Pek Muhterem Ertuğrul Bektaş Beyefendi: 

Bilindiği gibi, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî, Efendi Hazret’leri (k.s.) Peygamber’imizden i’tibaren Haz.Sıddık-ı Ekber, an Zâtihi’l-Ethâr, radiya’llâhu anh, Efendimiz ile teselsül eden, Zikr-i Hafî, Yolu ki, Silsile-i Zeheb ve Silsile-i Saâdât’ın, 15. Halkası, Muhammed Bahâüddîn Nakşibend (k.s.), Efendi Hazretlerinin ismine izâfeten, Nakşibendiye ismiyle anılan, Tarîkat-i Âliyye’nin, 33. ve son Halkasıdır. Surî, zâhirî ve bedenî tasarruflarını, milâdî, 16 Eylül 1959, Hicrî, 13 Rebîulevvel 1379) tarihinde, hakîkî, bâtınî ve ruhî tasarrufa geçmişlerdir. Sahibizaman, Mürşid-i kâmil ve Mükemmiller, Medâr Mürşid’ler ve Müceddidler, tasarruf-u Hakîkî, bâtınî ve rûhî’ye geçtiklerinde, dünyevî anasır’dan kurtuldukları için, ruhlar âleminde, tecdîd, ihdâ ve irşâd vazifelerini çok daha serî ve çok daha mükemmelen ifa ederler. 

Haz.Üstaz’ımızın tasarrufları, bitemâmiha ve bikemâlihâ devam etmektedir ve İlâ Mâşâ Allah! devam edecektir. Bunun, Fart-ı Muhabbetle filân herhangi bir alakası yoktur. 

Kimlerin, ne zaman, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid olacağını Allah’tan başka kimse bilemez. Nasib-i Ezelesi ile, Âlem-i Ervah’ta, bu vazifelere takdir ve tensip edilenler, zamanı gelince vazifelerini deruhte etmeye başlarlar, “İlâ Mâşâ Allah!”, demek Allah’ın iradesi, Hazretimizden sonra, yeni bir Mürşid-i Kâmil ve Müceddid’in takdir ve tensibi istikâmetinde tecellî ederse, Hazretimiz vazifesini devreder. Etmez ise İlâ Mâşâ Allah! Allah’ın dilediği zamana kadar veya sonsuza kadar vazifesine devam eder. Âyet ve hadislerdeki sayılar ve zaman mefhumları değil, nispi ve izhafîdir. Ya kılletten (azlık’tan), ya da, kesretten (çokluktan) kinayedir. Kur’ân-ı Kerim, Tevbe Sûresi’nin (9/80). Âyeti Kerimesinde geçen, “Ey Muhammed!) Onlar için ister afv dile ister dileme; onlar için yetmiş kez afv dilesen de Allah onları aslâ afvetmeyecektir. Bu onların Allah ve Resûlünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” Bu âyette geçen, “Seb’în,” (yetmiş) sayısı gerçek sayıyı ifade etmez, kesretten kinayedir. Her ne kadar çok afv dilesen de, Allah onları afvetmeyecektir,” demektir. 

“Şüphesiz, Allah, şu ümmet için her bir yüz senenin başında, o ümmet için dini’ni tecdit edecek (yenileyecek), bir müceddid gönderir.” (Ebû Davud, Hâkim ve Beyhakî rivayet etmiştir.) 

Bu Hadis’in ifadesinden, her bir, asırda, (her bir yüz yılda) bir müceddid’in gönderilmesi anlaşılmamalıdır. Belki, kıyâmet gününe kadar, hiçbir asır, (yüzyıl) Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil ve müceddid’siz kalmaz. Müceddid’in Sûri, zahirî ve bedenî, hakîkî, bâtınî ve rûhî tasarrufundan mahrum kalmaz. Eğer, her bir asırda (yüzyıl) bir müceddid gönderilseydi, Hicrî 15. yüzyılda olduğumuza göre, Silsile-i Zeheb ve Silsile-i Saâdât, Meşâyîh’ının sayısı, 34 değil, sadece 14 olmalıydı. Halbuki, ba’zı, müceddid’lerin tasarruf müddeti çok kısa olmasına rağmen, diğer ba’zı müceddid’lerin tasarruf müddetleri, bir asrı (yüzyıl)’ı geçen zamana sâridir. 

İmam-ı Rabbânî Hazret’lerinin Mektûbat-ı Kudsiyye’sinde, “Üveysî’lik,” diye ta’rif ettiği bir başka vaziyette, Silsile-i Zeheb ve Silsile-i Saâdât’dan birisinin, Zâhirî şeyh’ine nisbeti devam ediyorken, onun terbiyesi, ihdâ ve irşad ve murakabesi altında bulunuyorken, mütekaddimîn şeyh’lerden, herhangi birisinden istimdat edebilir ve o şeyh’de, imdat bulabilirler. Bu vaziyet, kendi şeyh’lerini inkâr ma’nası taşımaz. Çünkü her dâim, zâhirî şeyh’lerini ikrar etmektedirler. 

Silsile-i Zeheb ve Silsile-i Saâdât’ın 18. Halkası, Hâce Ubeydullah Ahrar (k.s.) zâhirî şeyhi, Ya’kub Çerhî (k.s.) Efendi Hazret’lerine nisbetini devam ettirdiği halde, Üveysî olarak, Havace, Muhammed Bahâüddîn Nakşibend (k.s.) Efendi Hazret’lerinden istimdad etmiş ve meded bulmuştur. Keza, Havace, Muhammed Bahâüddîn Nakşibend (k.s.) Efendi Hazret’leri, zahirî şeyhi, Seyyid Emîr Kilâl Hazretlerine (k.s.) Efendi Hazret’lerine, nisbeti devam ediyor, onun terbiyesi altında iken, Havace, Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretlerinden istimdat ediyor ve meded buluyor. 

Üveysî, zâhirî şeyh’inin varlığını ve ona olan nisbetini ikrar ettiği müddetçe, mütekaddimîn şeyh’lerden herhangi birisinden istimdat etmesi ve meded bulması, teselsülü ve nisbet-i Sahîhayı ihlâl etmez. 

Silsile-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’ın, 33. ve Son Halkası, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî, Efendi Hazretleri (k.s.) Zahirî Şeyh’i, Silsile-i Zeheb’in 32. Halkası, Salâhüddîn İbn-i Mevlânâ Sürâcüddîn Hazret’lerinin terbiyesi altında ve zâhiren kendisine nisbeti devam ediyorken, “Ey oğul! Ben, bende olan her şeyi sana verdim. Sendeki ma’nevî iştahı ve ist’îdatı görüyorum. Onun için de, seni doğrudan, bir önceki Kutbu’L-Aktab, eş-Şeyh, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Farûk es-Sirhindi, (k.s.) Efendi Hazret’lerine doğrudan ve Nisbeti ma’neviyye, Nisbet-i Rûhâniyye ile, rabt ediyorum,” buyurmuştur. 

İşte, bu nisbet dolaysiyledir ki, Efendi Hazret’leri, teberrüken, talebesini, mensuplarını, Nisbet-i Ma’neviyye ile merbut bulunduğu, İmam-ı Rabbânî (k.s.) Efendi Hazret’lerine izâfe eder, “İmam-ı Rabbânî Evlâdı,” buyururdular. Cenab-u Hakk, her bin yılda bir, Ülü’lazm Peygamber göndermiştir. Ülü’lazm Peygamber’lerin, tasarruflarının bin yıl devam etmiş olması, bu asırlarda, gönderilen diğer pek çok Peygamber’in nübüvvet ve risâlet vazifelerine mânî değildir. Tıpkı, bunun gibi, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Hazretlerinin Hicrî, ikinci binin Müceddidi olması, tecdîd, ihyâ, ihda ve irşâd vazifesinin hicrî ikinci binin bütün asırlarına sârî olması, (eğer, o vakte kadar, kıyâmet vuku bulmaz ise), bu asırlardaki müceddid’lerin, tecdîd, ihyâ, ihdâ ve irşad’larına mânî değildir. Biraz uzunca oldu, ama, tafsilatiyle anlatmaya gayret ettik. Yine de, anlaşılmayan ba’zı hususlar kalmış ise, yine de anlatmaya devam ederiz. 

“Antivelî,” Remzini kullanan Beyefendiye: 

“Bu zamana kadar İslâmcılık yapıp bu şekilde Müslümanları sömürdünüz. Gûya, sizin siyâsî görüşünüz İslâmî, diğerleri değil... Pehhh laflara bak...” Beyefendi, öncelikle seçtiğiniz remiz, çok problemli... “Antivelî,” ne demek? Velî Karşıtı, yâni velî düşmanı, velî, Allah’ın sevdiği kulları, Allah’ın dost’larıdır. Allah’ın velî kullarına, Allah’ın dost’larına karşı olmak, onlara düşman olmak, Allah’a ve Resûlüne karşı olmak, Allah’a ve Resûlüne düşman olmaktır. Neuz-ü Bil’llâh! 

“İslâmcılık,” ne demek? Turşuculuk, börekçilik, köftecilik gibi bir şey mi? İslâm hâşâ! bir met’a mıdır ki, alınan-satılan bir şey mi ki, Yüce İslâm dinini kabul eden icaplarını yerine getiren, Müslüman’dır, fakat İslâmcı değildir. Hiçbir Müslüman, İslâm’ı istismar etmez. İslâm’ı istismar etmeye cür’et edenler, gayr-i Müslimler, münafıklardır. Yüce İslâm Dini’ni, siyâsete âlet etmeye kalkanlar da en az münâfıklar kadar alçaktırlar. 

Aziz Ertuğrul Kardeş. İnternet ortamından vâkî şikâyetinizin sebebi herhalde, servis te’min edicilerin uygulamasından nâşidir. Yoksa Gazete’nin böylesine bir sınırlama koyması ma’kûl değil... Yorumlarının silindiği iddiasındaki zât için de yukarıdaki izah geçerlidir. Bizim müdahalemiz aslâ söz konusu değildir. Bize, en ağır hakaretleri reva görenlerin yorumlarına bile cevap vermekteyiz. Herhalde teknik bir konudur, başkaları nasıl ulaşabiliyorsa, siz de deneyiniz... 

Değer’li Üveys Kardeşim. Kendisini, “Antivelî,” olarak ta’rif eden birisini ciddiye almaya gerek yok. Yorumunda, neyi kasdettiğini sorsanız kendisi de izah edemez. 

Pek Muhterem ve Değer’li Kardeşimiz, Osman Karaman Beyefendi: 

Haz.Üstaz’ımızın, diğer mütekaddimîn Meyâşîh gibi, emâneti kendisinden sonraki bir şeyh’e hayyen, an hay, Nisbet-i Zâhire’de, devretmemesi doğrudur. Fakat, mutlâk bir zaman ifadesi olarak, irtihalinden sonra, tasarrufunun kırk yıl daha devam etmesi ve sona ermesi doğru değildir. Kur’ân’da, Hadis’te ve tasarruf-ma’neviyyat düsturunda, ta’yin olunan zaman, mutlâk zaman değil, kılletten veya kesretten kinâye’dir. Yâni, İlâ Mâşâ Allah! uzun yıllar devam edecek demektir. Bu hususta, “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!... (3/23)” yazısını dikkatle okursanız aradığınız cevapları bulursunuz. 

“KONYA’LI,” remzini kullanarak yorum yaptığını zanneden kişiye: 

Öncelik’le, Konya’mızın Aziz İsmini, safsatalarına âlet ederek kullanma! Konya’lı olmak, Konya İli sınırları içinde doğmak, bir insan’a şeref bahşetmez. Sütre gerisine geçmişsin, “İşkembe-i Kübrâ’dan,” atmaya devam ediyorsun. Diyânetçi’lerin aşkından dem vuruyorsun, ne demek Diyânetçilerin aşkı? Asıl sen atıyor, salladıkça sallıyorsun! Haz.Üstazımız, nerede, ne zaman ve kimlerin yanında, “Tasarrufum yüzyıl buyurmuştur?” Herhalde, “yüzyıl devam edecektir,” diye duyurmuştur, olacaktı. 

Hazreti Üstazımıza ait, bizlere intikâl eden metinlerin hiçbirisinde, böyle bir şey bulunmamaktadır. En azından, Haber-i Meşhûr olarak, sözlü olarak da bizlere ulaşan bir haber olmadı. Yazdıklarımız, arşivlere intikâl ediyor, Devletimizin ve Milletimizin zihnine nakşediliyor. Bunun için, hâkîkatleri, yalnız, hâkîkatleri tespit edip gelecek nesillere ve geleceğin tarihçilerine intikâl ettirmek isteriz. Bunun için de, sağlıklı habere, Haber-i Sâdık’a ve vesikalara ulaşmak mecburiyetindeyiz. Sizin, hiçbir bilgiye ve belgeye istinat ettirmeden, İşkembe-i Kübrâ’dan attıklarınıza ancak, humekâ, süfehâ ve Merhûm Büyüğümüz, Kemal Bey Ağabeyimizin ta’biriyle, “tevâkuşlar,” inanırlar. Haber-i Sadık’a ulaşma gayreti vesika’ya-belge’ye ulaşma cehdi, niçin zemmedilecek bir şey olsun, ki? 

Tevâtür derecesinde meşhurdur ki, benim ve hâlen hayatta olan benden büyük pek çok ağabeyin, benden daha küçük, pek çok kardeşimizin bulunduğu meclislerde, Merhûm, Büyüğümüz, Cennetmekân, Kemal Kacar Beyağabeyimiz, def’âtle, “Benim sizlerden farkım, hasbelkader, Haz.Üstazı sizlerden önce bulmam ve hasbelkader, sıhriyyet yoluyla kendisine yakın olmamdır. Bunun dışında benim sizlerden herhangi bir farkım yoktur,” buyururdular. 

Ey Ahmak! Bu yazının başlarında, mufassalen, izah etmeye çalıştığım gibi, Haz.Üstaz’ımızın tasarrufu, bitemhamihâ ve bikemâlihâ, devam ettiğine göre, Kemal Bey Ağabeyimiz de, ondan sonra gelenler de, zâhirî ve dünyevî işleri deruhte eden idarecilerdir. Kemal Bey Ağabeyimizi sizin ne kadar tanıdığınızı bilmiyorum, ama, benim tanıdığım Kemâl Bey Ağabeyimiz, hayatta olsaydı ve sizin, bu saçma-sapan, iddialarınızı duysaydı, Alîm Allah!, “Eşek sudan gelinceye kadar sizi Kızılcık Sopasıyla döverdi.” 

Kuzum, maskeni indir, kimsin, adını, soyadını, unvanı’nı açıkça yaz. Yaşın, hayat tecrüben, müktesebatın nedir? Görelim, muhatap alınıp-alınmayacağına bir bakalım, boyu’nun ölçüsünü alalım. Öyle maske takıp, sütre gerisinden İşkembe-i Kübrâ’dan desteksiz atmakla olmuyor...