Bankaların faizleri düşürmesi için görüşmeler yapılıyor, hükümet yetkililerince faiz indirimi, mevcut kredilerin uygun faizle yapılandırılması talep ediliyor.

Bankalar hükümet kanadına bir şey söyleyemiyor ama piyasaya da pek fazla girmemeye çalışıyor. Kendilerini geri çektiler. Kredi kullanmak isteyen şirketlerin kredi not kriterlerini düşürdüler. Sanki mümkün olduğunca kredi kullandırmak istemiyorlar.

Çünkü ölçüp-biçip işin içinden çıkamıyorlar.

Bankaların kullandırdığı kredilerin ana kaynağı bireylerden ya da kurumlardan topladıkları mevduat yani artırabildiği tasarruflardır.

Bankalardaki toplam mevduat 1,3 trilyon TL, piyasanın bankalardan talep ettiği kredi tutarı ise 1,6 trilyon TL.

Yani; bireyler ve kurumların tasarrufları, borcu olanların ihtiyaçlarına yetmiyor. Kredi 300 milyon TL kadar karşılanamıyor. Buna sebep; ya geri döndürülemeyen, kazandırmamış yatırımlar, ya da çalışıp, kazanmadan yapılan tüketimdir.

Bu durum yurtdışından döviz borcu alma ihtiyacı doğuruyor.

Bankalar, borç verme faiz oranını; rekabet ortamında toplayabildikleri mevduatın faiz oranı, yurtdışı kredi faizi, kur farkı ve hizmet verme maliyetlerini harmanlayarak hesaplar.

Yani bankalar, mevcut piyasa koşullarında faiz oranını düşürebilmek için; ya hizmet kalitesini düşürmeli, istihdam azaltmalı, şube kapatmalı, ya da bireylerden, kurumlardan topladıkları tasarruf mevduat faiz oranlarını düşürmeli.

Diğer faiz yüklerine ise; kur farkı ve yurtdışı kredi maliyetine müdahele edemez.

Yakın geçmişte kaç defa faiz indirimi yapıldı. Ve hiçbir faiz indiriminin ardından yabancı yatırımcı hücum etmedi. Sanayi makineleri kapasite kullanım oranları ortada, yıllar itibarıyla düzenli olarak düşüş var.

Ama her faiz indiriminin ardından; banka şube kapama ve personel çıkartmaları yaşandı. Ve tabii birde halkın tasarruf mevduat faizleri, enflasyonun da altına düştü.

Gündem de bunların ağırlıkla konuşulması gerekirken, konuşulan konu bankaların açıkladığı kârlar!.. Tabii ki o da konuşulsun ama sadece o konuya odaklanıp haksızlık etmeyelim.

Ve unutmayalım ki! Banka çalışan ve yöneticilerinin hepsi finansçı, işletmeci… Tabii haliyle bir bankanın kâr etmesi kadar normal bir şey yok. Tersi olsa anormal olur ve gündem olur… Bankalar dahil, bütün şirketlerin kuruluş amacı kâr etmektir…

En kârlı bankalarımız ortalama 3 milyar TL gibi kârlılık açıkladı. Büyük bir rakam… Lâkin bu bankaların ortalama aktif büyüklükleri 270 milyar TL. Döndürdükleri ve bağladıkları kaynakların %1’i kadar kâr edebilmişler.

Uluslararası standartlara göre; hizmet sektörü kârlılık oranı minimum %15’dir. Sanayi sektörünün ise %3.

Bankacıların üzerine sanki biraz fazla gidiliyor. Ayrıca ekonomi faiz indirimi ile düzelmez… Ekonomi ancak yaratıcı fikir, yeni buluş, yeni ürün üretip dış pazarlara satmakla düzelir.

Bankacıların üzerine gitmek, zararına kredi ver demek; “tasarruf et, personel çıkart” ya da “kredi ihtiyacı duyan esnaf, şirketlere kredi verme” demekten farksız. Şu anda esnaf ve şirketler kredi bulmakta zorlanıyor, borç döndüremiyor.

Yeni buluş, yeni ürün, üretim de bahsetmişken; özellikle büyük şehirlerde yeni bir iş kolu oluştu…

İnsanlara yurtdışında çalışma ve yerleşme imkânı sunuluyor. Bu kişiler, salon dolusu insana sunum yapıyor. Salonları dolduranlar ülkemizin iyi eğitim görmüş, kısmen tasarrufu olan mühendisi, doktoru, avukatı… Mevcut ekonomik ve sosyal, politik sebeplerle çocuklarına yeni hayat sunmak istiyorlar. Ülkemizin geleceğinden endişe duyuyorlar. Birçoğu da gitti bile…

Tüm dünya böyle eğitimli, yaratıcı insanların peşindeyken biz kendi evlatlarımızı elimizden kaçırıyoruz.

Siyasi olarak kimsenin birbirine düşmediği; sıklıkla patlayan bombaların, silahların, kadına şiddetin, devlet içinde garip yapılanmaların olmadığı, huzur ve sevginin yoğun olduğu bir ortama ihtiyacımız var.

Bu eğitimli insanlarımızın yaratıcı, yeni ürün geliştirmelerine çok ihtiyacımız var.

Dedik ya; varlığımızı devam ettirebilmek için birbirimize muhtacız. Finansçısı, doktoru, mühendisi, işçisi, tamircisi, kasabı hepimiz bir milletiz. Bu vatanın evlatlarıyız. Hep beraber, bölünmeden hareket etmeliyiz.

Yoktan var edilen bizler… Biliyoruz ki birine ihtiyacımız olmadığı zaman, yok olduğumuz zamandaydı. Yoktan kendi kendimize var olmadık. Var olabilmek, yardım ile mümkün oldu. Varlığımızı sürdürebilmek içinde birbirimize yardım etmeliyiz. Unutmayalım ki teknik olarak var olabilen, yok da olabilir…