Pek Muhterem, “VELÎ,” remzini kullanan Kardeşimiz: 

Diyânet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş gayesi ve geçirdiği, çetrefilli vaziyet hepimizin ma’lumudur.

Süleyman Efendi Hazret’leri, devr’in, Diyânet İşleri Reisi, Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, Müşâvere hey’eti, Başkanı, Hasan Fehmi Başoğlu, Hasan Hüsnü Erdem, Şehid Oral gibi, Müşâvere hey’eti aza’larıyla yakın temas halinde olurdu. Her yıl, Ramazan öncesi, ya bizzat, Ankara’yı teşrif buyururlar, rahatsızlıkları ve diğer mânilar’da, Konyalı, olarak meşhur, Mustafa Doğan Bey Merhumu, Ankara’ya gönderir, Türkiye çapında açık bulunan, müftülük-vâiz’lik kadroları için imtihanlar açılmasını te’min eder, Ramazan Ayında, Türkiye’de, hiçbir camii’n vâiz’siz kalmaması için, ta’mimler neşrettirirdi. 

1950’den sonraki ve bugünkü Diyânet İşleri Başkanlarını değerlendirirken, biz ne talep ettik de verilmedi, yerine getirilmedi? 

Şüphesiz ayrı disiplinlerden geliyoruz. Bu zevâtın, yüzdeyüz, bizler gibi düşünemeyeceğini-davranamayacağını bilmemiz gerekir. Bab-ı Devletten, Bab-ı Diyânet’den, İzzet-ü İkbâl ile çekilmişiz. Asıl irşâd, ihda mekân’ları, camii’leri, minberleri, mihrabları, kürsüleri terk etmişiz. Diyânet’e hiçbir katkımız yok, fakat, nizâmât vermeye çalışıyoruz. 

“PAŞA’LI,” remzini kullanarak yorum yapan Değer’li Kardeşimiz: Doğrudur, Cumhurbaşkanı, Cumhuru, Milletin Birliğini, Devletimizin Şahs-ı Ma’neviyyesini temsil ettiği için, “CumhurBaşkanımız,” denilmesi daha münasiptir. 

Aziz ERTUĞRUL Kardeşim. 

Biz, hakîkatleri, yalnız, hakîkatleri tebârüz ettirmeye çalışırken aslâ, hiçbir kimse’nin pohpohlamasına, iltifatına ihtiyacımız yoktur. Kadirbilir Kardeşlerimizin, iltifatı, teşvîk ve tergîbi, bize moral verir daha çok hizmet için, bizi kamçılar. Güzeli göremeyenlere-görmek istemeyenlere, hakîkatleri duymak, idrâk etmek istemeyenlere, söylenecek fazla bir şey de yoktur.  

Aziz Kardeşim, Ali OSMAN Beyefendi: 

Şerîat, düzdür, Haber-i Sâdık, Nas’larla sâbittir. Şer’i Şerif’in büyük bir bölümü, teabbüdî olup, Allah ve Resûlü tarafından gönderildiği, getirildiği gibi kabûl edilir, hikmetinden sual edilmez. Namaz’lar’da, niçin bir rükû vardır da, iki secde vardır? Allah tarafından, Cibrîl-ü Emîn vasıtasıyla öyle ta’lim buyrulmuş, Allah’ın Resûlü de, “Sallû Kemâ Ra’eytümûnî,” (beni gördüğünüz gibi namazlarınızı kılınız,) buyurmuştur. Teabbüdî hususlarda, mantık yürütmeye kalkanlar, meselâ şeytan ve avenesi mantık yürüttüler de, “Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Adem’e secde edin! diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu; Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis,) Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” (ÂRÂF 6, 11, 12) ebediyyen Allah’ın rahmetinden tard olundular, ebediyyen la’nete mazhar kılındılar. 

Şerîatte tezadlara yer yoktur; iman küfr’ün, zulmet nur’un zıddıdır. Tasavvufta, Seyr-i Sülûk’de, teveşvüşler, inmeler, çıkmalar görülebilinir. Tam tezat değildir, nur zannedilen, zulmet, zulmet zannedilen nur arasında gidiş-gelişler olabilir. “Bayram sevinci ile hicrân ateşi,” işte tam da bunu ifade eder. Küfre destek vermek şöyle dursun, küfre rıza küfürdür... 

“Bey Bey,” diye acayip bir remizle yorum yapan Beyefendiye: Kuzum, bahsettiğiniz, dergiciğin cimri ne, çıkaranların müktesebatı ne? Bütün sermayeleri, -harcayıp, harcayıp bir türlü bitiremediler.- Bizim, 1970’li yıllarda çıkardığımız, UFUK Özel Sayısındaki yazılardır. Siz, debelenmekte olduğunuz bid’at çukurunda, bu oyuncaklarınızla kendinizi avutmaya devam ediniz. Bizim elimizde, Mektûbat-ı Kudsiyye gibi çok daha sağlam-sahîh kaynaklar varken, bu dergiciıe ne ihtiyacımız olur ki? 

“Okuyucu,” remzini kullanarak yorum yapan Beyefendiye: 

Sizin gibi, “Dış Kapı’nın Pervazındaki paslı mandal,” kadar bir kıymeti harbiyesi olmayanlar bilmeyebilirler. Fakat, bilenler bilir ki, “Bendeniz, hiçbir zaman savrulan’lardan olmadım, bilakis, savuranlardan oldum, savuranların yanında bulundum. Burada size daha uzun cevap vermeyeceğim. 29.05.2017 günü yayınlanan, “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!... (3/22)” makaleyi dikkatlice okumanızı tavsiye ederim. Sorduklarının, yorumlarınızın, cevabı, bu Makâle’de mevcuddur. 

ERTUĞRUL KARDEŞİM. 

(“Ey iman edenler!) Yoksa siz, sizden önce gelip-geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, Peygamber ve beraberindeki mü’minler, Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki, Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 2/214) (Bu âyeti Kerime, bir rivayete göre, hendek savaşında Müslüman’ların çektiği sıkıntılar, diğer rivayete göre, Uhud Savaşı ile ilgili bir başka rivayete göre ise, evlerini, mallarını ve yakınlarını Mekke’de bırakıp çeşitli sıkıntılara katlanarak Medine’ye hicret eden Müslümanlar hakkında nâzil olmuştur.) 

Sebeb-i Nüzûl’ün husûsiyyeti, âyet-i Kerime’nin medlûlünün şümûlüne mâni değildir. Bugün hizmette olan, bir eli yağda, bir eli bal’da, 50 yaş civarında kardeşlerimizden kim, kurs’ta aramada, Kur’ân-ı Kerim, sarf ve nahiv kitapları bulundu, diye Polis Merkezine celp edilip sıra dayağından geçirilmiştir? O devirlerde talebe’nin, ki -ancak iki vakit yiyebilirlerdi- en lüks yemeği, kendi pişirdikleri bulgur pilavı ve su şerbeti idi. 

Ağabeyleriyle hizmet yarışına giremeyenler, girmeleri de aslâ mümkün olmayanlar, en kolayına başvuruyorlar, ağabeylerini inkâr cihetine gidiyorlar. Mes’ele bundan ibârettir. 

ZEKERİYYA Remziyle yorum yapan Muhterem Kardeşim. 

Hazretimizin tasarrufu ve beher yüzyılın başında bir müceddid’in gönderilmesi hususunu, bundan önce diğer, ba’zı Yorumcu’larımıza verdiğimiz cevaplar da bütün tafsilatıyla verdik. Lütfen, ta’kip buyurunuz. 

Hazretimizin, “Ben’den sonra, tasarrufum kırk yıl devam edecektir,” tarzında herhangi bir beyanı yoktur. Yok, “efendim, Ma’nevî irşada 1936’da başladığına göre ve tasarrufu da, 2036’ya kadar devam edecektir,” demek de doğru değildir. Hiçbir asır, müceddid’siz kalmaz. Ama, bu tecdîd, ya zahirî-bedenî, sûrî olur, ya da, Üveysîlik olarak bâtinî, hakîkî tasarruf’la olur. Haz.Üstazımızdan sonra bu ana kadar, herhangi bir müceddid gelmemiştir. Nasıl ki, yeryüzünde Peygamber’ler, Peygamber olarak gönderildiklerinde, nübüvvet ve risâlet’lerini izhar eder, mu’cizelerle bunu isbat ederlerse, Müceddid, Mürşid-i Kâmil ve Sahibizaman olarak, tensîp edilenler de, “Sell-i Seyf,” ederler, vazifelerini tebliğ ederler, müteşeyyih’leri, (şeyh’lik iddiasındaki sahte şeyh’leri, tasavvuf kalpazanlarını sustururlar.” Meselâ şeyh’lik iddiasındaki birisine, “Söyle bakalım! İddian’da samîmî isen, bilmeniz lazım. Divânü’s-Sâlihîn’in veya Meşhed-i Azim, en son toplantısını nerede ve ne zaman yapmıştır? Gerçek ma’na’da, müceddid ve mürşîd olmayan cevaplandıramaz “Fe Bütihe’llezî Kefer,” 

Elyevm, Hazretimizin tasarrufları bitemâmihâ ve bikemâlihâ, devam etmektedir. İlâ Mâşâ Allah! devam edecektir. Zaman ta’yini bizim elimizde değildir. Efendi Hazret’lerinin, Millet Partisi’ne veya herhangi bir partiye, kayıtlı üye olduğu külliyen yalandır. 

PEK MUHTEREM VE DEĞER’Lİ KARDEŞİM, ABDULLAH TEVFİKOĞLU BEYEFENDİYE: 

Pek Zarif ve Nazikâne Uslûbunuz için çok teşekkür ederim. Büyük bir isâbetle beyan buyurduğunuz gibi, zâhir’de, sûrette değil, sadırda siîrette sulhu-sükûnu te’min edebilirsek, hem dünyamız çok güzel olur, hem de, âhiretimiz ma’mûr... 

İyi niyetli, samîmî, ihtar, ikaz, teşvik ve tergîbe ihtiyacımız vardır. Sizlerden de bekliyoruz. Efendim...