Adaletin iki boyutu vardır. İlk boyutu istisnasız ve potansiyel boyut olan eşitlik adaletidir. Eşitlik adaleti insan hakları açısından hiçbir gerekçe ile ayırımcılık yapılmamasını gerektirir.

İkinci boyutu da somut olay adaletidir. Her somut olayda herkese somut olayın özelliğine göre: Emeğinin karşılığını, suçunun cezasını, liyakatinin uygun olduğu görevi verebilme adaletidir. Bir zamanlar dünyanın her yerine adalet, eşitlik ve özgürlük, götüren bir millet düşünün.

Bu gün gerçekler yok sayılıp konuşulmazken ne kadar özgürlükten bahsedilebilir ki. Azalan kaynakları, hormonlu gıdaları, derinleşen yoksullukları kimse konuşmuyor ya da konuşamıyor. Egemen güçlerin özgürlük ve adalet kavramlarını kullanarak uyguladığı şiddet meşru sayılıyor.

Toplum bu meşruluğu kabullenerek sessiz kalmayı tercih ediyor. Dış etkilerden bağımsız olma, engellenmemiş ve zorlanmamış olma halini dile getiren özgürlüğün giderek sınırlandırılmasına göz yumuluyor. Adaleti sağlayan hukuk düzeni her zaman adil olmayabiliyor. Yasal boşluklar, bireylerin haklarını elde etmek için kanunsuz yollara başvurma hakkı tanımadığı gibi başkalarının haklarını da gasp etme hakkı tanımıyor.

Her birey, kendi çıkar dünyasının penceresinden bakarken karşısındakinin hakkını dikkate almıyor. Empati kurmuyor, duyusal ya da kurgusal diğerinin duygularını, düşüncelerini anlamaya çalışmıyor. Ben merkezinin dışına çıkarak olaylara genel bakamıyor. Dolayısı ile tarafsızlık ilkesini göz ardı ediyor. Böylece adil olamama durumu kişilerin karakteri haline geliyor.

Adaletin olmadığı yerde özgürlükten, özgürlüğün olmadığı bir ülkede de halkın iradesinden söz edilemez. Çağın dayattığı devasa sorunlara çözüm üretilmezse kavramlar da ortadan kalkacak. Derinleşen sorunların önüne geçilmezse suç potansiyeli artacak. Egemen güçler, yaşamak için mücadele edenler her türlü yönteme başvurmayı mubah sayacak. Özgürlüğün teminatı olan adalet güvence altına alınmazsa adalet diye bir şey de olmayacak. Ülkeler yeni kazanılacak özgürlüğün bedelini çok ağır ödemek zorunda kalacak.