Yıllardır, pancar ve şeker üretim kota meselesini düzeltemedik.
Yapıştı çiftçinin yakasına, çıkmıyor.
Pancar çiftçimiz memnun değil ve yavaş yavaş üretimden uzaklaşıyor.
Kotalı pancar üretimi kısaca şöyle işliyor:
Her bir pancar çiftçisinin belirlenmiş bir üretim kotası var.
Kotasından daha fazla üretirse, kota dışı fazla ürünü ancak 5’te 1 fiyatına şeker fabrikalarına satabiliyor.
Örneğin; 
Pancar çiftçisinin belirlenmiş kotası, yıllık 10 ton ise ve o yıl bir vesile ile 18 ton ürettiyse,
Şeker fabrikasına 10 ton pancarı açıklanan 160 TL’den satabilirken, kalan 8 ton pancarı 32 TL’den satabiliyor.
Hal böyle olunca sistem komisyoncu doğuruyor.
Üretim yapılmamasına rağmen uygun şartları dolayısıyla şeker pancarı kotası alınabiliyor.
Kota alan ama fakat üretim yapmayan komisyoncu, elinde kota fazlası mal kalan çiftçiden 60 TL-70 TL’den mal satın alıp şeker fabrikalarına 160 TL’ye satıyor.
Çiftçi de “32 TL’den daha iyidir” diyor, ama içi içini yiyor.
Komisyoncu tabi çok memnun, üretim yapan çiftçinin üzerinden katbekat para kazandı.
Cumhuriyetin ilanının ardından Uşak, Alpullu ve Turhal’da şeker fabrikaları yapılmıştı.
Savaştan çıkmış, erkek nüfusunun az olduğu belki de tarihimizin en zor ve fakir yılların da bir-çok atılım hamlesi yapılmıştı. 
Çünkü kişisel çıkarlar değil, vatan ve millet tek düşünceydi.
Yani madde değil, maneviyat tek düşünce idi.
Şeker fabrikaları da bu hamlelerin önemli bir parçası olmuştu.
1908 sonrası Meclisi Mebusan aracılığı ile Balkan ülkeleri siyasi oyunlar içine girdi.
Devlet yönetimini hatta orduyu yeniden şekillendirmek istiyorlardı.
Çünkü ordumuz dünyaya nam salmıştı. 
Yabancı memleketlerde, Türk halkının ne kadar savaşçı bir millet olduğu anlatılırdı.
Türk gençleri bu özgüven ile büyürlerdi. 
Bu da onları er meydanlarında “yenilmez” yapıyordu. 
Son muharebemiz Çanakkale’de işte bu gençler destan yazdı.
Bugünkü “bilgisayar gençliği” ile kıyaslamayacağım, ama genlerinde bu ruhun olduğunu gösterdiler.
Balkan ülkelerinin bu oyunları ile İstanbul karışmıştı.
Özellikle zengin kesim kişisel çıkarlarının peşine düştü.
Kişisel çıkarlar sevdası bölünme başlattı, birlik sağlanamadı.
Sonuç olarak İstanbul’da İngiliz, Fransız, İtalyan askerleri cirit atmaya başladı.
İstanbul işgal altındaydı.
“Kişisel çıkarlar” ön planda ise bölünme kaçınılmaz olur.
Kardeşler arasındaki miras paylaşımında bile...
Şeker pancarı kota meselesinde de; kişisel çıkarlardan çok, milletimizin menfaatlerine uygun politikalar geliştirmeliyiz. 
2000 yılında 450 bin çiftçimiz pancar ekerdi.
Bugün, bu rakam 140 bin çifçiye geriledi. 
Yüzde 70 azaldı.
Yine 2000 yılında yaklaşık 5 milyon dekarlık alanda şeker pancarı ekilirdi.
Bugün yaklaşık 3 milyon dekar ekilebiliyor.
Yüzde 40 azaldı.
Fakat teknoloji, bilim ve kimyasallar sayesinde dekar başı üretim arttı.
2000’de 1 dekar tarladan 4 ton pancar çıkardı.
Günümüzde 5,5 ton pancar çıkartmayı başarıyoruz.
Şeker fabrikalarımız yılda 17 milyon ton pancar işliyor.
Ve 2,3 milyon ton şeker üretiyor.
Bunun büyük bir kısmını ülke içinde tüketiyoruz.
Belki de dekar başı üretimi artırmak için kullandığımız kimyasallar yüzünden ihracatımız çok az.
Yabancı ülkeler bizim şekerimizi tercih etmiyor.
Ama ülke içinde tüketiyoruz, hemde tüm ülkelerden çok daha yüksek bir fiyata. 
Türkiye’de 33 tane şeker fabrikamız var, sadece 2 tanesi özel şirket.
Şeker fabrikaları yılın büyük kısmında boş kalıyor.
O yılın mahsulü işleniyor ve fabrika kapanıyor.
Şeker fabrikaları verimli çalıştırılamıyor. 
Fabrikalar özelleştirilmek için ihaleye çıktı ama satış yapılamadı.
Sanırım özel şirketler de verimli hale getirememe kaygısı yaşıyor.