“Mutluluğun formülünü merak ediyorsanız; kendinizi sessize alın.”

Her şeyde söz sahibi olma isteği bizi sükûnetten koparıp, karmaşanın içine çeker. Tıpkı Larry Eisenberg'in şu sözünde dediği gibi; "İç huzuru bulmak istiyorsan, evrenin genel müdürlüğünden istifa et" Belki de huzur, sadece akışta kalıp, izlemektedir. Müdavimi olduğum radyo kanalında söylenmişti. Yazar oluşumun da muhakkak etkisi olacak ki, son günlerde konuşmak yerine ben de kendimi sessize almıştım ve çevremi gözlemlemeye başlamıştım. Gerçekten de ne çok ihtiyacımız vardı sessizliğe, bunu anladım. 

Koşturmak, keşmekeş trafiğin içinde var olmaya çalışmak, gülmek için çabalamaya bile gerek duymadığımız bir dönemden geçiyorduk belki de. Son zamanlarda birçoğumuzun kötülükten beslendiğine kanaat getirmiştim. İyilikleri bir kenara bırakıp, kendimizi ve bir başkasını kanatmaya çalışıyorduk. Sözlerimizle, bakışlarımızla, umursamazlıklarımızla, tavırlarımızla, kulak arkası edişimizle, duymazlıktan gelişimizle yapıyorduk. Sonrasında yalnızlaşıyorduk. Yalnızlaştıkça fırtınalarla boğuşmaktan yorgun düşüyorduk. Sebebini merak ediyordum aslında. Hangi ara bu kadar kötüleşmiştik? Ya da kötü görünüyorduk başkasının gözünde. Bencillik, ego, hiyerarşi son günlerde sanki daha bir gösteriyordu kendisini. Haklı olma telaşı tüm hücreleri sarmıştı, kanser hücreleri gibi. Anne çocuğuna, ben sana söylemiştim haklı olduğumu gördün diyordu. Sokaktaki kız telefonda haklıyım ama dimi? Diye onaylanmayı bekliyordu tüm hırsıyla. Eş kavgalarında hep taraflar haklıydı. Mağdur edebiyatında bile karşı tarafa haklı oluşunu ispatlamak için kurulan görünmez baskılar sunuluyordu. Haklı olmak için verdiğimiz mücadele sonunda bitap düşüyorduk. Gözlemliyordum, yaşıyordum, şaşırıyordum. Pasifize olmamak için verdiğimiz mücadele yoruyordu bizi. Herkes güçlü olma telaşındaydı. Herkes güçlüydü de üstelik. Güçlü olmak neydi? Metal soğukluğundaki gülüşlerin ardına gizlenen gizli buzullar mı bizi güçlü kılıyordu?

 Sessize almaya ihtiyacımız vardı kendimizi, düşüncelerimiz, yüreğimizi…Şöyle uzanıp kanepeye kendimizi dinlemeliydik belki de. Televizyonu açmadan. Haklı, haksız, suçlu, suçsuz, doğru ya da yanlışı aramadan. Sadece sessizliği üzerimize çekip uyumalıydık belki bir süre.

Sevda kaçsın çayınıza.