Aziz Kardeşim, “HAKSÖYLER,” Remzini kullanan Beyefendi: 

Biz, vazifemizin gereğini, an şartını yerine getirmeye çalışıyoruz. Bunun için, teşekkür etmenize hiç gerek yok. Misyonumuzu ve vazifemizi ifa ederken yaptığınız yardımlar, verdiğiniz destek için, asıl bendeniz, sizlere teşekkür borçlusuyum. 

Aziz Kardeşim. Hafezan Allah! Bir kerre, bid’ate tevessül edilmiş, i’tikâden ve amelen dalâlet tercîh edilmiş ise, nerede durulacağı hiç belli olmaz. 

“Onlar cennet içindedir. Günahkârlara; sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler. Biz namaz kılanlardan değildik, Yoksulu doyurmazdık. (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk. Ceza gününü de (kıyâmet) yalan sayıyorduk. Sonunda bize ölüm gelip-çattı.” (Müddessir 74/40-47) 

Cemaatle nâfile namaz kıldırılması bid’at, gündüz kılınan bir namazda cehrî okumak, sehv-i Secdeyi getiren bir vâcibin terki, bir kerre, bid’at vâdisinin bataklığına daldınız mı, başkaları gibi dalmaya hep devam edersiniz. Tâki, yakîn ölüm gelinceye kadar. Kitap’ta var, sünnette var, kıyas ve icmâ-i ümmet’de var, diyemeyeceğine göre, “Sen büyüklerimizden daha iyi mi biliyorsun? diyecekti... 

Pek Muhterem, OSMAN KARAMAN Beyefendi: 

Değer’li Kardeşimiz, ALİ OSMAN Beyefendinin öngördüğü ve Zât-ıâlinizin de temas buyurduğu, husus ile alakalı olarak; Bir kerre, Yolumuz, adı üstünde, Zikr-i Hafî Yolu’dur. Tâ bidayetten i’tibâren, yazılı kültür’den ziyâde sözlü kültür, nesilden nesile sohbet ile aktarılagelmiştir. Husûsiyle, Hazreti Üstaz’ımızın, irşâd, ihdâ ve tecdîd vâzifesine fiîlen başladığı yıllar, kendisinin ve bir avuç müntesibinin yakın ta’kip’te olduklarını biliyoruz. O yıllar’da, bırakınız, not tutma, mektup yazma, sarâhaten konuşma bile mümkün değildi. Aslında bu ta’kip, Müceddid’in, Tasarruf-u Hakîkîye geçişine kadar devam etmiştir. Hazretimizin Tasarruf-u Hakîkî’ye geçişinden sonra, Merhûm Büyüğümüz, Kemal Beyağabeyimizin, tevâkuşlar, nevzuhûr, velîler(!), olaçıkagelenler, dediği, ba’zı kimseler çıkıp da, “Hazretimiz, şöyle buyurdu, böyle buyurdu, diye ortaya bir şeyler attıklarında, önce, bir tereddüt geçirir, sonra, “Ben işlerim dolaysiyle, her dâim, Hazretimizin yanında bulunamayabiliyordum. Vâlide Sultan’a, Bedîa ve Ferhan Sultan’lara ve Ali Dayı’ya (Ali Yılmaz) bir soralım, böyle bir şey duymuşlar mı,” diye... 

Daha sonraları ise, söylenenlerin, Kur’ân-ı Kerim’e, Sahîh Sünnete, ehl-i Sünnet akîdesine, Zikr-i Hafî’nin, Tarîkat-i Âliyye-i Nakşibendiyye’nin esaslarına, uygun olup-olmadığına bakardı. Uygun ise kabûl, değilse şiddetle reddederdi. 

Günümüzde, maalesef, düşündüğünüz gibi bir faaliyet hiç mümkün görünmüyor; Hazretimize izâfe edilen, “Mektuplar ve Mesâil-i Mühimme ile alakalı, önemli tereddüt’lerin izâlesi için yaptığım bir araştırma sırasında, tecrübesine, ilim ve irfanına i’timad ettiğim, ba’zı ağabey’lerle de görüştüm, “Görmedim, duymadım, bilmiyorum,” dedikten sonra, “Sakın ha! Benimle görüştüğünü filan yazmayınız,” dediler. 

Dert değil, elimizde, şaşmaz, ezelî-ebedî, İlâhî, Peygamberî kıstaslar, mihenk taşları var. Ehl-i Sünnet Akâidi, ehl-i Sünnet Fıkhı, Zikr-i Hafî, müceddidiyye Kolu’nun, miğyârı, Mektubat-ı Kudsiyye vardır. Hazretimize, ağabey’lere, sizin ta’birinizle, abla’lara izafe edilenler, yukarıdaki kıstaslara uygun ise, ne âlâ! uygun düşmüyorsa tereddütsüz reddederiz. 

Aziz Kardeşim ALİ OSMAN Beyefendi: 

Hadis rivâyetinde ta’kip edilen yolu Usûl-ü Hadisi, burada bekleyemeyiz. Yalnızca Son Müceddid ve Mürşid-i Kâmil hakkında değil, Hadis Rivayetindeki usuller dahilinde, Silsile-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’dan menkîbeleri sağlam delillere dayanan, Sıddık-ı Ekber anzâtihil’-Ethâr, Selman-ı Farisî radiya’llâhu anhûma, hariç, diğerlerinin menkıbeleri hakkında çok fazla ma’lumata sahip değiliz. Silsile-i Zeheb’in 9.Halkası, Abdü’lhâlık Gucdüvânî Hazretlerinin, Hatm-i Hacegânı tertip etmesi, 15. Halkası, Muhammed Bahâüddîn Nakşibend (k.s.) Hazretlerinin, “Zâhirimiz Halk ile, Bâtınımız Hakk ile,” sözünden başka, menkıbelerine dair bildiklerimiz sınırlıdır. Diğer’lerinin hakkında ba’zı kitaplarda aksettirilen menkıbeler ise, hatalarla, za’aflarla ma’lûldür. 

Pek Muhterem, “HAKSÖYLER,” Remzini kullanan Kardeşimiz: 

İnsanoğlu’nun fıtratında maalesef, hased illeti vardır. Gıpta etmek-imrenmek “O’nun gibi olmaya çalışmak,” ne kadar güzel bir haslet ise, hased, “onun gibi olamayınca onu yok etmek, yok farz etmek,” de, o kadar çirkin bir haslettir. Hased, (kıskançlık,) umûmiyetle, erişilmek istenilen bir makam ve mevki’ye birden çok talibin bulunması durumunda zuhur eder. 

İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın mütekaddimîn’i, kendisinden başka herkesi, kendisinden, ilim, amel ve takva bakımından üstün görür, erişilecek bir makam ve mevki varsa, kendisinin değil, diğer kardeşlerinin daha lâyık olduğunu düşünür, talip olmadığı gibi, makam ve mevkiye tensip edilenlere elinden geldiği kadar yardımcı olurdu. Kıdeme, hele hele, Hazreti Üstaz ile Hâl-i Hayatında müşerref olmuş, bizzat veya bilvâsıta, Rahle-i Tedrisinde bulunmuş, ağabey’lere sonsuz hürmet edilirdi. 

“Teşbih’de hata yoktur,” denilir. “Kediler, ulaşamadıkları ciğerlere mundar,” derlermiş. Yeni nesillerden ba’zılarının, artık aslâ ulaşamayacakları yerlerde bulunan ve artık Ender-i Nâdirette bulunan, ağabeylerine karşı tutumlarını böyle izah etmek mümkündür. Bunu da, bizim tabiî karşılamamız gerekir, diye düşünürüm. 

Hem sonra, Sevgili Peygamber’imizin, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazret’lerinin bir Hadis-i Şerifi’ni de akıldan çıkarmamalıyız; Şöyle buyuruyorlar: 

- “Öyle bir zaman gelecek, Ümmetimin âhiri, evveline la’net edecek?!...” 

Pek Muhterem, “HADİMLİ,” Remzini kullanarak, yorum yapan, sual tevcih eden Değer’li Kardeşimiz: 

KADİR MISIROĞLU Ağabey, bir Karadeniz Çocuğu, Trabzon-Akçaabat’tan Mûezzin bir baba’nın çocuğudur. Tahsilini, ilk, orta, Trabzon’da, Devletimizin normal okullarında tamamlamış, İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesinden me’zun, bir Avukat’tır. Fakat, kendisi klasik ma’nada avukatlık yapmamış, daha ziyâde, Osmanoğulları dramı ve tamâmen çarptırılmış, yakın Tarihimizle alakalı kitapların te’lifi ve neşri ile meşgul olmuştur. Hâlen de, kitap neşriyatı ve televizyon programlarıyla meşgul olmaktadır.

1970’li, yılların ortalarında ve sonlarına doğru, SEBİL isimli, haftalık, bir Dergi çıkarmış ve bu Dergi, Bendenizin, Umum Müdürü olduğum, Matbaa’da basılmıştı. Hafta’nın bir-kaç günü, bir araya geldiğimiz olurdu. İ’tikâden ve amelen, ehl-i Sünnet ve Hanefiî, Mâtürîdî’dir. Erbakan Hoca ile birlikte siyâset yaptı. 1971 ve 1980 Darbe-i Hükûmetleri zamanında, hapse atıldı. 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonra, İngiltere’ye iltica etmek zarûretiyle karşı karşıya kaldı. Türkiye’deki bütün malvarlığına devletçe el konuldu. 

Kadir Ağabey, bütün tezad, ifrad ve tefrid’leriyle, kendi Nev-i Şahsına münhasır bir zattır. 

Osmanoğullarının dramını yazarken, Devlet-i Aliyye’mizin inkırazını anlatırken, en ziyâde, suçladığı, devlet olan, İngiltere’ye iltica etmiştir. Devlet-i Aliyye’mizin inkırazının başlangıcı kabul edilen, Tanzimat Dönemi ricâli ve Jön Türk’lerin alâmet-i Fârikası olan gömlek ve kravatla sokaklara çıkmıştır. Yunanistan’dan alınma ve Sultan Abdülaziz zamanında geldiği için, “Aziziye,” denilen Fes’i de, başına takıp dolaşmıştır. Hâlen de dolaşmaktadır. 

“LOZAN HEZİMET Mİ ZAFER Mİ,” Kitabını, Merhûm, Beyağabeyimizin telkin ve teşvikleriyle yazdığı bir şehir efsanesidir. Beyağabeyimiz, kendileriyle ba’zı tesâdüflerin dışında bir-kaç kez’den fazla görüşmemişlerdir. Fakat, herkesi takdir buyurduğu gibi, Osmanouğllarının dramı, çarptırılmış yakın Tarihimizle alakalı kitapları ve Ahbes ile alakalı görüşlerinden dolayı Kadir Mısıroğlu’nu da takdir etmişlerdir. 

Bu arada, Değer’li Ertuğrul Kardeşimizin, Kadir Ağabey’le alakalı, yorumunun tamamına olmasam bile, büyük ölçüde katıldığımı ifâde etmek istiyorum. Bizler, her konuda olduğu gibi, şahıslar hakkında da ifrad ve tefride düşmemeliyiz. Nihâyet, bu insanlar, Vahiy ile müeyyed, ismet sıfatıyla muttasıf, “Lâ Yuhtâ velâ Yüs’el,” değillerdir. Meziyet’lerinin sanında elbette hata ve kusurları da vardır. 

Bize karşı vaziyetine gelince: Nihâyet, ayrı disiplinlerden geliyoruz, karşılıklı muhabbet ve hürmete dayalı münasebetlerimiz olmuştur ve hâlen de devam etmektedir. Rabbimden kendilerine sıhhat ve afiyet içerisinde, uzun bir ömür temennî ve niyaz ederim.

Mübârek Kurban Bayramı’nızı tebrik eder, Milletimize ve İslam Âlemine hayırlara vesile olmasını temenni ederim. M.A.