İSTANBULLU” Remziyle yorum yapan Değer’li Kardeşimizin, 07.08.2017 tarihinde, 21.19 i’tibariyle yorumuna cevap ve mutala’a...

Aziz Kardeşim, Vacip, (Amelen Farz), vacip kılınmış, (Adak-Nezir), veya nâfile olarak kesilen kurbanlar, adı üstünde, “KURBAN,” (Takarrusü İl’allah), Allah’a yaklaşmak için kesilir. Eti’nin, derisinin, bağırsaklarının, kemik ve tırnaklarının, kuyruğunun, herhangi bir gerekçe ile satılması, ma’mul hale getirilerek, (salam-sucuk-pastırma) nakde tahvil ile başka maksad’lar için (Hayrî işler de olsa) aslâ caiz değildir.

Kurban Bayramında fazla gelen etleri satarız, ya da sucuk yaptırarak, ma’mûl hale getirir bilâhere satarız. “Bu yıl, bize emânet edilen vekâlet kurbanlarını, Gaziantep’te kestirdik, Ankara’da çok iyi bir ücret’le sattık, parayı, başka hizmet kalemlerine harcayacağız,” demekle, “Kurban Bayramında hayvanların boğazlanması, bir “Hayvan Katliam’ıdır, “Vahşîce hayvanları boğazlayacağınıza, esas olan infaktır, bedelini fakirlere verirseniz, kurbanı’nızı da kesmiş olursunuz,” diyen Şiî, Profesör, Hüseyni Hâtemî’den, Kuran bir sadaka’dır, sadaka’nın küçüğü-büyüğü olmaz, bir horoz da kesseniz kurban yerine geçer, hem kesmenize de gerek yok, bedelini sadaka olarak verebilirsiniz,” diyen Zekeriyya Beyaz’dan ne farkınız kalır? Aklınızı başınıza toplayın! Kurban bir ibadettir. İbâdeti sulandırmaya, ındî fikirlere göre yorumlamaya hiçbir kimsenin ama, hiçbir kimsenin, hakkı yoktur, haddine de değildir.

Pek Muhterem, OSMAN KARAMAN Beyefendi Kardeşimizin, 08.08.2017 Saat 12.39 i’tibâriyle yaptığı yorumun cevabı ve mutala’a:

İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni Hazretleri, Hicrî 2.Bin’in sonuna kadar ve belki de İlâ mâşâ Allah! Sârî olmak üzere, Müceddid’dir. Asr’ımızın Müceddidi, Hazreti Üstaz’ımız, Müceddidiyye Kolu’nun son Müceddidi’dir. İmam-ı Rabbânî Evlâdı ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretlerinin müntesibi olduklarını iddia edenlerin, hepsinin, en birinci vazifeleri, Üstaz’larının tecdîd hareketine sahip çıkmak, ehl-i Sünnet dışındaki bütün Fırkak-ı Dâlle ile ara vermeden, amansızca, mücadele etmektir. Bu mücadele’de, muvaffak olabilmemiz için, şartlarını yerine getirerek, yeniden, minberlere, mihrablara, kürsî’lere dönmemiz gerekiyor.

Bütün şart’larını yerine getirerek, tecdid hareketine katılmak, Fırak-ı Dâlle ile mücadele hepimize Farz-ı Ayn’dır. Bu mücadele’de, başta, Diyânet İşleri Başkanlığı ve diğer vakıf ve şahıslarla, işbirliği gerektiriyorsa, işbirliğine gidilebilinir. Diyânet’le işbirliği, gerekli şartları yerine getirerek, Diyânet kadro’larına talip olmakla mümkün olabilir.

1950’li yılların sonlarında, Türkiye’mizde, ne “Ellâ Mezhebiyye,” ne Şîa, ne de, F.T.Ö./P.D.Y. ve ne de, diğer Fırak-ı Dâlle fitnesi vardı. İstanbul-Beyazıd, İstanbul Üniversitesi ve Sahaflar Çarşısı çevresinde, Sahaflar Çarşısında, yan yana, kitabevleri bulunan, Şemseddin Yeşil ile, Merhûm, Muzaffer Ozak’ın kitabevlerinde, ba’zı üniversite’li gençlere, Haz.Muaviye radiya’llâhu anh, Efendimiz aleyhinde, konuşmalar yapılması, Anadolu’dan gelmiş bu tertemiz, ehl-i Sünnet Akîdesine mensup, genç’lerin zihinlerinin bulandırılması üzerine, Müceddid, harekete geçer, talebe’sinden ba’zılarını yanına alarak, devrin, İstanbul Müftüsü, Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazret’lerinin yanına, Fatih Camii’ne gider. Fatih Camii’nin Avlusuna ulaştıklarında, tevâfuken, Ömer Nasûhî Efendi Hazret’leri de, Camii’n Avlusunda, yakınlarda bulunan evine doğru ağır adımlarla ilerlemektedir. Süleyman Efendi Hazret’leri, yanında bulunan talebe’sine, “Hoca Bizim arkasında olduğumuzun farkında değil, kendisine bir ökse yapalım,” der. Elindeki bastonu’nu, tersinden tutar, talebeye de tenbihte bulunur.” Sakın hâ! Ökseyi diz altından yaparsanız, Hoca yere düşer, dizüstü kabadan yaparsanız bir şey olmaz. Ökse yapılır, Ömer Nasûhi Bilmen Efendi Hazret’leri, arkasına dönüp-bakınca, karşısında, Süleyman Efendi Hazret’lerini bulur. Çok samîmî bir şekilde “Muâneka,” ederler, kucaklaşırlar. Süleyman Efendi Hazret’leri, “Hocam! Biz, size geliyorduk. Burada tesâdüf etmiş olmamız, tam bir tevâfuk olmuştur,” der. Ömer Nasûhî Efendi, “Fakirhâne’ye buyurunuz, acı bir kahvemizi içiniz. Hocam! Bizim de başka işlerimiz vardır, hem, Zât-ıâlinizi daha fazla rahatsız etmeyelim. Şemseddin Yeşil’in ve de, Muzaffer Ozak’ın ba’zı üniversite talebe’sine, ba’zı, sahâbe, hususiyle Haz.Muaviye radiya’llahu anh, Efendimiz hakkında iftirada bulundukları kulağımıza gelmektedir. Bunları susturmak ve bunlara cevap teşkil etmek üzere, Kılıçlaşmış Kaleminizle, Ashab-ı Güzîn hakkında bir eser yazmanızı sizden rica’ya geldim.” Emriniz Bâşım Üzere Efendim! İnşâ Allah! En kısa zamanda Ashab-ı Güzin hakkında bir kitap yazacağım,” der. Karşılaştıkları gibi, pek samîmî bir şekilde birbirlerine veda ederler.

Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazret’leri, “ASHAB-I GÜZÎN HAKKINDA MÜSLÜMANLARIN NEZÎH İ’TİKADI,” adını verdiği kitabı yazdı. Kitap ancak, 1960’lı yılların başlarında neşredilebildi. Süleyman Efendi Hazret’leri, Tasarruf-u Sûrî ve Tasarruf-u Dünyevî’de bulunduğu yıllar’da, dünya gözüyle bu Kitabı göremedi. Devr’in Büyüğü, Cennetmekân Beyağabeyimiz, bedelini cebinden ödeyerek bu kitap’tan çokça almış, bizlere hediye etmişti. Bütün Kardeş’lerimize de, bu eseri harâretle tavsiye etmişti. (Bu eser’in yeni baskıları hâlen kitabevlerinde mevcud olup isteyenler bulabilirler. Bid’atle, fitne ile, Fırak-ı Dâlle ile mücadele böyle olur.

ERTUĞRUL BEKTAŞ Beyefendi. 09.08.2017, Saat 02.12 i’tibariyle yaptığınız yorumun cevabı ve mutala’a:

Aziz Kardeşim. “Düşene Vurulmaz,” diye bir Atasözümüz vardır. Bendeniz, Mehmed Görmez’le, 2002 yılından, Prof.Dr. Ali Bardakçıoğlu’nun Diyânet İşleri Başkanı olduğu tarihten beridir, tanırım. Doktora’sını, Doçentlik ve Profesörlük tezlerini, Marmara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi, Lisanüstü bölümü Profesörlerinden Ramazan Ayvallı’nın yanında vermiştir. Tanıyabildiğim kadarıyla ehl-i Sünnet akidesine sahiptir zannediyordum. Kendi yüzlerine karşı söylediğim için burada açıklamamda da bir mahzur yoktur.

Kendilerine, “Sizin hepinizde, “Ellâ Mezhebiyye,” virüsü vardır. Mes’ele bu virüsün bünyenizde ne kadar tahribat yaptığıdır,” diyordum.

ALİ OSMAN Beyefendi Kardeşimizin 13.08.2017, saat 13.17 i’tibariyle yorumuna cevap ve mutala’a: Doğru söylüyorsunuz. Asıl diyalogcu’larla, misyoner zihniyyeti mensuplarıyla, kol kola, F.T.Ö./P.D.Y. Deccali ile mücadele edilemez. Şerîr, F.T.Ö.’nün, zihnî yapısının temellerini, Said Kürdî’nin risâlelerindeki, “Semâvî Dinler,” “İbrahimî Dinler,” “Edyân-i Selâse,” “Birinci Dünya Harbinde bize karşı savaşan Hıristiyanlar şehid’dirler, mükâfatlandırılacaklar, cennete girecekler,” Asıl inkarcılara karşı (komünizm) ehl-i Kitap ile işbirliği yapmamız, sürekli onlarla diyalog halinde bulunmamız, (meâlen) gerekir gibi nice küfür kelâm’ları oluşturur.

Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesindeki F.T.Ö.’lerin hazırlardıkları raporlarla Devletin parasıyla, Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından, Said Kürdî’nin risaleleri bastırılmıştır.

Bu Risâleler, hangi boşluğu doldurmuştur, hangi ihtiyaca cevap vermiştir? Diyânet İşleri Mensupları ve Müslümanlar bu risâlelerden ne ölçüde yararlanmışlardır?

Sadece, bu ihânet bile, vebâl olarak, Mehmed Görmez ve ekibine yeter...

İSMAİL,” remziyle, 12.08.2017, saat 10.38 i’tibariyle yaptığınız yorum için teşekkür ederim. Bu zemine katkı vermeye devam etmenizi hasseten rica ve istirham ederim. Efendim.

ÜVEYS,” Remziyle, 14.08.2017, saat 02.07 i’tibariyle yaptığınız yoruma cevap ve mutala’a: Doğrudur, Efendi Hazret’leri, bütün şart’ları, sonuna kadar zorlayarak, Tedrisat sisteminde yetiştirdiği talebe için, Diyânet İşleri Reisliğinde, müftülük-vaiz’lik imtihanları açtırır, kazananları, çok kısa bir zaman zarfında, müftülüklere, vaizliklere ta’yin ettirirdi. Müftülük makamına ta’yin olunan müftü’ler de, bulundukları il ve ilçe’lerdeki boş bulunan kadro’lara imam-Hatip, müezzin-kayyım olarak ta’yin ederlerdi.

Şart’lar zorlanmalı, okulsa okul, diploma ise diploma, önlisans, lisans ise, önlisans-lisans her şartta, mihrab’lara, minber’lere, kürsî’lere dönülmelidir. Bu topraklar’da, gönül coğrafyamızda, ehl-i Sünnet akidesinin devamı buna bağlıdır ve bizim boynumuzun borcudur...

OSMAN KARAMAN Beyefendi’nin, 14.08.2017, saat 10.15 i’tibariyle yaptığı yorumun cevabı ve mutala’a: Değer’li Kardeşim. Kim tarafından yazıldığı nerede ve hangi tarihte bastırıldığı belli olmayan bir risalecikten başka, Hazretimiz hakkında yazılan hâtıratta ve bizzat Hazretimize izafe edilen Risale’lerde, işaret buyurduğunuz gibi, bir kayda rastlamadık. Zât-ıâliniz, bizzat, Merhûm, Büyüğümüz Cennetmekân, Kemal Beyağabeyimizin bir ses kaydından bahsediyorsunuz. Merhûm Büyüğümüzü, hâşâ! Ve sizi aslâ tekzip edecek durumda değilim. Ne var ki, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid Haz.Üstazımızı da aslâ tekzîp söz konusu edilemez.

Hazreti Üstazımız, 16 Eylül 1959 tarihinde irtihal buyurup, Tasarruf-u Hakîkî’ye geçtiğine göre, 40 yıl 16 Eylül, 1999 tarihinde dolmuştur. Ayrıca, 40 yıldan sonra ilâve bir 18 yıl daha geçmiştir. Şu ana kadar, yeni bir mürşid ve müceddid gelmediğine, Haz.Üstaz’ımızın tasarrufu, bitemâmihâ ve bikemâlihâ devam ettiğine göre, bunu bir şekilde izaha mecburuz. Daha önce, Yorumcu’larımızdan birisine verdiğim cevap’ta tafsilatıyla anlatmaya çalışmıştım. Mukaddes Metinlerde (âyet ve hadis), ba’zı tasavvufî beyanlar’da zikredilen sayılar-rakamlar, sarahaten o rakamları, sayıları ifade etmez, kıllet veya kesretten (azlık veya çokluktan) kinaye’dir. Meselâ, Tevbe Suresi, 80. Âyeti Kerimesinde, “Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kerre bağışlanma dilesen de, Allah onları bağışlamayacaktır,” Burada geçen, “Seb’în,” (Yetmiş) rakamı, yetmişi değil, “ne kadar çok istiğfar edersen et, yine Allah onları bağışlamayacaktır,” demektir.

Hazretimizin 40 yıl beyanı, “uzun yıllar benim Tasarrufum devam edecek,” demektir. Günlük konuşmalarda, Türkçemiz’de, uzun bir zamanı, uzun yılları ifade etmek için, Kırk Yılı, sık sık kullanırız. “Kırk Yıl Düşünsem Aklıma gelmezdi,” “Kırk yıl Nasîhat etsen, hiçbir faydası olmaz,” bu kabil kesretten veya kılletten kinayelerdir.

Evet, Hazretimizin, irşâd, ihdâ ve tecdid emânetini kendisinden sonra bir başka zât’a devretmediği doğrudur. Haz.Üstaz’ımızın, irşâd, ihdâ ve tecdid emanetinin ve Tasarrufunun, bitemâmihâ ve bikemâlihâ, elyevm, devam ettiği de aslâ şüphe götürmez bir hakikattir...