Son zamanlarda bazı büyük iş sahiplerinin, kimi yüksek bürokratların ve bir kısım memurların kanunsuzlukları ayyuka çıktı. Bunların rüşvet ve yolsuzluklara bulaşması, büyük vurgunlar yapmaları herkesin dilinde. Devleti dolayısiyle halkı soyarak onların daha fazla yoksulluğa mahkûm edilmesi hakkındaki haberler gazete manşetlerinden inmez oldu. Bu üzücü ve düşündürücü manzara; insanımızın mânen aşağıların aşağısına düşmesinin resmidir. İnsanın bu denli alçalışının baş sebebini Mehmed Âkif -haklı olarak- Allah korkusunun zayıflamasına bağlıyor. Ve bu temel inancı hatırlatan: “Ey inananlar! Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkun.” (Âl-i İmran: 102) âyetinden ilham alarak yazdığı şiirle, konuya açıklık getiriyor:

Ne irfandır (zihinsel olgunluktur) veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fazîlet hissi (üstün ve güzel ahlâk) insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin (sayılsın) havf-ı Yezdan’ın (Allah korkusunun)...

Ne irfânın (anlayış ve tecrübenin) kalır te’sîri (etkisi) kat’iyyen (kesinlikle), ne vicdanın.

Hayat artık behîmîdir (hayvancasınadır) hayır ondan da alçaktır.

Ya hayvan bağlıdır fıtratla (yaratılışla), insan hürr-i mutlaktır (tam olarak hür ve özgür).

Behâim (hayvanlar) çıkmaz amma hilkatin (yaratılışın) sâbit (değişmez) hudûdundan,

Beşer (insan) hâlâ habersiz böyle bir kaydın (bağın) vücûdundan (varlığından)!

Meğer kalbinde Mevlâ’dan tehaşî (sakınma) hissi yer tutsun...

O yer tutmazsa hiç mânâsı (anlamı) yoktur kayd-ı nâmûsun (nâmus duygusunun).

Hem efrâdın (kişilerin), hem akvâmın kavimlerin bu histir, varsa vicdânı (Hak sesin kaynağı)

Onun ta’tîli (yok edilmesi): İnsaniyetin tevkî-i hüsranı (en büyük kaybının belirtisi)!

Budur hilkatte (yaratılışta) cârî (geçerli) en büyük kanunu Hallâk’ın (Yaratıcı’nın):

O yüzden başlar izmihlâli (yok olup gitmesi) milletlerde ahlâkın.

Fakat, ahlâkın izmihlâli (ortadan kalkması) en müdhiş (dehşetli) bir izmihlâl (çöküş);

Ne millet kurtulur, zira (çünkü), ne milliyet, ne istiklâl (bağımsızlık).

Oyuncak sanmayın! Ahlâk-ı millî (millî ahlâk), rûh-i millîdir (milletin rûhudur);

Onun iflâsı (sönmesi) en korkunç ölümdür; mevt-i küllîdir (yüksek değerlerin ölümüdür).

Olur cem’iyyet (toplum) artık çâresiz pâmâl-i istîlâ (ayaklar altında çiğnenen);

Meğer kaldırmış olsun, rûh-i sâni (ikinci bir rûh) indirip Mevlâ.

Evet bir ba’sü ba’de’l-mevte (ölümden sonra dirilişe) imkân (olasılık) vardır elbette...

Bunun te’mîni (sağlanması), lâkin (fakat) bir yığın edvâra (zamâna) vâbeste (bağlı)!

O cem’iyyet ki vicdânında hâkim (hükmeden) havf-ı Yezdandır (Allah korkusudur);

Bütün dünyaya sahiptir, bütün akvama (kavimlere) sultan (hükmeden)dir.

Fakat, efrâdı (fertleri) Allah korkusundan bîhaber (habersiz) millet,

Çeker, milletlerin menfûru (nefret edileni), kıptîler (çingeneler) kadar zillet (horluk)

Meâlî (yüksek fikirlere) meyli hiç kalmaz; şehamet (yiğitlik ve cesareti) büsbütün kalkar;

Ne hâkimlik (hükmetmeyi) tanır artık, ne mahkûm olmadan (hükmedilmekten) korkar.

Şeref hırsıyla istihkar-ı mevt etmişken (ölümü hiçe saymışken) ecdâdı (ataları),

Bırakmaz öyle bir pâkîze (temiz) neslin şimdi ahfadı (torunları),

Hayat uğrunda istihfafa şayan görmedik hüsran (göze almadık zarar)!

Gebersin tekmeler altında râzı...Çıkmasın, tek can!

Yürekler en mülevves (pis), en sefîl (alçak) âmâl (emel ve istekler) için çarpar;

Sinirler en muhâl (imkânsız) endîşeden (korkulu düşünceden) titrer durur par par!

Olur cem’iyyet efrâdınca (fertlerince) şahsî (kişisel) menfaat “Ma’bûd” (ibadet edilen)!

Sorarsan kimse bilmez var mı “Hak” nâmında (adında) bir mevcud (bir varlık).

O doymak bilmeyen Ma’bûd’a kurbandır hayâ hissi (utanma duygusu),

Hamiyyet (millî onur ve haysiyet), âdemiyyet hissi (insanlık duygusu), ulvî (yüce) hislerin hepsi!

Bu hissizlikle cem’iyyet (toplum) yaşar derlerse pek yanlış:

Bir ümmet (millet) göster, ölmüş maneviyyatiyle (din ve ahlâkıyle) sağ kalmış! (2 Eylül 1914)

Demek ki, sözün özü: “Re’sü’l-hikmeti mehafetullah.” / “Hikmetin (hayırlı işleri yapmak isteyişin) başı Allah korkusudur.”