlerce nüshanın imhası değildir. Onun için aynı vasıtalarla cevaplandırılması gerekir, işte biz bunu yapmaya çalışıyoruz... 

Değer’li Kardeşimiz, ERTUĞRUL Bektaş Beyefendi’nin 07.10.2017, saat 20.40 i’tibariyle ve 3/47 “Yorumcu’lara Cevaplar”, üzerine yaptığınız Yorum’un Cevabıdır: 

Aziz Kardeşim. Bundan böyle, Yorumcu’ların, Yorum tarihleri ve yorum saat’leriyle birlikte, Zâtıâliniz gibi belirtmeleri halinde yorum’un hangi yazı ile alakalı olduğunu da kayde geçireceğiz...