Medeni alemin var oluşundan bu yana, Milletler tarihini her daim “Galip devletler yazmış”, hadiselerin olumlu veya olumsuz yönlerini, galip devletlerin yorumlarına göre kayıtlara geçilmiştir.

Dolayısıyla, bilhassa “Savaş tarihlerini” çok iyi tetkik etmek elzemdir. Aksi taktirde: her daim olduğu gibi: “Savaşın tarihini her zaman olduğu gibi: “Galip devletler yazacaktır!”

Böyle bir durum ise; “Haklılık, haksızlık” gibi gayet hassas noktalarda hayati yanılgılar meydana getirebilmektedir!... Zira yazanı, savaştan galip çıkan Devlet olunca; kendi kusurlarını örtbas edeceğinden, savaşan tarafların hangisinin haklı, hangisinin haksız veya en azından suçlu olduğu pek anlaşılamaz. Dolayısıyla, böylesi durumlarda umum insanlık, savaşan tarafların esas kimliği hakkında sıhhatli bilgi edinememiş olur ki, böylesi durumlar, yeni, yeni savaşlara sinsice zemin hazırlar!..

Nitekim; Birinci ve İkinci Dünya Savaşları bu tezimizin doğruluğunu açıklıkla meydana koyan en sıhhatli belgelerdir!...

Bilhassa “İkinci Cihan Harbi” bir çok yönü ile umum insanlığın bilgisi dışında kalmış, son derece önemli faktörlerle mücehhezdir.

Öz Türkçesi, hemen bir çok ülkede olduğu gibi, bizim ülkemizde de “İkinci Cihan Harbi” ve sebepleri hakkında milletimizin yeterli bilgi edinmiş olabileceğini sanmıyorum!...

Gerçi üst düzey yöneticilerimizin ve Ordu ileri gelenlerimizin savaşın asıl sebepleri ve tarafların nasıl bir inancın tesiri altında savaşı göze almış oldukları vs. hakkında yeterli derecede bilgileri vardır. Ancak, sokaktaki insan, yani halk tabakası hakiki manada en cüz’i bir malumata dahi sahip değildir.

İtalyan “Faşizmi”, kısaca “Nazi” denip geçilen, Almanların “Nasyonal Sosyalizmi”, Rusya “Komünizmi”, ABD ve Batı Dünyası “Kapitalizmi”. Bütün bunlar bizim insanlarımız tarafından hâlâ hakiki manada çözülebilmiş faktörler değildir!...

Özellikle savaştan sonra (1945) iki blok’a ayrılan ülkelerin, karşı blok’ta olanlara düşman gözüyle bakmaya başlaması ve böylece umum insanlık dünyayı ele geçirmiş bulunan başlıca devletlerin bir nevi kölesi haline gelmesi vs. Cihan milletleri içinde bilhassa zayıf olanları diş biler hale getirmiş ve bilhassa “Kapitalist” cenahta muhtelif fikri cereyanlar yek diğerini izlemeye başlamış, “1948-Filistin katliamı” ve Dünya Kızıl Haç Teşkilâtı Başkanı, Kont Folke Bernadotte (1895-1948) ve Fransız Havacı Albay André Pierre Serot, BM Gözlemcisi sıfatı taşımalarına rağmen, aşırı militanlar tarafından hunharca katledilmişlerdir.

Filistin Hava Alanında öldürülmesi olayları, adına “Terörizm” denen illetin çağımız dünyasına bulaşmasının başlangıç eylemi olmuştur.

DÜNYA İHTİLALCİLERİ’NİN

GÜNÜMÜZE GELİŞ HİKÂYESİ!...

Evet! Bütün izimler’in anası “DÜNYA HÂKİMİYETİ’nin Efendileri” bütün insanlığın gözleri önünde “Dünyayı tek elden idare edebilme” projesinin temel kaynağı olarak varlıklarını sürdürmektedirler!...

Bu ölçüden konuya baktığımızda; “İzimler” hangi cihetten olursa olsun, hemen hepsine tek bir inanç ve tek bir gaye aşılanmış olduğundan asla şüphe edilemez.

Nitekim, sizlere sunulacak olan bir kaç sağlam numune, bizlerin ne derece haklı olduğumuzu belirten başlıca unsur olacaktır.

Bilindiği gibi “izimler”in nevi her ne olursa olsun, tek bir inancı, tek bir gayesi olduğunu başta yazmıştık, yine tekrarlıyoruz: (İnsanları bir nevi köleleştirmek.) Evet! Başlıca gayeleri budur.

Cihan Hâkimiyeti projelerinde görüntülü, yazılı Medyanın da saflarında yer alabilmesi için olağanüstü gayret sarf etmişler ve maalesef muvaffak da olabilmişlerdir. Bilindiği gibi medya bir bütün olarak, hemen her milletin “gözü, kulağı ve sesi” olma özelliğini taşır. Gizli Dünya İdarecileri, Medya’nın bu özelliğini kendi çıkarları doğrultusuna çevirerek: “Gözleri, kulakları ve sesleri” olabilme özelliğini elde etmişlerdir.

Gerçi Medya’da vatanperver idealistler mevcuttu. Ancak bunlar hem azınlıkta kalmakta ve hem de maddi imkânsızlıklardan dolayı, yeterince tesirli olamamaktaydılar.

Dış unsurlardan maddi imkân edinen ve çoğunlukta olan “renksiz yayın organları” ki, bilhassa TV. yayınları onların en güçlü organları olmaktadır: “TV-Dizileri, çarşaf, çarşaf yayınlanan fındık kabuğu doldurmaktan dahi yoksun magazin ağırlıklı haberler, izleyiciye veya okuyucuya yalan, yanlış haberler içinde, zaman, zaman iğrençliğe kaçan iftiralarla bezenmiş haberlerle dinleyici veya okuyucu olanlara adeta canından bezdirmekte, normal insanları adeta bunalımlara sürüklemektedir...

Bu gizemli dünyada, dünlere kadar Sovyet Radyosu’ndan Türkiye’ye karşı adeta kan kusan bir “eski-tüfek”, günümüz Türkiye’sinde hiç beklenmedik bir çabuklukla hem sevilen ve hem de aranan bir fert haline getirilmesinde, hiç şüphesiz Medya’nın muhtelif eğilimlerle payı büyük olmuştur ki, mezkûr hareketin, Sol cenahta zuhur etmiş olmasına rağmen, bu iğrenç akımın bir Batı buluşu olduğundan da kimsenin en ufak bir şüphesi olmaması lâzımdır!...

Eski tüfeklerden ve Sovyet inancına katkıda bulunmuş olan, ünlü Artur London’ın meşhur (İTİRAF) adlı eserinde bu konuda nice kayıtlar mevcuttur.

Mesela; Sovyetler Birliği’ni, (SSCB. İMPARATORLUĞU) şekline dönüştürülmesinde, Medya’nın çok büyük rolü olmuştur...

Şimdi bir de (DÜNYA BARIŞ KOMİTESİ) adlı kuruluşun daha sonra başka isimler altında ve ayrı, ayrı mekanlarda faaliyet gösterdikleri görülecektir.

1949 Nisan’ında, (75 ülkeyi) temsilen kurulmuş ve “DÜNYA BARIŞ KOMİTESİ” adıyla faaliyete geçirilmiş bulunan mevzubahis kuruluşun diğer adları ise şunlardır:

(DÜNYA BARIŞ TARAFTARLARI KONGRESİ, DÜNYA BARIŞ KONSEYİ ve DÜNYA BARIŞ KOMİTESİ) bunların hemen hepsi de aynı kuruluştur.

Muhtelif “Komünist Fırkaların” ve onlara yakın siyasî örgütlerin, aktif desteğini alan ve Batı Dünyası kuruluşlarının hemen her merkezinde çöreklenmiş bulunan mevzubahis kuruluşların uzantıları; dünlerde olduğu gibi günümüzde de aynı maksatlara hizmet vermekte ve Dünya Ülkeleri’ni bir potada eriterek, tek bir hâkimiyete bağlı “köleler haline” getirebilmek maksadıyla tahminlerin fevkinde bir güçle çalışmaktadırlar...

Basın-Yayın Organları” bu alanda hemen her ülkede, çoğunlukla; “Dünya İhtilâlcileri”nin yan kuruluşlarına hizmet verirler...

Bu mekanizmanın düzgün çalıştırılabilmesi için; genç ve körpecik insanları, tirajı yüksek gazetelerde önemli mevkilere getirtip, onlara parlak imkanlar sağlamakta “Köşe yazarlığı” gibi son derece önemli hizmet dallarında da boy göstertip, tabiri caiz ise; Dünya meseleleriyle alakalı ve ayrıca ülke problemleri üzerine “işkembe-i kübradan” savurup durmalarını sağlarlar.

Milliyet”in değerli köşe Yazarlarından Sayın Abbas Güçlü, insanlığın yüz karası “Terör” ile alakalı şu enteresan notu düşmüşlerdir:

(Eskiden Terör grupları (1000-1500) kişiden oluşurdu, en fazla bir “Makineli tüfeği”, bir roket atarı olurdu.

Bugün “100,00 kişiden oluşan Orduları, finans kaynakları, petrol kuyuları olan ve birbirinden farklı ülkelerde hâkimiyet kuran gruplardan bahsediyoruz. Bunlara terörist örgütten çok, “Devletleşmiş terör grupları” demek daha mantıki olur.)

ABD her zaman meşrebine uygun yazarlar bulmuştur. Yıllarca övgü düzülen “Orwell” bunlardan biridir. CIA’nın maaşlı Yazarı; “Dünya’ya Özgürlük Yazarı” diye pazarlandıysa, şimdi de Huntington; çökmekte olan bir dünya görüşünün payandası olarak siyaset pazarına sürülmektedir.

Başta ABD sistemi olmak üzere bütün Devlet sistemleri ayakta kalabilmek için bir düşman icadının şart olduğunu bilirler.

Soğuk savaşın hitamından sonra, yeni bir de unsur aranmaya başlanmış ve kısa zamanda bulunmuştu. Siyonistlerle Araplar arasındaki “Dini ve Siyasi” anlaşmazlıklar, ABD’nin işini kolaylaştırmıştı.

11 Eylül trajedisi, ABD’nin de Siyonistlerin saflarında İslâm dünyasına cephe almasını sağlamış ve böylece uzun zamandır hırlayan ABD Silah Fabrikatörleri’nin yüzlerini güldürmüştü.

Nitekim, Federal Rusya Devlet Başkanı Putin: (IŞİD’e destek veren G20 ülkeleri var.) diyerek, gizlilik içinde uygulanan IŞİD’ya silâh atışı böylece sır olmaktan çıkmıştır.

Bilindiği gibi; açlıklar her daim ülkeler arası savaşlara sebep olmuştur. Ancak, günümüzdeki açlıklar, eskilerde olduğu gibi kontrol altında tutulamamış ve böylece ülkeler arası trajik bir göç başlamıştır ki, bilhassa Deniz tarikiyle icra edilen bu göçü durdurabilme çareleri aranmaktadır.

Saygıdeğer okuyucularım yeni bir makalemde buluşabilmek umudu ile cümlenize hayırlı yarınlar dilerim efendim.