AZİZ KARDEŞİMİZ, ALİ OSMAN BEYEFENDİ: 

Aziz Kardeşim, her şeyin, herkes’le her yerde konuşulmayan-konuşulamayan toplumlar’da, bırakınız, Tarîkat ve tasavvufla alakalı bid’at’lerin yayılmasını, Şer’i Şerife tam muhalefet olan, amellerin şuyû bulması da muhtemeldir. Tergîb, teşvik ve cesaretlendirmeniz için, sizlere Can-u Gönülden teşekkür’lerimi arz ederim. 

Cenab-u Hakk, Kur’ân-ı Kerim’inde, “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki,) Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad edenler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmaz (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar.) Bu, Allah’ın dilediğine verdiği lütufdur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Mâide 5/54)

Biz, bize düşenleri yaparken, yazılması gereken hakîkatleri bir bir, yazarken, aslâ, levm edenlerin levminden çekinmeyiz. 

“Cum’a Sohbeti,” köşemizde neşredilen yazılarımız üzerine, haklı-haksız, leyh’te ve aleyh’te yorumlarda bulunan bütün kardeşlerim. “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!... (3/24)” yazısını, 09.04.2017 Pazar günü, yazıyorum. O yazıları, Memleketimizin, Milletimizin içinden geçmekte olan çok hassas bir dönemi hiç dikkate almadan, sırf, yazılmış olmak için yazılmış, siyâsî bir yazı olarak algılayan, alkışlayan veya en ağır bir şekilde, edep sınırlarını da, zorlayarak, yorumlarda bulunan kardeşlerimize cevabını, 16 Nisan 2016 tarihinde referandum neticeleri alındıktan sonra vereceğim. Akkoyun, karakoyun belli olacak, herkesin tıraşı önüne dökülecek. Bekleyelim...

AZİZ ALİ OSMAN BEYEFENDİ KARDEŞİMİZ: 

Memleketimizin ve Aziz Milletimizin, yeni bir İstiklâl ve İstikbâl harbi’nin içinde olduğu hususunda, sizinle aynı görüşteyim. Serd ettiğiniz görüş ve fikirlerinize aynen katılıyorum. Aksi istikâmetteki ters yorumlar, aslâ, moralimizi-ma’neviyyetımızı bozmaz. Aksine bizi kamçılar. Şahlanmış küheylan ata, vızıldayan, at kuyruğundaki bir sinek ne zarar verir ki? 

DEĞER’Lİ KARDEŞİMİZ, ERTUĞRUL BEKTAŞ BEYEFENDİ: 

Çok doğru söylüyorsunuz. Hazretimizin irtihâl-i Bekâ eylediği tarihten, yaklaşık, 30-40 yıl sonra dünyaya gelmiş, 20’li, 30’lu yaşlardaki genç’ler, aklınıza gelen her konuda, “Hazretimiz buyurdular ki,” diye söze başlıyor, ahkâm kesmeye başlıyor. Muhterem! Tesbîh namazını ve diğer ba’zı nâfile namazları, cemaatle kılmak, tahrîmen mekruhtur. Haz.Üstazımızın, Nisbet-i ma’neviyye ve hakikiyye ile, merbut bulunduğu, İmam-ı Rabbânî Efendi Hazret’leri Mektubât-ı Kudsiyyesinde böyle buyuruyor,” diyorsunuz. “Hazretimiz buyurmuşlardır ki,” diye söze başlayıp, ahkâm kesmeye devam ediyorlar. 

Hep edep’ten bahsediyorsunuz. Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri (k.s.), “Mesâil-i Mühimme”de, “Tasavvuf, Bizim Yolumuz, bütünüyle edeptir,” buyururlar. 

Edebiyyat’ın bir nev’i de, “Nesir,” yâni, düz yazıdır. İki satırlık, düz bir yazı ile yorum yaptığını zanneden, kesbî, tahsîlî, edebi bir tarafa bırakınız, beşerî, ailevi ve tabiî edep’ten de o kadar uzak ki, Gûyâ, muhatabına (hiçbir veçhiyle hak etmeyen muhatabına), “ahmak herif,” diyebilecek kadar alçalıyor. Aziz Üstad, Necip Fazıl Kısakürek’i, nasıl rahmetle ve minnetle yâd etmezsiniz. Kalem polemiğine girdiği zât için, “Sana Alçak,” demiyorum, çünkü, alçaklık da bir seviye ifâde eder. Oysa, sen hiçbir seviye ifade etmeyen bir çukursun! demişti. 

İmdi! “Bu herif-i nâşerif,” İnşâ Allah! herhangi bir yerde, mürebbî veya eğitmen filan değildir. Dış kapının paslanmış mandalıdır. Aksi halde, böylesine bir terbiye mahrumu birisinin, mürebbi veya eğitmen olduğunu farz etsek, vaaay! Buna emânet edilen çocuklarımızın haline!...

Ne yazık, televizyon seyretmiyorlar, gazete okumuyorlar, toplum arasına karışmıyorlar. Sahî bunlardan başka ne bekliyoruz ki: 

Edep dahilinde en ağır tenkidler bile yapılabilinir. Abdullah Cevdet, Malatya-Arapgirli’dir. Tıp Doktoru, aynı zamanda, fikir adamı ve yazardır. İsmini Fransızca “İjtihad” diye koyduğu, İÇTİHAD, Mecmuasını çıkarmaktadır. Harf devrimi henüz yapılmadığı için, İçtihad dergisi, İslâm harfleriyle, Osmanlıca olarak neşredilmektedir. Harfler, el yardımı ile “Kumpas”, denilen bir mekanizmaya dizilmekte, kalıp haline getirilip öyle basılmaktadır. Dr. Abdullah Cevdet, İçtihad Dergisinde yayınlanmak üzere, bir şiir yazar. Şiir’de, “Ben bu Vatanın Öksüzüyüm,” geçmektedir. Fakat, mürettip, dizgi sırasında “Sin,” harfini unutmuştur. Şiir, “Ben bu Vatan’ın Öksüzüyüm,” tarzında çıkması gerekirken, “Ben bu Vatan’ın Öküzüyüm,” şeklinde çıkmıştır. Bâbıâlîde espri konusu olmuştur. 

Dr.Abdullah Cevdet Bey, elinde İçtihad Mecmuası, Cağaloğlu, yokuşundan aşağı doğru inmektedir. Osmanlı Devlet-i Aliyyesi’nin, son Bağdat vâlilerinden, Diyar-ı Bekr’li, Süleyman Nazif Bey ile karşılaşır. Süleyman Nazif Bey, Mecmua’yı görmüş, şiir’i okumuştur. Mu’zip, mu’zip, tebessüm eder. Dr. Abdullah Cevdet Bey, “yâ Efendim, ne yapabilirim ki, İşte, ‘Hatâ-ü Mürettip,” der. Süleyman Nazif Bey, taşı tam da gediğine koyar. “Efendim, ona Hatâ-ü Mürettip denmez, Savab-ü Mürettip,” denir.

Çok ağır hakâret eden bir husus nasıl nezâket dolu bir şekilde ifade edilebiliniyor.

Muhterem Osman Karaman Beyefendi. 

Sabah ve Ufuk Gazete’lerinin, Denizli, özellikle Tavas’ta, engellenip-engellenmediği hususlarında, hakkı teslim edip, ba’zı zevât üzerine ârız olan şüpheleri izâle buyurduğunuz için teşekkür ederim. Daha önceki, Mutala’alarda, ifade ettiğim gibi, Tavas İlçemizde, geriye doğru, 17 ay iadesiz olarak, 500 adet Sabah Gazetesi satılıyorken, Gazete Dağıtım Şirketi, Hür Dağıtım’ın, İzmir Bölge Müdürlüğünden birisinin, bizzat devrin gazeteler bayii, Salih İnal’ı arayarak, Sabah Gazetesi’nin sevki’nin, 100 adede düşürülmesini istemiştir. Gazete 100 adet gönderilmeye başlanınca, sabah’ları erken gidenler aldılar, geç kalanlar bulamadılar. Zaman içinde, Gazete’nin satışının onlara-yirmilere düştüğünü söyleyebiliriz. Denizli-Tavas’ta Mahallî idarecilerin herhangi bir dahli olmamış olsa bile, Fitne zuhur edince, mevzii kalmayıp bütün vatan sathına sirayet ettiği için, te’sirleri Denizli ve civarında da görülmüştür. Bir hakkın teslimi bakımından, tavzih ve tashihiniz çok isabetli olmuştur. 

Ermeyentugrul Tektaş Remzini kullanan kişiye: 

Benim şahıslarla, siyâsî partilerle bir bağlantım, alış-verişim yoktur. Ama, sizin gibi, Fikr-i Sâbit halinde bir düşmanlığım da yoktur. Karşı olduğum, küfürdür küfre rıza göstermektir. Küfre müsamaha ile bakmaktır. Tesbih Namazını Cemaatle kılınmasının, tahrîmen mekruh olduğu, bütün fukahâ’nın ittifakıyla sabit olduğundan, benim herhangi bir şüphem yoktur ki, birilerinden, bu arada Diyânet’in fetva hattından, fetva sorayım. Sizler gibi ehl-i Bid’atlerle, halk dalkavukluğunda yarış eden, Diyânet mensupları da, bilhassa Ramazan-ı Şerif ayının son on gecesinde, kalabalık cemaatler halinde teheccüd namazı kıldırıyorlar. 

Zamanında, Sabah ve Ufuk gazete’leri benim de, aralarında bulunduğum, Devrin Büyüğü’nün emirleri ve işâretleri istikâmetinde dev bir kadro tarafından çıkarılmıştır. Benim, bununla övünmeye ihtiyacım yoktur. 

Aziz Kardeşim: 

Ankara’daki Nazmi Ağabey dediğiniz zât, herhalde, Nazmi Akar, olmalıdır. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Nazmi Akar, Karamanlı, Şükrü Taşkıran Hocamızın talebesindendir. 1956 yılında, Şükrü Taşkıran Hocamız, askerlik vazifesi için ayrıldığında, Karaman’daki Kurs faaliyeti durdurulmuş, Şükrü Hoca’nın talebesi olan, aralarında Nazmi Akar’ın da bulunduğu 10 kişi, Konya-Beyşehir, Doğanbey, Nahiyesine nakledilmişlerdir. Artık orada, Alanya’lı, Merhûm, Hüseyin Özge Hocamızın talebesidirler. Burada da, ba’zı huzursuzluklar zuhur edince, Hüseyin Özge Hocamız, Tedrisat faaliyetlerini ve talebe’yi, yine, Konya-Beyşehir, Huğlu Köyü’ne, 1957 yılının son aylarında nakletmiştir. (Huğlu, dünyaca tanınan av tüfenklerinin imal edildiği, büyükçe bir köy iken, daha sonra, Kasaba, haline getirilmiş, Konya Büyükşehir haline getirilince de, Beyşehir’in Mahallesi olmuştur. İçerisinde, Konya, Selçuk Üniversitesine bağlı, iki Yüksek Okul bulunan, yalnız, Türkiye’de değil, belki de, dünya’daki ilk Mahalle’dir.) 1958 yılının son aylarında bu kez, huzursuzluk, Huğlu’da baş gösterince, Tedrisat faaliyet’leri ve talebe, yine Beyşehir’in bir başka Kasabasına, Maramkolu’na, (şimdiki ismi, Kayabaşı Mahallesi) nakledildi. 

Hüseyin Özge Hoca’mız ve Karamanlı, Şükrü Taşkıran Hoca’mızın talebesi, 10 kişi, (Nazmi Akar da dâhil) Huğlu’dan, Kayabaşı Kasabasına gitmediler. Hüseyin Özge Hocamız, Memleketi Alanya’ya, Karamanlı’lar da, Konya-Topraklık veya ba’zıları, İstanbul-Rami-Topçular’a gitmiş olabilirler. Yıl 1959... 

Hafızamı yenilemeye çalıştım. O günleri yaşayan az sayıdaki zevât ile görüştüm. İstanbul “Kırklar” diye devrin talebesinin isimlendirdiği bağevi Kısıklı’ya yaklaşık, beş-altı km. mesafededir. O tarihlerde, vasıta yoktur. Efendi Hazretlerinin ve yakınlarının husûsî arabaları da bulunmuyordu. Burada, Tedrisât, 1953-1956 arasında yapılmıştır. Efendi Hazretleri, burada, hiç ders okutmamıştır. Efendi Hazretleri, Ziyârethâne’de veya Köşkün çok yakınlarında bulunan, Konyalı’nın köşkünde, Hüseyin Kaplan, Mehmed Arıkan, Hasan Arıkan, Fazıl Temizerler ve Mahmud Ünver gibi talebeyi bizzat okutuyor, onlar da ayrı yerlerdeki, bu arada, Kırklar denilen bağevi’ndeki, talebeyi okutuyorlardı. 

Nazmi Ağabey dediğiniz zât, gerçekten Nazmi Akar ise, Kırklarda, Hazretimizin Rahle-i Tedrisinde bulunması mümkün değildir. 

1) Nazmi Akar’ın 1959 yılına kadar, Karaman’da, Beyşehir, Doğanbey’de, Beyşehir, Huğlu’da bulunması dolaysiyle. 

2) Hazreti Üstaz’ımızın hiçbir zaman, bizzat, Kırklar denilen Bağevi’nde, ders okutmamış olması dolaysiyle. 

1958 yılının son aylarından i’tibâren, 1959 yılında, Hazretimizin İrtihaline kadar, İstanbul’daki Tedrisat faaliyetleri, Rami-Topçu’larda toplanmış ve burada, Merhûm, Mustafa Çırpanlı Hocamız tekâmül okutuyordu. 

Efendi Hazretleri de ara ara, talebe’yi görmek, ziyâret etmek için Topçulara gidip-geliyordu. 

Eğer, Nazmi Akar Hoca bu Tekâmüle iştirâk etmiş ise, Hazretimizle müşerref olmuş olabilir, sohbetine mazhar olmuş olabilir. 

Efendi Hazret’lerinin, Şeker Hastalığı ve şekere bağlı, pekçok hastalıkla muzdarîp bulunduğu ve beş vasıta değiştirerek ulaştığı Rami-Topçular’da, Fıkıh Müzâkeresinin Cemaati bile ıskat ettiği bir ortam’da, üzerine farz olan, tasarruf vazifesini ve farz olan ilim tedrisini terk edip, nâfile olan tesbih namazı kıldığını veya tahrîmen mekruh olan, tesbih namazını, cemaatle kıldırdığını söylemek, Müceddide iftira ve abesle iştigal olur.