Uzak ve hatta yakın tarihimiz bazı kişilerce değiştirilerek anlatılmakta. 

Öyle ki, yaşı kemale ermiş bir kişi, televizyon programında “İngiliz şair ve yazar William Shakespeare’nin aslında Türk ajan olduğunu, adının Şeyh Pir olduğunu” iddia edebiliyor.

Dedik ya, yaş biraz kemale erdiyse, saç sakal beyazsa “tarihi yuvarla gitsin, inanan birileri çıkarsa kârdır”… 

Yine geçenlerde sosyal medyada, yaşı en çok 18 - 19 olan bir genç “Atatürk bu ülkeyi gavurdan kurtardıysa millet neden 15 yıl öncesine kadar saklanarak namaz kılıyordu?..” yazmış.

Gerçekten şaşırtıcı… Derin bir nefes alıp önce rahatlamaya çalışalım… 

Bu kişi 15 yıl önce 3 yaşındaydı, hatırlamaması normal… Lâkin ona bunları birileri anlattı… Yaşı kemale ermiş büyüğünün ise gerçekleri söylemediği kesin…

Özellikle sosyal medya bu açıdan tehlikeli, rahatlıkla iftira atılabiliyor… Herşeyi en iyi ben bilirim edasıyla yaşayan bazı insanlar tehlikeli birer bomba adeta… Okuduğu kitabın bile ilk iki sayfasını okuyup “Gerisine gerek yok anladım, okudum, bitirdim” diyenler var. 

Hayatı, ucundan tutmakla geçmiş, avuçlayıp kavrayamamış, sahiplenip, derinleşememiş. Belki de bilmediğini hiçbir zaman bilemeyecek…

Ve bu kişiler suistimale çok açık. Başkaları kendi amaçları doğrultusunda onları rahatça saptırabilir.

Kırklı yaşlar için “olgunluk yaşları” denir. Ben de tam o yaşlardayım… 

Ben Türkiye’de saklanarak ibadetini yerine getiren bir kişi ne gördüm, ne duydum. Hatta rahmetli babam da görmemiş. Rahmetli dedem hacı idi, hacca elini kolunu sallayarak gitmiş ve gelmiş, o da görmemiş. Belki dedemin babası, İstanbul İngilizler tarafından işgal edildiğinde görmüş olabilir. Ama büyüklerimden de böyle bir şey dinlemedim…

Maalesef farklı güçler üzerimizde bir çeşit “algı yönetimi” yapmakta… 

Demem o ki, kendimizi yönettirmemek için bilmek zorundayız… Aksi takdirde her denileni yapan, ipleri başkasının elinde birer “kukla” oluruz. Atalarımız “bizi bize” bunun için bıraktı. Kendi kendimizi yönetmemiz için…

Mesela, Atatürk “her akşam arkadaşlarıyla sofra kuran ve devlet işlerini burada halleden biri olarak” eleştirilir. 

Evet, arkadaşlarıyla akşamları yemek yediği doğru... Ama bu sadece askerlikten kalma bir alışkanlık. 

İlk defa gittikleri, çok az kişiyi tanıdıkları şehir ve ülkelerde, görev aldığı Şam’da, İstanbul’da, Fransa’da, Trablusgarp’ta, İtalya’da, Derne- Libya’da, Gelibolu’da, Sofya’da, Tekirdağ’da, Çanakkale’de, Anafartalar’da, Muş’ta, Bitlis’te, Halep’te, kurtuluş mücadelemizde vatanın her karışında, sık sık yer değiştiren askerlerin en büyük ve hatta tek keyfi, akşamları birlikte yedikleri yemek, günün değerlendirilmesi ve hoş sohbetleridir.

Akşam dostlarla yemek yemesi alışkanlığıdır. Bu da kötü olarak lanse edilemez.

Çok değil bizden üç nesil önce, askerlik görevimizi Kudüs’te de yapmaktaydık. Kudüs bizim sınırlarımızdaydı. Bugün Kudüs birçoğumuz için sadece bir şehir ismi, çünkü tarih kitaplarında neredeyse hiç yer almıyor. Konu yazılı tarihimizden tamamen çıkmış.

İşte bizden sonraki neslimiz, torunlarımız başka bir şehrimiz için aynı şeyleri konuşmasın diye, bilmek zorundayız. Üzerine bastıra bastıra bilmek zorundayız!!! Bunun için de öncelikle bilmediğimizi kendimize itiraf edebilmeliyiz. Kendimizi her şeyi bilen olarak adlandırırsak gaflete düşer, ilerleyemeyiz.

Merak olgumuzu ekonomik sonuçlar geliştirir. Çünkü ekonominin sonuçları birebir yaşananlardır. Bu yaşanmışlıklar ile merakımız ve araştırma şevkimiz şahlanacaktır.

Bunun için öncelikle; enflasyona, borç stoğuna, işsizliğe, hane halkı borçluluk rasyolarına bakalım. 

Mesela, geçmiş otuz yılı ilk on beş yıl, son on beş yıl olarak karşılaştıralım;

Yıllar

 

1989-2002

2003-2016

Yüzde

Borç Stoku (* 1.000.000 TL)

366

2.962

709%

Büyüme

%

3,4

4,8

41%

Enflasyon

%

70,0

10,4

-85%

İşsizlik

%

7,6

10,7

41%

Bütçe Dengesi

%

-11,6

-3,2

-72%

Cari Denge

%

-0,5

-5,0

900%

Hanehalkı Banka borcu  (* 1.000.000 TL)

%

6,6

440

6567%

Bu veriler TÜİK ve farklı ekonomi yazarlarının makalelerinden alınmış ve hesaplanmıştır. 

Görüldüğü gibi borç stoğumuz yedi kat artmış. Büyüme oranımız da %41 büyümüş. Enflasyonumuz %85 azalmış. 

“Ama nasıl oluyor da büyürken ve enflasyon düşmüşken işsizlik oranımız %41 artmış?..” diyebilirsiniz. 

Ya da “%709 borçluluğumuz artmışken, nasıl olmuş da enflasyon %85 düşmüş?..” de diyebilirsiniz. 

Her iki sorunun da cevabı kendi içinde saklı… Büyüme; üretim sebebiyle değil, bu dev borçlanma ile sağlanmış görünüyor. Borçlanma, büyüme refleksi göstermiş.

Aynı zamanda bu dev borçlanmanın yanı sıra üretmeyen, tüketen ve borç yiyen bir yapı da karşımıza çıkıyor. Hanehalkının borçlanması 66 kat artmış. Gerçekten çok fazla… Ama borçlanmanın tabana yayılması daha fazla kredi sözleşmesi demektir. Bu durum aynı paraya ikinci bir finansal ürün türetir. Böylece tekrar dış borç bulma imkânı doğar. 

Belli ki “Kalkınma” ile “Yenilenme” arasında kavram karmaşası oluşmuş. Yenilenme, kalkınma olarak görülmüş ve her şey yenilenmek istenmiş. Ve hane halkı da % 6567 daha fazla borçlanmış. 

Halbuki işsizliğin arttığı bir ortamda ihtiyaç dışı yenilenme merakı, yenilenme sıklığı, yenilenme artışı, yenilmenin rasyosudur…