Pek Muhterem ve Azîz Kardeşimiz, OSMAN KARAMAN Beyefendi:

Fikri yok, aklını zembille bir yere asmış, kendisini, bu zeminde, tenvîr edici yorumlarda bulunan bir Yorumcumuza, Kardeşimize, endekslemiş birisine mânidâr sualler tevcîh etmişsiniz. Bu sualleri cevaplandırması halinde, yeni sualler tevcîh edeceğinizi ifade buyurmuşsunuz. Cevaplandırmaz, cevaplandıramaz. Fikrî ve aklî melekeleri, dümûra uğrayanlar, giderek, Havas-ı Hamse-i Selîme’lerini de iyi kullanamazlar. Dilleri hâkîkati söylemez, gözleri görmez, kulakları işitmez olurlar. “Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekilere işittiremezsin.” (Fatır 35/22) Kalp’leri ölmüş, hayatta oldukları halde, kabirde gibi olanlara, hâkîkatleri duyuramazsınız.

Pek Muhterem ve Azîz Kardeşlerim. OSMAN KARAMAN, ALİ OSMAN, H.İBRAHİM KURUÇAYLI, MEHMED ve ERTUĞRUL. (İsim sıralaması bir tercih değil, yorum sırasına göre dizilmiştir.)

Hâlisâne sıhhat ve afiyet temennilerinize çok teşekkür ederim. İyi ki, varsınız. İyi ki, bu aciz Kardeşinizi muhabbet hâresi içerisine dâhil buyurdunuz. Bütün samîmiyyetimle söylüyorum ki, bu âcizi ayakta tutan, sizlerin du’â’ları ve muhabbetinizdir. Derin hürmetlerimi lütfen kabûl buyurunuz...

Pek Muhterem ve Aziz Kardeşimiz Ertuğrul Beyefendi.

Kurban, kurban edilmesi câiz olan bir hayvan’ın, “Nahr,” boğazlanarak Allah için kanının akıtılmasıdır. İster vacip (amelen farz), ister vâcip kılınsın, (nezretmekle), isterse, gücü yetenin Allah rızası için, niyetiyle kestiği-kestirdiği kurban’ın etinin, derisinin, kemiklerinin, tırnaklarının, kuyruğunun her ne maksad’la olursa olsun, para’ya çevrilmesi, câiz değildir. Bu hususta, müçtehid’lerin ittifakı vardır. Maalesef, önce gücü yetsin, yetmesin, bütün ihvana “Kurban size de vâcip’tir,” denilerek kurban kesmeleri telkîn ve tavsiye ediliyor. Kredi kartıyla veya kartsız, taksit imkânları sunuluyor. Kurban kesmeye istetâtı bulunmayanlar borçlandırılarak kurban kestiriliyor. Hâli vakti yerinde olanlara, “siz ailede bulunan bütün fertler için, Kurban kesmeniz, size, vaciptir,” deniliyor. Böylece ba’zı bölgelerde ihtiyaç’ın fevkinde kurban vekâleti veriliyor. Üç-dört yıl öncesi, Anadolu’muzun şirin ilçe’lerinden birisinde, o devirdeki idarecisi, “Bu sene kurbanlarımızı, Gaziantep’de kestirdik, Ankara’da toptan çok iyi bir fiyatla sattık,” dedi.

Kurban alet edilmeden, istismar edilmeden de, ihtiyaçlar, ihvana arz edilir. Böyle, arkadan dolanarak değil, açıktan-şeffaf teberrû toplanır.

Sizin Yorumunuz üzerine yorum yapan, “ATEŞ,” remzini kullanan Kardeşimiz, aslâ kabullenmiyor, “Doğrudur, Ağabey fetva verdi,” demiyor, “Kesinlikle dediğin şekilde bir uygulama yok,” diyor. Bu inkâr bile, daha önceleri yapılan uygulamaların ne kadar yanlış olduğunun delili sayılmalıdır.

Ertuğrul Kardeşim. Karanlık olmasa, ışığın-nurun kıymeti takdir edilmez. Birileri, Mukaddes yolumuzu, sis bulutlarıyla, bid’at ve hurafelerle karartmaya çalışacaklar. Bizler, Sünnet-i Seniyye’nin, Şerîa’t-i Garrâ-i Ahmediyye’nin nuruyla o sis bulutlarını kaldırıp ortalığı aydınlatmaya çalışacağız. Meydanı, ehl-i Bid’at ve dalâlete bırakmak yok...

Ertuğrul Kardeş, daha önceleri bu zemin’de i’tiraf edildi ki, “Kermes’ler’de döner yapılıp satılan, Kurban Bayramında kesilen kurbanların eti değil, kermes günlerinde kesilen adak kurbanların etidir,” denildi. Her neyse, bugüne kadar ki uygulamaların hata olduğu kabûl edilmeli, bundan sonra da bu hatalardan kesinlikle dönülmelidir. Zâhirî idareciler, ağabeyler, fetva makamı değil, müçtehid hiç değillerdir.

Pek Muhterem ve Azîz Kardeşim, Harun Fırat Beyefendi.

Aziz Kardeşim. Bu yorumunuzla benim bir ızdırabımı ve hasretimi depreştirdiniz. Fetret devrinde bile, Hazretimiz, Ramazan aylarında, her köye bir vaiz gönderilmesi hususunda büyük gayret sarf ederdi. Ramazan öncesi, bizzat Ankara’yı teşrif eder, Diyânet İşleri Reisliğine gider, bütün müftülüklere “Ramazan ayında va’az etmek için müracaat edenleri alelusûl imtihan ediniz. Kendilerine, Ramazan Ayına Mahsus olmak üzere, bir Va’az Vesika’sı veriniz,” diye bir ta’mim neşrettirirdi. Şehir’lerde ve köylerde, bütün ramazan, yurdun bütün camii’lerinde canlı-yüzyüze va’az edilirdi.

Günümüzde, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, 28 Şubat döneminden beridir, tatbîk edilen, Merkezî Sistem va’az ile, va’az ve vâiz’lik müessesi yok edilmiştir.

Arkadaşlarıma sordum. Emekli Ağabeyler dışında, İstanbul’da, kürsüye çıkan Kardeşimiz var mı? diye...

Doktorasını tamamlamış birisinden bahsettiler. Üç-dört sene öncesiydi. Merkezî sistem’le hazırlanan, Cum’a hutbesi, Ashab-ı Güzîn hakkındaydı ve ehl-i Sünnet akîdesine tam uygundu. Merâk ettim. İmam arkadaş’tan hutbeyi rica ettim. İsmini tesbit edip, arkadaşlarıma, “Bizim Kardeşimiz, daha önce, şu yurdumuzda bu yurdumuzda da vazife yapmıştı,” dediler. Bu Kardeşimiz şimdiler’de, üniversiteyi tercih etmiş bulunuyor. Demek ki, emekli-tecrübeli Ağabeylerimiz dışında, İstanbul’da, kürsüye çıkan başka bir Kardeşimiz yoktur. Merâk edenlere söyleyeyim. Gazeteler çalışmalarım sırasında, bir müddet fasıladan başka, 1964’den beridir, bendeniz de, İstanbul Kürsü’lerindeyim. Bu yıl içinde, Bezmiâlem Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hastahane’sinde yatıyorken, henüz ameliyat dikişleri bile alınmamışken, hekimlerimizden izin almadan, kaçtım, Güngören, UHUD Camii’ndeki Va’az’ımı terk etmedim. Biz böyle bir terbiye aldık, böyle bir emirle yetiştirildik.

Aziz, Mehmed Arıkan Hoca’ma, Değer’li Ağabeyim, Hüsnü Yılmaz’a, rabbimden sağlık ve afiyetle uzun ömürler niyaz ederim. Bu satırların yazılmasında yorumunuzla vesiyle olduğunuz için, size de, teşekkür ederim.

Değer’li Kardeşim Erhan Yıldız Beyefendi:

Hâlisâne geçmiş olsun, temennî’lerinize çok teşekkür ederim. İşte uslûp, olması gereken budur; Nihâyet biz birbirimizin hasmı değiliz. Aynı yolun yolcularıyız. Üslubumu bu andan i’tibâren, bendeniz de, gözden geçireceğim. Diyânet İşleri Başkanlığı, hakkında, Cum’a Sohbeti Köşemizdeki yazıları lütfen, ta’kîp buyurunuz.

Pek Muhterem, Osman KARAMAN, Ali OSMAN, Erhan YILDIZ, Üveys, İSMAİL, ERTUĞRUL, Kardeşlerimin yorumları, Diyânet İşleri Başkanlığı ve Başkanı, Mehmed Görmez ile alakalıdır, az farklarla, birbirlerine yakın yorumlardır. Müsaade buyurursanız, hepinizin yorumlarına topluca bir cevap arz edeyim. Hem zamandan, hem de mekân’dan (Köşemizdeki sütunlardan) kazanalım. (Not: Ba’zı yorumcularımız, diğer ba’zı yorumcularımızla yan yana görünmemek için isimlerinin aynı sırada olmasından hoşlanmıyorlar. Kusura bakılmasın,)

Azîz Kardeş’lerim, Diyânet İşleri hakkında, yüzlerce yazı yazdım. Bilhassa, 2001 yılından i’tibâren, yazdığım yazılar arşivlerdedir. “CUM’A SOHBETİ,” Köşemizdeki, “Diyânet’te neler oluyor?,” Serlevhalı, uzun soluklu, yazılarımızı ta’kip buyurmanızı tavsiye ederim. Diyânet İşleri Başkanlığı, kuruluş gayesi ne olursa olsun, temelinde, ehl-i Sünnet akîdesi üzerine kurulmuştur. Gerek Merkez Teşkilatında ve gerekse taşra’da, vazife yapanların kâhir ekseriyyeti katışıksız, ehl-i Sünnet’ten idiler. Tâ ki, 633 Sayılı, Diyânet İşleri Teşkilatı ve Görevleri hakkındaki kanun mer’iyyete alınıncaya kadar. 1966 yılında, Yaşar Tunagür’ün Diyânet İşleri Başkan Yardımcılığına ta’yini ile başlayan, F.T.Ö.’nün hulûlü, 28 Şubat döneminde (M.Nuri Yılmaz dönemi), artık, tamâmen kuşatma, ihata, abluka haline gelmişti.

Merkezî Sistem ezan, Merkezî Sistem, hutbe hazırlanması, Merkezî Sistem va’az, hutbeler’de Hulefâ-i Râşidîn, rıdvânu’llâhi aleyhim Ecmeîn Efendilerimizin isimlerinin zikredilmemesi, hutbelerde, acayip Türkçe du’a, “Kutlu Doğum Haftası,” bid’ati gibi bütün bu bid’atler o dönemlerin mahsûlüdür. Bu dönem’de, Teşkilat Kanununda ve yönetmeliklerde bulunmadığı halde, (DİNAM,) Diyânet Araştırma Merkezi, “Dinlerarası Diyalog Dâire Başkanlığı,” kurulmuştu. Astronomik bir rakam maaş’la, Diyânet Araştırma Merkezi’nin başına getirilen zât’ın, yıllar sonra, F.T.Ö. ile irtibatı, alakası, iltisakı tespit edilecekti.

Bütün bu bid’atlerin ve fesad hareketlerinin önlenmesi için, bundan bir evvelki, Diyânet Reisi, Prof. Dr. Ali Bardakoğlu büyük gayret sarf etti. Sırf bu sebeple vazife’den alındığını tahmin ediyorum. Hâlen, Reis olan Zat o dönem’de, Reis Muavini idi. Muhtelif şûrâ’larda, uzun zamanlar kendileriyle bütün bunları konuştuk. Yapılanların felâket derecesinde hata olduğunu kabûl ile, Diyâneti bütün bu ayıplardan kurtarmak istediklerini söylüyordular. Hem Ali Bey’in gayretleri, (Dinam ve Dinlerarası Diyalog Dâire Başkanlığı’nın lağvedilmesinden başka), hem de, mevcud Reis’in gayretleri yetti. Bundan önceki Başkan da, mevcud Reis de, Merkezî Sistem hutbe ve Merkezî Sistem va’az’a, son vereceklerini, Sistem’in din hizmetlilerinin zihinlerini dümûra uğrattığını, tembelleştirdiğini söyleyip, televizyon’ların canlı yayınlarında, “Makası alıp elimle Radyolink hat’larını bizzat keseceğim,” demişlerdi. Ama, şu ana kadar muvaffak olamadılar.

Bu mes’ele’nin, çok yönlü tarafları vardır; Reis’ler bu açıklamayı yaptıklarında, ilk olarak, Türkiye, Elektrik ve Elektronik Sanayi’cileri karşı çıktı. Düşünsenize, Türkiye’de, bine yakın ilçe vardır. Köyleri ve mahalleleriyle birlikte, her ilçe’de, 100 cami bulunduğunu farzetsek, bunlar arasında Radyo Link hatlarının kurulması, bakımı, çok büyük getirisi olan ticârî ve sınâ-î bir faaliyettir. Devletin Kurumlarında, lobi faaliyetlerinde bulunmaları ve sistemlerin devamını te’min etmeleri mümkündür.

Reis, Mehmed Görmez Bey, tanıdığım, bildiğim kadarıyla, ehl-i Sünnet akîdesine bağlı birisidir. Branşı, Hadis, Doktorasını, Doçentlik ve Profesörlük tez’lerini, Marmara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi, Lisanüstü Bölümü, Profesörlerinden, Ramazan Ayvallı’nın yanında hazırlamıştır. Ramazan Ayvallı, yakînen tanıdığım, ehl-i Sünnet akîdesine sahip birisidir. İlk Tedrisatına, Tedrisat Sistemimizde başlamış, 9 yıl Diyânet İşleri Riyâsetinde çalıştıktan sonra, Samsun Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okumuş, fark imtihanlarını vermiş ve Akademisyenliğe intisap etmiştir. T.G.R.T. Ahmed Şimşirgil ayrı bir bahis, müsâid bir zamanda onları da değerlendiririz.

Reis, Mehmed Görmez Bey’in, F.T.Ö., decâcilesi’nin, foya’larının tam olarak meydana çıkmadan önce, bir ithaf yazısında, ihtiyatsız, ifrata kaçan ifadeleri onun F.T.Ö.’cü olduğuna delâlet etmez.

Diyânet İşleri Başkanlığı’ndaki fesâd, şahıslara bağlı ve kolay kolay ıslâh edilebilir bir fesâd değildir. 15 Temmuz Darbe ve işgal teşebbüsünden sonra, nasıl ki, B.T.K. (açılımı, Bilgi Teknolojileri Kurumu), Te’sisleri de tamâmen yıkılarak lağvedilmişse, Diyânet İşleri Başkanlığı da lağvedilmeli, ehl-i Sünnet akîdesi üzerine yeniden te’sis edilmelidir. Müezzin-kayyım, imam-hatip, Kur’ân Kursu muallimi, vâiz, müftü, her kim ta’yin edilecekse, diploma ve sertifikaya bakılmaksızın, 1965 öncesinde olduğu gibi, bir haftalık, Osmanlı Medrese’lerinde “Rüûs,” imtihanlarına benzer bir imtihanla muvaffak olanlar ta’yin edilmelidirler.