Bizde  ne hikmetse yazan azdır. Hemen her sâhada çok bilgili, çok değerli münevver ve aydınlarımız var. Fakat bu zâtı muhteremler güzel konuşur, hoş anlatır velâkin elleri bir türlü kaleme gitmez.

Bu bakımdan görüp de tespit etmiyen, duyup da yazmıyanları, ben; ketum, içine kapanık,  kabız, verimsiz olarak niteliyor ve üzülüyorum.

Mücerret, soyut bilgi de şart; o bilginin nasıl kullanıldığını bilmek de. Biri nazarî / teorik, diğeri amelî / pratik / eylemli. Biri potansiyel, öteki kinetik enerji hükmünde. Halbuki İmam Şafii’nin dediği gibi: Söylenen nasıl şâyi’ ise “Yazılmayan (da) zâyidir.”

Bu eksikliğimiz bilhassa siyasîlerimizde bir kat daha ehemmiyet arzediyor. Devletin mühim mevkilerinde bulunmuş, gerçekten kıymetli idareci ve diplomatlarımıza; bu hususta büyük sorumluluk düşüyor.

Denenmiş fikirlerin tatbik kabiliyetini bilenler, hem zaman kaybını önlemiş, hem de görevlerinde daha başarılı olmaları dolayısıyla vatana millete, daha yararlı olmak imkânını elde etmiş kişilerdir.

İç dış mes’elelerde geçmişin engin tecrübelerine; her zamandan daha çok muhtaç olduğumuz günümüzde; değerli, tecrübeli, eski devlet adamlarımızın; bizlere söyleyecekleri şüphesiz çok şeyler var.

Şüphesiz, emekli koltuklarından, bu millî ve hayatî uyarı vazîfesini kalemleriyle yapanlar yok değil. Fakat bu sayı, devede kulak kabîlinden. Güzîde ve seçkin büyüklerimizin bulundukları köşelerden, bizlerle daha fazla ilgilenmeleri lâzım. Çünkü bırakacakları hatıralarla, yarınlar daha aydınlık olacaktır.

Sadece onlar mı yazmalı? Şu anda iş başında bulunan, özellikle yurdun çeşitli üniversitelerinde, muhtelif ilim kürsülerini işgal eden, hakîkaten sâhalarının ehil ve erbabı bulunan bilginlerimizin, çok ilmî yazılarını, kamu oyunu aydınlatmak gâyesiyle  -halkın seviyesine indirerek-  çeşitli dergi ve gazetelere de aksettirmeleri takdire şayan olacaktır.