“İSTANBULLU,” Remziyle yorumlar’da bulunan, Değer’li Kardeşimizin yorum’larına verilen cevap ve mutala’aların devamıdır. 

Değer’li Kardeşim. Doğrudur. Hak Din Kur’ân Dili, Tefsirinin Müfessiri, Merhûm, Elma’lı, Muhammed Hamdi Yazır, Diyânet İşleri Reisliği yapmamıştır. Kendisi, dersiâm’lardan olup, 2.Meşrûtiyet döneminde, Meşrûtiyet Meclisi’nde meb’us olarak bulunmuştur. Cumhuriyet Döneminde, tam bir inziva hayatı yaşamış, bütün vaktini Tefsir yazmak ve diğer eser’lerini hazırlamakla geçirmiştir. 27 Mayıs 1942 tarihinde İstanbul-Erenköyü’ndeki evinde ebediyyete intikâl edinceye kadar, Cum’a Namazları hariç, Erenköyü’ndeki evinden hiç çıkmamıştır. Ba’zıları çıkmayış sebebinin, büyük Tefsirini tamamlayamama endişesine bağlasalar da, gerçek sebebi, bizzat kendileri, Süleyman Efendi Hazret’lerine ifade etmişlerdir. “Süleyman Efendi!” Meşrûtiyet Meclisi’nde, Sultan 2. Abdülhamid Han-ı Sânî Hazretlerine karşı yaptıklarımızdan dolayı, değil, Allah’ın huzuruna, Allah’ın kullarının huzuruna bile çıkmaya yüzümüz yoktur. Onun için inzivaya çekildim, günler, geceler boyu, Rabbime yöneldim, Tevbe-i Nasûh ile tevbe ettim,” demiştir. Süleyman Efendi Hazretleri, “Ben, Hamdi Efendi’nin, bihakkın tevbe ettiğine, nâdim olduğuna şehâdet ederim,” buyurmuştur. 

Bilindiği gibi, Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır, 2. Meşrûtiyet Meclis-i Meb’usanında, Abdülhamid Han Hazret’lerinin Taht’dan indirilmesi için hazırlanan Fetva’nın tesvidini yapmıştır. 

Ekseriyetle karıştırılır. 1966-1968 yılları arasında, Diyânet İşleri Reisliği yapan, İbrahim Edhem Elmalı’dır. İbrahim Edhem Elmalı, 1950’li yılların sonlarında, İstanbul-Üsküdar Müftüsü iken, İstanbul Müftüsü, Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazret’lerinin, Haziran 1960’da Diyânet İşleri Reisliği’ne getirilmesi üzerine, İstanbul Müftülüğüne ta’yin edilmiş ve bu vazifesini, 1966 yılında Diyânet İşleri Reisliği’ne ta’yin edilinceye kadar sürdürmüştür. Tabiî ki, Merhûm Büyüğümüzü, ne Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır ile, ne Merhûm, İbrahim Edhem Elmalı ile mukayese kâbildir. 

“İSTANBULLU,” Remziyle yorum yapan Değer’li Kardeşimiz. 

İnsanları kılık-kıyâfet’leriyle değerlendirmek, sınıflandırmak, kabûl veya red, Cumhuriyet’in ilk yıllarından kalma, bir devrin yobazlığı sanıyordum. Zira, bu yıllar’da, Anadolu’nun her tarafından fakirlik dizboyu, kılık-kıyâfet tam bir perişanlık halinde idi. Ankara’da, Dışkapı, denilen yerden i’tibâren, kılık-kıyâfetleri düzgün olmayanlar, Meclis’in, Vekâlet’lerin, Hâricî misyonun bulunduğu yerlere sokulmazlar, geri çevrilirlerdi. Hattâ, Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. Yılında, bir marş yazan, Aşık Veysel, bu marşını takdim için Mustafa Kemal tarafından, bizzat Ankara’ya, da’vet edilmiş olmasına rağmen, kılık-kıyafeti düzgün değildir, gerekçesiyle Dışkapı’dan içeri almamışlar, memleketi Sivas-Şarkışla’ya geri göndermişlerdi. 

Hazreti Üstaz’ımız, Medrese-i Kuzâtta’n arkadaşları, 1924’de, Medrese’lerin kapatılması üzerine, hâkimlik, müddaî Umûmî’lik, (C.Savcılığı), Avukatlık mesleğini tercih edip, sakallarını-bıyıklarını kestirip, matruş hâle geldikleri, kravat bağlayıp, devrimbaz’lar gibi giyindikleri halde, çenesinden i’tibaren, Mübârek ellerinin dört parmağı kadar, uzun, sakalını, kaşlarıyla mütenâsip Mübârek bıyıklarına hiç dokunmadı. Vücud-u Mübâreke’leri tam mevzun, iri gözleri, minkârî burnu ile, Ceddi, Haz.Fatih Sultan Muhammed Han Hazretlerine benzerdi. Kıyâfeti ise, dersiâm’lara mahsus, dikine çizgili, daha ziyâde kahve renkli, diz kapaklarına kadar uzun bir ceket, aynı kumaştan yelek, içeride, yakalı, beyaz gömlek, dublesiz, şalvar-pantolon arası genişçe bir alt giysi, mevzun Mübârek vücuduyla tam tenâsüplü bir kıyâfet... 

Haz.Üstazımız, ömründe hiç veçhile kravat takmamıştır. 

Merhûm Büyüğümüz, Cennetmekân, Kemal Beyağabeyimiz, klasik, dik yakalı, dikine çizgili veya düz laciverd veya kahverengi kumaşları tercîh ederdi. Yakalı, beyaz-mavi veya dikine çizgili gömlek giyerdi. Takım elbisesini mutlakâ, yelekle tamamlardı. Aslâ konfeksiyon ma’mulu giymez, vücud ölçülerine göre elbiselerini terziye diktirirdi. Ömründe hiç Mokasen ayakkabı giymedi, bağcıklı ıskarpin tercih ederdi. 

Parlamento’da bulunduğu yıllar’da, Avrupa seyâhatlerinde, devlet ricâli ile temas’larda kravat bağlar ve fakat ilk fırsatta, otomobil içinde, ziyârethâne’yi veya Yurd’larımızdan birisini teşrif’lerinde, hemen kravatı çıkarır, eline alır, tebessümle, “Ne yapacaksın, işte Medeniyyet Yoları,” derlerdi. 1940-1950’li yıllarda da, Anadolu’nun muhtelif yerlerinden kopup, İstanbul’a tedrisat için, Haz.Üstazımızın kapısına gelen fakir aile çocukları, kendi kıyâfetleri, el dokuması yün veya kıl çuhadan elde dikilmiş şalvar, yine aynı kumaş’tan, ceket, setre, kebe veya salta, lastik ayakkabı, yün çorap başlarında şapka veya poşu ile geldiler. Hüsnü Kabûl ile tereddütsüz tedrisat sistemine dâhil edildiler. En fazla iki yıllık bir tedrisattan sonra, Diyânet İşleri Reisliğince açılan, vaizlik-müftülük imtihanlarını kazanarak, müftülük makamına oturdular, Sümerbank-Merinos Kumaşından takım elbiseler diktirdiler, beyaz yakalı gömlek giydiler, kravat taktılar. 

Hazreti Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, kılık-kıyâfet mevzu’unda, renk ve şekil şartı getirmemiştir. Bulunduğu yerlerdeki, Mekke, Medine’deki insanlar hangi kıyâfetleri giymişseler, Haz.Peygamber de aynı kıyâfetleri tercih etmiştir. Farklı giyim-kuşamı olmamıştır. Enes İbn-i Mâlik, Efendimizin, elbiselerinde “Bürd-ü Yemânî’yi,” tercih buyurduğunu rivayet etmiştir. “Bürd-ü Yemânî,” Yemen’de dokunan, pamuk ve keten karışımı, beyaz ve kahverengi arası renk’de bir kumaştır. (Bu işin uzmanlarının beyanlarına göre, sıcak iklimler’de ve diğer bölgelerde yaz mevsimlerinde, en sağlıklı giyecek, en sağlıklı giysilerdir.) 

Turuk-u Âliye’lerden, Zikr-i Hafî Yolunun, Nakşibendiyye Kolu’nun Saâdâtı, kılık-kıyâfet mevzu’unda, herhangi bir renk ve şekil şartı getirmemişler. “Bizim Zâhirimiz Halk ile, Bâtınız Hak iledir,” buyurmuşlardır. 

Bizzat bendeniz de duydum. 30’lu yaşlarındaki genç bir hocaefendi, “İmam-ı Rabbânî Evlâdı, yaz ve kış takım elbise giyer, kravat takar, kışları da üzerlerine pardösü veya palto giyer,” diyordu. 

Birileri sorsaydı, “Aziz Hocam! Mekke’de-Medine’de, yurt’larımız var, buradaki Kardeşlerimiz de mi takım elbise giyip kravat bağlayacaklar? 

Ya da Memleketimizin Güneydoğu-Güney ve Akdeniz Bölgelerindeki Kardeşlerimiz yaz aylarında da mı takım elbise giyip-kravat bağlayacaklar. 

Rabbim, Encamımızı hayr eylesin!.. 

ERTUĞRUL BEKTAŞ Beyefendi Kardeşimiz. 

Bizim, Minberleri, mihrab’ları ve kürsüleri boşalttığımızdan i’tibâren, eski devirlerde olduğu gibi, Doğu ve Güneydoğu ile Karadeniz Bölgelerinde de, ilim tahsili tamâmen terk edildiği için, tek kaynak, İmam-Hatip Okulları, İlâhiyat Önlisans ve Lisans Programları kaldığından, Diyânet’de, daha ne bekliyorduk ki!... “Ellâ Mezhebiyye,” virüsü bir kerre bünye’ye girdi mi tahribatın ne ölçüde olduğu kestirilemez. 

Her mevzu’da tam anlaşamasak bile, ehl-i Sünnet ve’L-Cemaat yolunda – Sırat-ı Müstekîm’de, asgarî müşterekimiz olanla tam bir tesânüd içerisinde olmamız fevkalâde ehemmiyete haizdir. Bahsettiğiniz zevâtın mücadelesini takdîr ediyor, muvaffakıyetleri için kendilerine du’â’cıyız.