Pek Muhterem Ertuğrul Bektaş Beyefendi Kardeşimiz: 

Gerçek’ten bu genç’lere neler oluyor, kuzum, anlamakta ve anlatmakta zorluk çekiyorum. Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil ve Müceddid, medrese arkadaşlarından, medreselerin lağvedilmesi üzerine, Hâkimlik, Savcılık ve Avukatlık mesleğini tercih edenlerden ba’zıları, rejime ayak uydurarak sakalını-bıyığını kesip, şehir kulüplerinde, işret ve kumar masalarına oturanlar için bile, aslâ kötü bir söz söylemez, herhangi bir vesiyle ile İstanbul’a gelenleri ziyâret eder, herhangi bir ihtiyaçları olup-olmadığını sorar, varsa ihtiyaçlarını giderirdi. 

“Er-Reîku Ke’l-Kardaş, velevkâne kızılbaş,” 

“Eş-Şerîkü Ke’l-Kardaş, velevkâne kızılbaş,” diyen Efendi Hazret’leridir. “Kalkınız, Fatih Camii’ne gidiyoruz, ‘Merhabâ’ dediğimizin, ‘Merhaba’ dediği bir Kardeşimizin cenazesi vardır,” buyuruyor günün şartlarında, üç vasıta değiştirerek Fatih Camii’ne gidiyor cenaze namazını kılıyor, ruhuna fâtiha, ihlas ve du’â’lar okuyor. 

Yazık, yazık!. Onun Evlâdı’ndan olduğunu iddia eden genç’ler, 60 yıllık da’va arkadaşının, cenazesine katılmak için gelen, dedeleri yaşındaki insanların, mukâvemetle, cenaze’ye katılmasına mâni olmaya kalkıyorlar. Kendileri henüz babalarının sulbünde bir su damlası bile değilken, bu yolun öncüleri olan ağabeylerine, hakarete sövmeye yelteniyorlar. Bu sadece bir Sû-i Edep filan değil, bunun tahtında çok başka şeyler olmalıdır. Çözemedim, çözemiyorum... 

“Oruç” ve “Velî” remizlerini kullanarak yorum yapan Değer’li Kardeşlerim. Benim Kütahya-Tavşanlı’ya ulaştığım gün, arefe günüydü. O akşam ilk terâvih namazı kılındı ve ilk sahura kalkıldı. Bendeniz de, ilk va’azımı o akşam yaptım. 

Eğer, Ramazan ayı’nın ilk günü olsaydı, seferî’lik de söz konusu değildi. Zirâ, Vatan-ı Sükâ’da, 15 gün ve daha fazla kalınacaksa, seferî olunamaz. Üstelik müftülük Dâiresinde, sıcak ıhlamur istemem için, aklımı peynir-ekmekle yemiş olmam gerekirdi. 

1960’lı yılların ortalarından i’tibaren, çok seyahat ettim. Bu seyahatlerimde, ekseriyetle, Mübârek Ramazan ayına rastladı. Fakat, “Ve En Tesûmû Hayrunleküm,” Emr-u Fermanı gereğince, hep azimetle amel ettim. Aslâ ruhsata başvurmadım. 

Siz, o yazının bütününde verilen, verilmek istenen, asıl mesaj ile alakalı görüş ve düşüncelerinizi serd’edecek yerde, mal bulmuş mağribî gibi, yazının bütünündeki bir za’fı-ı Te’lifi istismar ederek, Güyâ, Ramazan ayının ilk günü, müftü Efendi bana sıcak ıhlamur söylemiş, ben de afiyetle içmişim. Sizin tavrınız, rahvan koşuda, en önde giden, yarışın favorisi at’ın, tökezleyerek yarışı kaybetmesini, katır soyundan, nal toplayan at’ın, yarışmayı kazanmasını bekleyenlerin tavrına benziyor. 

Aklınız, mantığınız, benim bir ramazan gününde, üstelik, bir müftülük dairesinde benim için söylenen ıhlamuru içtiğimi kabul ediyor mu? 

Pek Muhterem ve Değer’li Kardeşimiz Abdullah Haksöyler Beyefendi: Bir Amerika, Uzakdoğu ve Umre seyahati için, birileri, “Dilsiz şeytan olmayı hazmediyor olsalar da, ömrüm vefa ettiği, dilim döndüğü ve elim kalem tuttuğu müddetçe, hakkı söylemeye, bildiklerimi izhar’a devam edeceğim. Desteğiniz, du’â’larınız için kalbî teşekkürlerimi lütfen kabul buyurunuz, Efendim... 

Ali Benli Beyefendi:

“Sebeb-i Nüzûl’ün husûsiyyeti’nin, delâletin, hükmün, şümul ve umûmiyetine mani değildir,” diyorsunuz, çok doğru!... Bu vâdide dahliniz, vukûfiyetiniz beni ziyâdesiyle memnun kılmıştır. Birbirimizi daha iyi anlayabileceğimizi tahmin ediyorum. 

Bi’yat Meselesi: Bi’yati Rıdvân’da, bi’yati, Cibril-ü Emin Vasıtasıyla vahyeden, emreden Allahu Zülcelal’dir. Emri alan, vahye muhatap, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’dir. Bi’yete da’vet eden ve şartlarını (canlarıyla, mallarıyla Resûlüllah ile beraber cihad,) ortaya koyan Resûlullah’tır. Bi’yatin muhatapları ise tamamı Sahâbî’dir. 

İmdi! Teşbih’te, Müşebbeh ile Müşebbehümbîh arasında min Külli’L-Vücuh, benzerlik olmalıdır. Kime, hangi şartlar müvacehesinde bi’yat etmiş iseniz, serâheten söyle de, Müşebbeh ile Müşebbehümbîh arasında her hususta benzerlik olup-olmadığını bir görelim. 

Bilirsiniz, bilmeniz gerekir, bir velî’nin derecesi ne olursa olsun, aslâ bir Nebî’nin mertebesine ulaşamaz. Elbette Vâris-i Nebî’lerde dahil... Tâbiîn’in en efdali, Asr-ı Saâdet’de yaşadığı halde, lihikmetin, Resûl-i Ekrem’i görme ve sohbetine mazhar olma şerefine nâil olamayan, Üveys el-Karnî Hazretleridir. Fakat, mertebesi, Sahâbî’den Haz.Vahşî’nin mertebesine aslâ ulaşamaz. Yâni hiçbir şekilde ona benzemez. 

Abdullah İbn-i Mübârek Hazretlerine soruldu. Hazreti Muaviye radiya’llâhu anh mi Efdâl. Yoksa, tâbihin’in, en hayırlılarından, Emevî hükümdarı, İslâm Tarihine İkinci Ömer olarak geçen, Ömer İbn-i Abdülaziz mi? 

Abdullah İbn-i Mübârek: 

- Allah’a yemin ederim ki, “Resulullah ile birlikte çıktığı gazevâtdan birisinde, Haz.Muaviye’nin atının burnuna giren tozlar, Ömer İbn-i Abdülazîz’den daha efdaldir. 

Benim kiminle hangi şartlara müvâcesinde bi’yatim var, soruyorsan, Rabbim Allah Celle Celâluhû ile, emirlerine itaat, nehiylerinden kaçınmak hakkıyla ubûdiyyet vazifesini yerine getirmek üzere. Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem ile, O’na ümmet olma sünnetlerine tam temessük üzerine, Pîrân ve Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid ile, Müceddid’in tecdîd hareketinde vazife almak, sünnet’lerin ihyası, bid’atlerin imhası için mücadele etme şartıyla. Sırf bu bi’yatim gereği, aşağıda, tafsilatlı olarak izah edeceğim gibi, Tahrîmen mekrûh olan, tasavvufî bid’at, tesbih namazının cemaatle kılınmasına karşı çıkıyorum. 

TESBÎH NAMAZI MES’ELESİ: 

Cenab-ı Hakk, bir Hadis-i Kudsî’de, “Kulum, farzları eda ederek benim azabımdan kurtulur. Nâfile ibadetlerle de bana yakın olur,” buyurur. Ben deli miyim, Tesbih namazına karşı olayım. Ama, Nâfile ibâdetlerde, gizlilik, mahfiyet, riyâ ve süma’dan uzak durmak esastır. Davul-zurna çalarak, ilân ederek, Cem-i Gafîr halinde kılmak, bütün Fukahâ’nın ittifakıyla tahrîmen mekruhtur. Ecir ve sevap beklemek ise, helâli haram, haramı helâl addetmekten bir derece aşağıdır. Kaldı ki bunu ben söylemiyorum, İmam-ı Rabbânî Hazretleri Mektubatında buyuruyor. 

KERMES MES’ELESİ: İmece’ye, Hayır Çarşısına, hayırda musabaka’ya nasıl karşı olabilirim? Kilise Cemaatinin yardımlaşmasını ifade eden (Kermoses) kelimesinden türetilen “Kermes” kelimesine ve ba’zı rahatsız edici uygulamalara karşıyım. Benim yöremde ve Anadolu’nun ba’zı yerlerinde mahallî şive ile (Kermis) diye telaffuz ediyorlar, o kadarı dahi rahatlatıcı oluyor. “Men Teşebbehe bikavmin ve hüve minhûm,” (kim kendisini bir kavme benzetirse onlardan olur.) 

Kermes uygulamalarında Nezir Kurbanlarının kesilerek, döner yapılıp, kurs-yurt talebe’si ve Asgarî ücretin yarısı kadar maaş verdiğimiz evli-barklı hocalar yutkunurken, parası olanlara satılması neyle izah edilebilir. Bilindiği üzere, Nezir kurbanlarının etinden nezreden ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler yiyemezler. İllâ tatmak isterseler, bedelini sadaka olarak ödemek suretiyle yiyebilirler. Daha çok fakir’in, en azından, bir tadımlık olarak alabilmeleri için nezir kurbanları 60 parçaya bölünerek fakirlere dağıtılır. 

UMRE MES’ELESİ: 

Umre, Nâfile Hac mes’elesinde uzunca, müstekîl bir yazı yazacağım. Cenaze Namazı mes’elesini bundan önceki yorumlarda bütün tafsilatıyla anlatmaya çalıştım. Okumuş olmalısınız... 

Ali Benli! Tesbîh namazı kılacaksan, tahrîmen mekruh olan Cem-i Gafîr içinde, birisinin arkasına takılacağına, yiğitsen, ersen, muhlis isen, herkesin uyuduğu bir vakitte, Allah ve vazifeli melekler’den başka kimse’nin görmediği-duymadığı bir vakitte kıl!...