90’ların Yeteneklerinden Günümüz Çölüne…

Dün mahallede iki genç kızın avazı çıktığı kadar “Delikanlım” şarkısını söylediğini duydum. Yaşları 16-17’yi geçmez kızlarımızın. Ben de aynı yaşlardayken Yıldız Tilbe’den dinlerdim o şarkıyı… Keza şu an da yeni versiyonu yerine şarkının orijinal halini dinlemeyi tercih ederim. Her neyse benden ortalama 20 yaş genç bu insanların aynı şarkıyı dinlemeleri çok güzel. Çünkü bazen kuşaklar arasında  uçurumlar doğabiliyor. Ben zaman zaman birlikte çalıştığım arkadaşlarıma 90’lar müziği hakkında dersler veriyorum. Ama o dönemde genç olmanın tadını öğretmem mümkün değil. 

O dönem biz kafalarımızın içinde özgürdük çünkü. Pop müziğin patlaması aslında o özgür kafaların neticesinde oluşmuştur. Elbette problemlerimiz de vardı.  Gazeteler şakır şakır kupon ile Arcopal yemek takımı veriyordu mesela. Her yer kupon’du. Aman allahım! Tansu Hanım ile Mesut Bey’in çekişmelerinden bıkmıştık ama şimdi geçmiş videolarını izledikçe ne kadar da naziklermiş diyorum. Sevimsiz iki olay hatırlıyorum. Birincisi Hukuk Fakülte’sinin sözel’den eşit ağırlığa geçmesiydi. Ki benim de Hukuk Fakültesi hayallerim suya düşmüştü!  İkincisi de bir arkadaşım hatırlatmasıyla anılarım canlandı.  1999 yılındaki Üniversite sınavının soruların çalınması nedeniyle iptal olmasıydı. 

O dönem çok paramız yoktu ama Özgürlüğümüz vardı. Zaten özgürlüğün parayla hiçbir alakası olmadığını o yıllar çok iyi anlatıyor. Mesela Haluk Levent’in ilk kaseti son derece zor şartlarda çıkmıştır. Bay E, Ağır Roman yine aynı şekilde düşük bütçelerle yapıldı. Ama yine de toprağı sıksan yetenek fışkırıyordu. Neden? Çünkü ancak ve ancak özgür olduğunuzda yeteneğinizin farkına varırsınız. Bu lafımın altını çiziyorum! Özgürlüğünüz yoksa istediğiniz kadar yetenekli olun farketmez!  90’lar gençleri yeteneğinin farkında olacak uygun siyasi  hoşgörü ortamına sahipti. Mesela herkesin çaldığı bir enstrüman vardı. Çoğu gencin elinde gitar görmek mümkündü.

Akdeniz Akşamları da o güzel döenemin ürünüdür. O şarkı yapılmasaydı, delikanlım gibi bir şarkı olmasaydı, Sezen Aksu Gülümse’yi, Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam’ı yazmasaydı ne söyleyecektik? Neyi günümüze uyarlayacaktık? Çok merak ediyorum. 

Şimdiki çocuklar ya da Üniversite kazanmaya çalışan gençliğe adım atanların böyle bir vakti yok! Benim kuzenim seneye Üniversite sınavına girecek ve şu an lisenin yaz okuluna gidiyor. Bu sıcakta!  Bu bir ceza mı? Neden? Çünkü gelecek kaygısı var. Sanat olmayan bir meslek seçmek zorunda! Çünkü sanatçılar beş parasız, sefil olarak görülüyor. İş böyle olunca bizler kendi ailemizdeki çocuklarımızın, gençlerimizin yeteneklerini görmezden geliyoruz. Bazen de Ebeveynler kendi meslek fantezileri uğruna çocuklarının yeteneklerini öldürüyorlar. Çocuğum doktor olsun! İllaki Uçak mühendisi olsun! Yahu senin çocuğun kan görünce bir tuhaf oluyor! Yüksekten korkuyor! Farkında değil misin? Bu kadar mı körsün? Yapmayın böyle şeyler! 

Maddi gerekçeler ve aile fantezisi dedikten sonra  yeteneği öldüren bir diğer önemli olguya geçelim. Muhafazakarlaşma sanatın tam tamına karşısındadır. Bir yazarın yazarken kuracağı cümlelerden, ressamın yapacağı resimden, şarkı yazarının besteye söz yazarken kaygıdan uzak olması gerekir. 

Sanatçı; babam ne der? Arkadaşlarım ayıplar mı? Acaba yaptığım şey sansürlenir mi? gibi kaygılar taşımaya başladığı zaman fakirleşme de başlar. Evet, yetenekli insanları öldürerek fakirleşiriz! Fakirlik sadece para olmadığında ortaya çıkmaz. Bir ülkenin nefes alan damarlarını, sanatı tıkadığınızda da fakirleşmenin daniskasını yaşarsınız.

Benim Fen Bilimleri’ne, Matematiğe diyecek hiçbir şeyim yok. Başımın üzerindeler! Ama Müzik, Resim, Sinema, Tiyatro’da başarılı insan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Neden? Çünkü bizim ülkemizde filmlerin bazı sahneleri ayıp olduğu için çekilmiyor, şarkıların bazı nakaratları ayıp olabileceği gerekçesiyle zaten hiç yazılmıyor. Nü resim yapılmıyor, yapılsa bile izbe katta üstü örtülü bir şekilde yatıyor. Ayıbıyla birlikte hem de ! 

Bunun için şu an müzik sektörünün şarkıcı bulmak zor, sinemada yönetmen, oyuncu çıkmıyor! Bu işleri gençlik sevdası olarak değil, tam zamanlı bir iş olarak gören insana ihtiyacımız var.  Çünkü bizim Ajda Pekkan’ın Sezen Aksu’nun, Nuri Bilge Ceylan’ın yerine yedekleme yapmamız gerekiyor. Onların yeri doldurulamaz konusu başka bir şey. Bizim onlardan sonra göstereceğimiz, övüneceğimiz sanatçılara ihtiyacımız var! Yedekleme yapamadığımız için şu anda eski şarkı uyarlamalarıyla idare ediyoruz. Peki ya yarın ne olacak? 

Yarın muhtemelen bu işleri yetenekleri ölmüş insanlar yerine iyi programlanmış robotlar yapacak. O gün bize ne ihtiyaç kalacak Dünya’da hiç düşündünüz mü?