Pek Muhterem ve Aziz Kardeşim, ALİ OSMAN Beyefendi: 

Hazreti Üstaz’ımızın, Tasarruf-u Bâtînî ve Hakîkî’ye geçişinden sonraki yakın yıllar’da, hasbelkader, şu veya bu şekilde, kendileriyle müşerref olmuş, ba’zı, kimseler ki, aralarında, Haz.Üstaz’ımızın, Çamlıca’da, teşehhüd miktarı uğradığı bir çay bahçesinde, garson’luk yapan birisi de vardır. –Merhûm, Büyüğümüz, Cennetmekân, Beyağabeyimiz, bunlar için, “Tevâkuşlar,” Hazreti Üstazımızın ta’biriyle, “Olaçıkagelmiş, Nevzuhûr, velîler(!)” derdi. Sağda-solda, “Ben, Efendi Hazret’lerinden duydum ki,” ile başlayan, şer’i Şerif’e uymayan, tasavvuf ve tarîkatte, ifrad ve tefrid ba’zı şeyler nakletmeye başlayınca, devrin Büyüğü, Şer’i Şerif’e, Sırr-ı Hafî Yolu, Tarîkat-i Aliyye-i Nakşibendiyyenin temel esaslarına aykırı olanları, hemen reddeder, bir daha böyle şeyler söylememelerini zecrî bir şekilde reddederdi. 

Üzerinde durulması, te’emmül edilmesi gerekenleri ise, “Ben, dünyevî işlerim dolaysiyle her dâim yanında olmak isterdim, çabalardım, fakat bu mümkün olmazdı. Bu bakımdan, her dâim, yanında bulunanlar, Vâlide Sultan Hafîza ana’ya, Bedia ve Ferhan Sultan’a ve de Ali Dayı’ya (Merhûm Ali Yılmaz), bir soralım, gerçekten, Hazretimizin Fem-i Saâdet’lerinden böyle söz sadır olmuş mudur, olmamış mıdır? diye tahkîk ederdi. Makamı cennet olsun, Büyüğümüzün bu dikkat ve ihtimamı olmasaydı, bugün görülen pek çok bid’at ve hurâfe daha o günler’de başlamış olurdu. 

Aziz Kardeşim, Türk Milleti’nin Kültürü, nesiller boyu, dilden dile aktarıla gelmiştir. Maalesef, sağlıklı, yazılı bir kültüre sahip değiliz. Devlet Erkini en iyi kullanan, Osmanoğulları, Devleti Aliyye’mizde bile, ilk çağlarında bir Vak’a-Nüvis yoktur. “Günübirlik Yazışma, ne devlet hayatında vardır, ne de ricâl-i Devlet arasında vardır. İlk çağlar Osmanlı Tarihi bile yarım asır, bir asır sonrası anlatılan hikâyelere dayandırılır. Onun içindir ki, meselâ, Hacı Bayram Velî’nin Pâyitaht Edirne’ye celp edilmesi, birbirini nakzeden iki hikâye ile anlatılır. İlmine, fazlına, ma’nevî makamına hayran kalındığı için, ya da Devlete ısyan ettiği için, Edirne’ye celp edilmiştir. 

Günümüzde, Hazretimize izâfe edilen ve bizlere ulaştırılan’lar, Merhûm, Mehmed Akçelioğlu’nun, (Biletçi Mehmed Bey,) tuttuğu notlar, bunlardan ba’zıları kitaplaştırılmıştır. Bunlar arasında, “Amme Cüz’ü Tefsir Notları,” Nûr Âyetinin, (Nûr Suresi, 35. ve ta’kip eden âyetlerin), tefsiri notları, Risâle-i Kibrît-i Ahmer, Risâle-i İksir-i Ulûm ve Ma’rifet, Mektuplar ve Ba’zı Mesâil-i Mühimme, Ödemiş’li Merhûm Ziya Sungur’un dersler sırasında tuttuğu notlar ve Hazretimizin Rahle-i Tedrisinde bulunan, ba’zı talebe’nin tuttuğu notlardır. 

Bunların arasında, uslûp ve Tasavvufî derinlik bakımından, Hazretimize ait olduğunda hiç şüphe olmayan, “Risâle-i Kibrit-i Ahmer, Risâle-i İksir-i Ulûm ve Ma’rifet, risaleleridir ki, Devrin Büyüğü, Merhûm Kemal Bey Ağabeyin emriyle ve büyük bir i’tina ile bastırılmış mükemmel bir cild ve kapakla, ba’zı, İhvânımıza hediye edilmiştir. “Mektuplar ve Ba’zı Mesâil-i Mühimme, Risâlesinin büyük bir bölümündeki uslûp ve derinlik, Hazretimize aid olduğunu gösteriyor. Fakat, baş tarafında, bilhassa, 12. Sahife’de, verilen bilgi hem zihinleri bulandırıcı hem de, bugüne kadar elde ettiğimiz bilgiler ve inancımızla tam bir zıddiyet teşkil etmektedir. Çok ciddî tahlile ihtiyaç vardır. Amme Cüz’ü Tefsir notlarının ve Nûr Âyeti’nin tefsir notlarının da Hazretimize aid olabileceğini düşünüyorum. Ziya Hoca’nın ve diğer talebe’nin ders sırasında tuttuğu notları çok sağlıklı bulmuyorum. Hazretimizin Mübârek Fem-i Saâdet’lerinde çıkanları, ayniyle, kelime kelime, değil, kendi idrâkleri algıları ölçüsünde kağıda dökmüşlerdir. 

Yol Haritamız, Tasavvufî bir müşkilimizde başvuracağımız, kaynak, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Fâruk es-Sirhindî (k.s.), Efendi Hazret’lerinin, MEKTÛBÂT-I KUDSİYYE’sidir. Mevcudu kalmamış, ancak ba’zı, Kütüphaneler’de, Nâdîde Eser olarak muhafaza edilmekte olan, MEKTÛBÂT, Hazreti Üstaz’ımızın himmetleriyle, her ne kadar, dünyevî tasarruf günlerine yetiştirilememiş ise de, Devrin Büyüğü, Merhûm, Beyağabeyimiz tarafından bastırılmış, Günümüzde Kitap Satışı yapılan Mekân’larda rahatlıkla bulunabilmekte, hepimizin Kütüphane’sinde bir veya birden fazla nüshaları bulunmaktadır. 

Bize aktarılan-aktarılacak herhangi bir söz-haber, Hazretimizden veya Ağabeyimizden, Kitaba, Sünnete, Zikr-i Hafî Yolu, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’ye uygun ise onlara aid olabilir, değilse bile doğrudur, isaf edilebilinir. Hazretimiz, Mürşid-i Kâmil ve Müceddid olduklarından, onun Fem-i Saâdet’lerinden, sünnete aykırı, bid’atleri tedâî ettiren, herhangi bir söz-kelâm sudur etmez. “Yok Efendim, şurada, Cemaatle tesbih namazı kıldırmış, yok, Efendim, şuraya gittiğinde, sorulmuş da kılınabilir, buyurmuş.” bu kabil sözler, Sünnet’leri ihya, bid’atleri ifna için, tensip edilmiş, bir Müceddid’e iftira ve buhtan’dan başka bir şey değildir.  

Aziz Kardeşim, “Ağabeyimiz buyurmuşlardır ki,” diye başlayan ve Ağabey’in hiç haberi olmadan, Bölgesinde ihvan arasında istediklerini yaptıranlar, asıl günümüzde daha çoktur. Hangi Ağabey, Asgarî ücret kadar bile herhangi bir geliri bulunmayan, evine bir ekmek götürmekten aciz, ihvan’dan beşer lira, onar lira toplayın, hâşâ! Peygamberimizin veya Hazretimizin ruhu için kurban kesin,” diyebilir. –Kurban’dan önce taze et ihtiyacı demek ki, böyle karşılanıyor.-

Önceki zamanlarda, şer’i Şerif’e, Sünnete, Yolumuzun esaslarına aykırı bir emir tebliğ edildiğinde, sorgulayan, bu emrin, şeriate, sünnete, Yolumuzun esaslarına, aykırı olduğunu söyleyebilen bir-kaç kişi çıkabilirdi. Artık, bunlar da yok... 

Aziz Kardeşim. Bu satırlar yazılıyorken, 23 Haziran 2017 Cum’a, Günü, Saat 16 sularında, Sosyal Medya dedikleri, internet ortamında, bir tevâtür döndürülmeye başlanmıştır; Benim Telefon’uma da düşen, tevâtür, aynen şöyle: “ÖNEMLİ NOT,” “Bu hadis-i Şerif Tekâmül’de bizzat Ağabeyimizden duyulmuştur. “Ramazan-ı Şerif’in son Cum’a gününde kılınan keffâret namazı... 

Hadis-i Şerif, Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki; ümmetinden birinin kaza’ya kalmış namazı varsa Ramazan ayının son Cum’ası, Cum’a namazı ile ikindi arası 4 rek’at namaz kılsa, 400 (dörtyüz) senelik kaza namazı kılmış gibi olur. Bir insan dörtyüz sene yaşamadığı gibi, bu kadar da borcu olmaz bu sebeple, kendi kazasından artan, annesinin, babasının ve evladı’nın kaza namazlarına keffaret olur, buyurdu. 

Ağabeyimiz, bu namaz 4 rek’at olarak kılınır. Birinci rek’atte 1 fatiha, 10 Âyete’l-Kürsî, 2. rek’atte, 1 fatiha, 15 İnnâ âteynâ (yâni Kevser Suresi), 3. rek’atte, 1 fatiha, 3 Kâfirûn Suresi, 4. rek’atte 1 fatiha, 3 ihlas-ı Şerif okunur. 

NİYYET: Niyet ettim Allah rızası için namaza, evvelden üzerimde olan kaza namazlarının keffaretine (kazaya bıraktığım ve kazasını geciktirdiğim namazların günahlarının af olunması için keffaret namazı kılmaya) diye, niyet edilir.

Hikâye uzun, hulasa ederek gelecek yazıda vermeye çalışacağım. Bu asparagas haber, kimin telefonu’na düşmüşse, hiç tereddütsüz, hemen zincirine ve yakınlarına iletmiştir. Haberi alanlar hiç düşünmeden, “Böyle bir şey olabilir mi, şerîata uygun mudur, değil midir? Hiç düşünmeden, vakit geçirmeden, binlerce belki de onbinlerce ihvân ve ahevât abdest’lerinin alıp ta’rif edildiği gibi bu dört rek’atlik namazı kılmışlardır. 

Nezîh Câmia’mıza karşı bu Sû-i Kasd ve tertip neyi gösteriyor? Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil’in yolunda, katıksız, katışıksız, ehl-i Sünnet mensubu bu nezîh Câmia’yı, sünnetlere uymaktan alıkoyup, bid’atlere tevessül etsin, diye gizli bir el, işi Hazret-i Peygamber’e iftira ve bühtana kadar götürerek (Hadis uydurmakla) bu husustaki mücadelelerine ne kadar ehemmiyet verdiklerini göstermiyor mu? 

Kullanılan kelimeler, “Ümraniye, Ağabey, Tekâmül, Sohbet’leri,” Câmia’nın bütün ferd’lerinin hassas olduğu i’tiraz edemeyecekleri, medlûlü olan kelimelerdir. 

Bu tertip ve Sû-i Kasd dahî yıllardır, bütün sövmelere ve hakaretlere rağmen, Sünnete Tetebbû ve bid’atlerden hazer edilmesi hususundaki çabalarımızın haklılığını göstermiyor mu? 

Bu tertibi ve Sû-i Kasdı yapanların içimize soktukları, içimize sızmış kaç kişi vardır? 

Ankara’da, üstelik Fetvâ Hey’etinde olduğunu söyledikleri, bir Zat-ı Muhterem, 64 yıl öncesinden haber veriyor, kaldıkları Bağ evinde, güyâ, Efendi Hazretleri cemaatle tesbih namazı kıldırmış da bir tek bu zât-ı Muhterem şahid olmuş!... Geçiniz Efendim. Bağ evinin Kısıklı’dan uzaklığı 6-7 kilometre kadardır. Efendi Hazretleri, burayı zaman zaman, Ehibbâ’dan, Hacı Refik Bürüngüz’ün veya Hacı Nafiz Çelebi’nin otomobili ile gelir, şöyle kapıdan evlâdını dünya gözüyle görür ayrılırdı. Efendi! Böyle bir iddia ile sen hangi tertibin peşindesin!...