Pek Muhterem, ALİ OSMAN Beyefendi Kardeşim. 

Benim İhtisas Saham, Diyânet İşleri Başkanlığı’dır. Eğer, Akademik saha’ya intikâl etseydim. Herhalde, Doktora Tezim, Diyânet İşleri Başkanlığı ve faaliyet sahası hakkında olurdu. Devamını bekleyiniz, Efendim... 

Değer’li ve Sevgili Kardeşim, “Ayyıldız,” Remzini kullanan Beyefendi. Devamı gelecek İnşâ Allah!... 

Pek Muhterem ERTUĞRUL Beyefendi. 

Kin, gadap, öfke, hakâret, câhillerin, Üstad’ın ta’biriyle, “Kaba softa, ham yobaz’ların,” sık sık, başvurdukları bir yoldur. Edep ve güzel bir uslûp dairesinde tartışılmayacak hiçbir mevzu’umuz yoktur. 

Şerî mes’elelerdeki Salâbet-i Diniyyesi, muasırı olan herkesçe müsellem, Haz.Üstazımız, Ramazan günü, kuşluk vaktinde, sucuklu yumurta ile kahvaltısını yapıp, aynı gün, öğle namazından sonra, Üsküdar, Gülnûş Vâlide Sultan Camii’nin Kürsü’süne çıkıp, “Orucun Fazileti”ni anlatan, Bosna’lı, Sarı Abdullah ile arkadaşlık kurabiliyor, iyi münasebetler içerisinde olabiliyor. 

“Men Kazara Liahîh-i Çûkura, Fakad Düşere Kendûsî,” “Er-Refîk-u, (Eş-Şerîkü de olabilir) Ke’l-Kardaş, Velev Kâne Kızılbaş,” esprileri de Hazretimize aiddir. 

Onun yolunda oldukları iddiasında olanlar, Sünnet’lere tetebbû, bid’atlerden hazer edilmesi hususlarında bir şeyler yazdığımız’da, ağızlarına geleni, söylemekten geri durmuyorlar. Her bir Büyük Zât’ın olduğu gibi, Haz.Üstaz’ımızın da, Mücâdele-Mücâhade, Salâbet-i Diniyye yanında, bir de, Beşerî veçhesi vardır ki, bu hususta da bir çalışma yapıyorum. Belli bir mesâfe kat’ettiğimde, sizlerle paylaşırım. 

“ÜVEYS,” Remziyle yorumlarda bulunan Pek Muhterem ve Değer’li Kardeşimiz: 

Birileri, arkadaşlığı, ağabeyliği, dostluğu, vefayı bir tarafa bırakmış ise, bizi hiç ama hiç alakadar etmiyor. Bizim Üstazımız, (k.s.) Efendi Hazretleri, “Biz, bir yıkık değirmenin başında kırk yıl bekleriz,” buyurarak, vefaya, kendisinin, vefakârlığa, ne kadar ehemmiyet verdiğini ifâde buyurmuştur. Bu zemine katkı vermeye devam buyurunuz. Bu da, Sizin Vefanızın bir gereğidir. 

Pek Muhterem, Ali OSMAN Beyefendi: 

İki yıl, bir ay, 12 gün, önce, bir kaza geçirmiştim. Bu müddet zarfında, hastahane’lerde geçirdiğim zaman, evde kaldığım zaman’dan çok fazladır. Üç ameliyye geçirdim, kolum enfekte olduğu için, uzun müddet tedâvî, ameliyat sonraları Fizik Tedâvî Seans’ları vs. 

Bu müddet zarfında imkânlar ölçüsünde, yazılarıma devam etmeye gayret ettim. Rakamlar’da, tarih’lerde, zühûller olabilir. Fakat verilen da’vet (mesaj) önemlidir. 

Bu yazıyı, “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!... (3/37)” Serlevhalı, yazıyı, 22 Haziran 2017 Perşembe günü, saat 17.00 sularında yazıyorum. En son neşredilen yazı, 19.06.2017 tarihinde neşredilen, “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!.. (3/25)” serlevhalı yazıdır. Bu vaziyette, sırada neşri bekleyen, daha 12 yazı bulunmaktadır. Geçici bir tedbir olarak, “CUM’A SOHBETİ,” Köşemizde, bir hafta kendi formatında, bir hafta, “Yorumcu’lara Cevaplar” formatındaki yazılar neşredilecek, böylece, stok’taki yazıları eritmiş olacağız. Yazıları okurken, rakamlara, tarihlere fazla takılmadan verilen da’vete (mesaj’a) itibar buyurunuz. Efendim. 

Pek Muhterem ve Değer’li Kardeşimiz, Osman Karaman Beyefendi: 

Aziz Kardeşim, Devr-i Saâdet’lerinde, İstanbul’da, talebe’nin iaşe ve ibâte işleri, Hazreti Üstazımızın, talebe arasından veya dışar’dan vazifelendirdiği, vekilharç’lar tarafından idare olunur’du. Hazreti Üstazımız, belli yerlerdeki, gıda ve ihtiyaç satan yerleri ta’limatlandırır, vekilharç’lar, talebe’nin ihtiyacını buralardan karşılarlar, Haz.Üstazımız da, belli aralıklar’la ödemelerini yapardı. Bu yıllar’da, her birini, rahmet’le, minnet ve şükran’la yâd ettiğimiz, Merhûm, Büyüğümüz, Cennetmekân, Kemâl Bey Ağabeyimiz, Konyalı, olarak meşhûr olmuş, Merhûm Mustafa Doğanbey, Kayseri’li, Hacı Refik Bürüngüz, Kayseri’li, Hacı Süleyman Kuşculu, İzmir-Kınık, Yörük bey’lerinden, Hacı, Mehmed Üretmen, Bartın’lı, Lütfullah Kocabaşoğlu, Düzce Cum’ayeri’nden, Hacı Ahmed Şen, Alanya’lı, Kıvrasıllı, Hacı Mustafa Arıkan vb. zevât, Hazreti Üstaz’ımıza, nakdî ve aynı yardımlarda bulunuyorlar, ihtiyaç duyduğu her şeyi karşılıyorlardı. 

Merhûm, Mustafa Doğanbey’in, Konyalı Lokantasından gönderilen, kıkırdak, (kavurma yapılırken etin yağının oluşturduğu, hafif yağlar,) yemeklere müthiş bir lezzet verirdi. Talebe aralarında, “Konyalı’ya kavurma, bize kıkırdak,” diye espri yaparlardı. Taşra’da, yine her birini, rahmetle-minnetle ve şükran’la, yâd ettiğimiz, Bolu-Düzce, Cumayerinde, Hacı Ahmed Şen, Alanya’da, Kıvrasıllı, Hacı Mustafa Arıkan ağabey’lerin, Muhterem Merhum Pederleri), Konya’da, Merhûm, Hacı Mehmed Tanık, amcalar, tek başlarına, bütün talebe’nin iaşe ve ibâtesini te’min ederlerdi. 

O yıllar’da kurslarda-yurt’larda, israf yoktu, hoca’lar talebe önlerine konulana kanaat ederlerdi. 

Devrin Büyüğü, Merhûm Kemal Bey Ağabeyimiz, inşaat, iaşe ve ibâte işinin dernek ve vakıf adamlarına aid olduğunu, hoca’ların, kesinlikle mâlî işlere bulaşmamaları gerektiğini ta’limatlandırmıştı. Dernek ve vakıf Başkan’ları, hoca’ların her istediklerini yerine getirmezler, imkânlar ölçüsünde ve istenilen ma’kûl, ve zarûrî ise, ancak yerine getirirdiler. Meselâ, 18 yaşında bir hocahanım’ın, rengini beğenmediği için, henüz, yıpranmamış, yurd’un tamamındaki halıları, milyonlarca TL. ödeyerek değiştirmezlerdi. Hiç unutmam, İstanbul, Zeytinburnu, Taşcamii, Kur’ân Kurs’unda, Tekâmül okutan Hoca’mız, Mehmed Arıkan Ağabey, üçüncü kattaki odası’nın yanına, küçük bir banyo yapılmasını istemişti de, Dernek Başkanı ve Veznedar, Merhûmlar, Mehmed Yıldırım, Mehmed Orhun, “Şimdi paramız yok, ancak talebe’nin iaşe ve ibatesi için harcama yapabiliyoruz,” diyerek Hoca’mızın talebini karşılamadılar, Hoca’mız da, kırılmadı, darılmadı, “Mâdem öyle, imkânımız gelişince yaptırırız,” deyip geçiştirmişti. 

İlim Adamları, hoca’lar, insanlar arasında, vücudumuzun en mühim uzvu, kalp gibidirler. Sevgili Peygamber’imiz, “Agâh ve mütenebbih olunuz ki, cesette (insan vücudunda), bir et parçası vardır, o fesada uğrarsa, bütün vücûd fesada uğrar, o sağlamsa bütün vücud sağlam demektir. Gözünüzü açınız, o et parçası, kalp’tir,” buyurmuştur. Âlimin fesadı, âlem’in fesadı demektir. Onun için, hoca’ların, müderris’lerin, eğitmenlerin, ihtiyaçları şeffaf bir şekilde karşılanmalı, emsâli kurumlarda, emsallerine ne kadar maaş ödeniyorsa, en az o kadar, maaş ödenmeli ve fakat, mâlî işlerden ellerini-eteklerini çekmelidirler. Onlar, 24 saat, yalnız, ders okutmak, eğitmek ve ma’nevî teçhiz ile meşgul olmalıdırlar. Hoca’lar, eğitmenler, 7 gün 24 saat, Kermes, Umre Seyahati gibi işlerle meşgul olurlarsa, ne zaman ders okutacaklar, talebe’yi ne zaman eğitecekler, ne zaman, ma’nen, teçhiz edeceklerdir? 

Yorumunuzda ifade buyurduğunuz bütün menfiyat, işte bundan dolayıdır. 

Pek Muhterem ve Değer’li Kardeşimiz, Veli ERDEM Beyefendi: 

Yozlaşma bir kerre başladı mı, nerede duracağı belli olmaz. Bakalım, daha neler göreceğiz? Yaşayanlar, kıyâmet günü yaklaştığında, çok acayip şeyler görecektir. 

İsmini, remzini belirtmeden, “Hocam! “Tesbih Namazına şâhid olan, Hocamız,” diye, başlayan, yorumu yapan değer’li Kardeşim. 

Son yıllar’da, 12 yaşlarında, Hazreti Üstaz’ımızın Rahle-i Tedrisinde bulunup, Hazretimizin bütün talebe’yi, onun emrine verdiğini, vazife ile bir yere gönderilecekleri-gönderilenleri, kendilerinin seçtiğini, iddia eden, Nevzuhûr, Olaçıkagelmiş, velî’ler zuhur etmeye başladılar. Tıpkı, evvelki zamanlarda olmayan bid’at’lerin zuhuru gibi. 

Bahsettiğiniz Zât-ı Muhterem: 

- Efendi Hazretlerinin Rahle-i Tedrisinde bulunmuş ise, 1950’li yıllar’da, Hazretimizin Rahle-i Tedrisinde bulunanlar, hattâ, kısa bir müddet Rahle-i Tedriste bulunan, Duvarcı Ustası, dört metrelik, “El-Cennetü, Tahte Akdâmi’l-Ümmihât,” Hadis-i Şerif’i’nin ı’râbını çözmekten âciz, Alanyalı, Merhûm, Hüseyin Dalabasmaz da, dâhil, Diyânet İşleri Başkanlığınca açılmış bulunan, müftülük-vâiz’lik imtihanını kazanıp müftü olarak ta’yin edilmişlerdir. Bu Ağabeyimiz, İmtihanlara iştirâk etmiş midir? Ettiyse kazanmış, herhangi bir yerlere ta’yin edilmiş midir?

- 1970’li yıllarda, Devrin Büyüğünün, emir ve direktifleri doğrultusunda çıkarmakta olduğumuz, UFUK ve Bâbıâlîde Sabah Gazete’lerine, eli kalem tutan, fakih ağabeylerimiz, Merhûm, Mehmed Emre, Merhûm Abdülkerim Polat, Cemal Mermerci gibi, sürekli yazılar yazdılar. Fetva Hey’etinde olduğunu söylediğimiz bu ağabey, fakîh olmalıdır. Niçin o zaman lütfedip, yazı yazmamıştır?

- Bahsettiğiniz, Fetvâ Hey’eti, kim ve kimler tarafından teşkil edilmiştir? Eğer bu Zât-ı Muhterem, diğer i’tikâdî ve fıkhî mevzu’larda da, “Cemaatle Tesbih Namazına verdiği fetva gibi, fetvalar veriyorsa, vay! bu fetva’lara uyan kimselerin haline!... 

Aziz Kardeşim. Cumhur-u Fukahâ’nın, ittifakla, Tahrîmen, Mekruhtur, dediği bir hususta, Üstazımızın da Nisbet-i Ma’neviyye ile merbût bulunduğu, Müceddid-i Elf-i Sânî, İmam-ı Rabbânî, Ahmed-ü Farûk es-Sirhindî, Efendi Hazretlerinin Tahrimen mekruh olan tesbih namazı ve diğer nâfile’lerin, cemaatle kılınmasından ecir beklemenin, haramı, helâl, helâli haram addetmekten bir derece aşağıdadır,” buyurduğu, -Ki, helalı haram, haramı helâl addetmek bildiğiniz gibi, mü’mini küfre götürür. Tevâtür derecesinde Tahrimen mekruh olduğu, bid’at olduğu, her bir bid’atin dalâlet olduğu, dalâletin de insanı cehenneme götürdüğü ayan-beyan ortaya çıkmışken, müktesebatı hakkında, yakînî bir bilgiye sahip olmadığımız, Ankara’lı, bir hocaefendinin, “Haber-i Vâhid” tarzında verdiği, meşkûk, başkaca hiç bir delil ve isbat ile te’yid edilmeyen, bu habere nasıl inanacağız? 

Mes’ele artık, Cemaatle Tesbih Namazı kılmak, şu renk bu renk takke takmak mes’elesi değildir. Mes’ele, Peygamberimizin sünnetine tetebbû ve şeytanın, allayıp-pullayıp bize yutturmaya çalıştığı bid’atlere tevessül mes’elesidir. Yâ Ehl-i Sünnetten, ya da ehl-i Bid’atten olacağız!...