Oğuz Çetinoğlu: Yeni nesil Türkçesinde “yaşamını yitirdi” şeklinde bir ifâde var. Bu söyleyişteki tersliği anlatır mısınız?

Yavuz Bülent Bâkiler: Şimdi, zaman zaman alkışlarla kaldırılan cenazele­rimiz için radyolarımız, televizyonlarımız, gazeteleri­miz "yaşamını yitirdi" ifâdesini kullanıyorlar. "Yaşa­mını yitirdi" ne kadar çirkin, ne kadar zavallı, ne ka­dar cin çarpmış bir sarsak cümle.

Dünkü zengin Türkçemizde, ölüm gerçeğini anla­tan yüzden fazla ifâde vardı. İşte onlardan bazıları: Bir kimse dünyasını değiştirince ondan sadece "öldü" ve­ya "yaşamını yitirdi" diye bahsedilmiyordu. Şu güzel, şu zarif şu ince, şu pırıl pırıl kelimeler, deyimler kulla­nılıyordu. Meselâ şöyle deniliyordu:

Can kuşunu uçurdu, Cennete kavuştu, Cennetlik ol­du, Canını kurban etti, Dünyasını değiştirdi, Dâr-ı be­kaya irtihal etti, Ecel şerbetini içti, Ebediyete göçtü. Gerçek hayata uyandı, Hak'ka yürüdü, Hak'ka kavuş­tu, Kalıbını dinlendirdi, Kulağının dibi sarardı, Kuş gi­bi uçtu gitti, Merhum oldu, Mevlâsına kavuştu, O dün­yaya gitti, Ömrünü size bağışladı, Ölüm kapısını döv­dü, Ömür defteri kapandı, Rahmet-i Rahman'a kavuş­tu, Rahata erdi, Ruhunu teslim etti, Şehit düştü, Sizle­re ömür oldu, Topraktan geldi toprağa gitti, Ukbâya irtihal eyledi, Yatağından kalkamadı, Yensiz gömlek giyindi, Vefât etti, Azrail sînesine kondu, Bir varmış bir yokmuş oldu, Gor'a gitti. Ve daha niceleri, ve daha ni­celeri... Bir de istenmeyen, sevilmeyen kimselerin ölümlerini anlatan deyimler var: Geberdi, Zıbardı, Nalları dikti, Gorbegor oldu, Tahtalıköye gitti... gibi ifâdeler. Şu dünkü Türkçemizin zenginliğine, dünkü insanımı­zın inceliğine dikkat buyurun. Bir de bugünkü basitli­ği, çirkinliği, kuruluğu, yavanlığı düşünün;

Ne olmuş ne olmuş?

-Yaşamını yitirmiş!

-Haydi oradan zavallı adam! Yiten-biten bir şey yok yitirilmek bitirilmek istenen Türkçemizin zenginliği ve güzelliğidir.

"Yaşamını yitirmiş"miş! Yitirilen, kaybedilen bir şeyi bulmak ihtimali varolduğuna göre, "yaşamını yiti­renlerin " yakınları, yitirdikleri yaşamları arasınlar bi­raz. Şurada-burada bulabilirler (!) belki.

Çetinoğlu: ‘Yoğun’ kelimesi de çok kullanılıyor…

Bâkiler: İnsan kelimelerle düşünür. Kelimelerle konuşur. Kelimelerle yazar.

Bir insan, eline aldığı bir kitabı, kelime hazinesinin zenginliği nispetinde kavrar. Veya insan ne kadar çok kelime bilirse, bir sohbetten, bir sanat ve edebiyat top­lantısından veya ilmî bir müzâkereden o kadar kazanç­lı çıkar.

Okuduğunu ve dinlediğini anlayamayan, kavraya­mayan kimseler dil fakiridirler.

Her milletin eğitim kurumları, radyo televizyon ya­yınları ve basın kuruluşları, kendi dillerini geliştir­mekle, yaymakla, yaşatmakla vazifeli.

Bunun tek istisnası galiba Türkiye'de görülüyor. Her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de konuşulan çeşit­li diller var. Bu diller arasında saldırıya uğrayan, buda­nan, güzelliklerinden uzaklaştırılan tek dil Türkçe!

Türkçe bir taraftan İngilizce ve Fransızca asıllı keli­melerin taarruzu karşısında! Bir taraftan da dilde tasfiyecilerin budamalarından sancılı. Türkçe bir taraftan da belki iyi niyetli, ama bilgisiz, ama zevksiz, ama ga­fil kimselerin elinde kuruyan bir çiçek. Bazı kimseler birkaç yüz kelimelik bir aşiret diliyle konuşuyorlar.

Türkçe, radyo ve televizyon habercilerinin, prog­ramcılarının veya sunucularının ağzında tatsız-tuzsuz kelimeler tıngırtısı hâline gelmekte. Maymuncuk keli­melerle veya katil kelimelerle konuşmak ve yazmak, her gün biraz daha yaygınlaşıyor.

Bu maymuncuk kelimelerden birisi ‘yoğun’, öteki­si de, ‘neden’dir.

‘Yoğun’, aslında güzel bir kelime. Üstelik Türkçe bir kelime. ‘Yoğun’ daha çok fizik ilmiyle ilgili bir sı­fat! Hacmine oranla, ağırlığı fazla olan veya kesif, ko­yu anlamında bir kelime.

Meselâ civa, yoğunluğu çok yüksek olan bir maden! Zeytinyağı, suya nazaran yoğunluğu hafif olan bir sıvı yağ. Su ile karıştırıldığı zaman, civanın dibe vurması gibi, bugünkü Türkçede de "yoğun", artık çok dikkat çeken bir kelime. Onun için ikide bir ortaya çıkarılma­sı, olur olmaz yerde kullanılması, Türkçemiz açısın­dan bir kısırlık, bir zevksizlik örneği.

Basınımızdan, radyolarımızdan ve televizyonları­mızdan aldığım "yoğun" kelimeli cümlelerden bazıla­rı şöyle:

1. "TBMM, yoğun bir gündemle açılacak!" deniliyor. Eskiden Meclislerimiz yüklü bir gündemle açılırdı. Yoğun bir gündemle değil.

2. "Başbakan konuşmasını yoğun alkışlarla sür­dürdü." deniliyor. Eskiden başbakanlarımız sürekli alkışlar arasında konuşurlardı, yoğun alkışlar arasın­da değil.

3. "İnsanların yoğun olarak bulundukları yerlerde önlemler alınacak." deniliyor. Eskiden, insanların kala­balıklar halinde bulunduğu yerlerde tedbirler alınırdı.

4. "Çok yoğun olarak yağan yağmurlar sele neden oldu." deniliyor. Eskiden, "Şiddetli yağmurlar sele se­bep oldu." denilirdi. 

5. "Sinema sanatçılarımız yoğun duygular içinde ol­duklarını söylüyorlar." Eskiden, "sinema sanatçıları­mız güçlü duygular içinde" çalışırlardı.

6. "Öğrenciler derslerin yoğunluğundan şikâyetçi" deniliyor. Eskiden derslerin çokluğundan veya ağırlığından şikâyet edilirdi.

7. "Film yoğun bir aşkı anlatıyor" deniliyor. Eskiden büyük aşklar yazılır, anlatılırdı.

8. "Bu koalisyon Türkiye'nin yoğun sorunlarını çö­kebilecek mi?" deniliyor. Eskiden Türkiye'nin devâsâ meselelerini omuzlayan iktidarlar olurdu.

9. "Trafik yoğunluğu nedeniyle yollar kilitlendi" de­niliyor. Eskiden trafik sıkışıklığından veya kilitlen­mesinden bahsedilirdi.

10. "Yoğun sis nedeniyle vapur seferleri iptal edildi" deniliyor. Eskiden, kesif sis yüzünden vapur seferleri iptal edilirdi.

11. "Güzel konuşabilmek için önce yoğun bir nefes almalı" deniliyor. Eskiden, güzel konuşabilmek için derin bir nefes alınırdı.

Örnekleri çoğaltabilirsiniz. Burada görüldüğü gibi: "yüklü-sürekli-şiddetli-kalabalık-çeşitli-çok-büyük-devâsa-karmaşık-sıkışık-kilitlenmek-muhteşem-ağır-anlatılmaz-kesif-derin" kelimelerinin yer­lerine sâdece yoğun kelimesi kullanılıyor.

Basmakalıpçılar, kolaycılar, dilin güzelliklerini, in­celiklerini, renklerini bilmeyenler, Türkçe'yi yoğun bir karanlığa doğru sürüklüyorlar. Galiba yakın bir ge­lecekte, çocuklarımızın, "Bu gün yoğun bir sabah kah­valtısı yaptım" veya, "Yoğun bir futbol maçı seyrettim" diyerek keyiflenmelerine şâhit olacağız.

Yoğun! Yoğun! Yoğun! Çaya, çorbaya yoğun! Yoğun renkler, yoğun güzeller, yoğun sular, yoğun lezzetler, yoğun haberler yoldalardır.

Çetinoğlu: TRT’de kullanılan Türkçeyi nasıl buluyorsunuz?

Bâkiler: Türkçemizin güzelliğini, zenginliğini, inceliğini, milletimize, halkımıza rağmen önce TRT programcıları, metin yazarları, dolayısıyla spiker ve sunucuları bozdular. ‘Öz Türkçe, Arı Türkçe’ iddialarıyla en gü­zel en soylu kelimelerimizi, önce TRT Kurumu buda­maya başladı. TRT'de ortaya çıkan o dil zevksizliği, dil fakirliği, yavaş yavaş hem bütün okullarımıza hem de diğer radyo ve televizyonlarımıza dal budak saldı. Bin yıllık kelimelerimizi önce TRT spikerleri bıraktılar. Bugün bütün çirkinlikleriyle ortada dolaşıp duran ke­limeler, TRT mikrofonlarından etrafa saçıldı. Bu da TRT kadrolarında çalışan bazı kişilerin bilgisizlikle­rinden, taassuplarından, Marksizme kapılanmaların­dan doğdu.

Bir TRT spikeri, geçenlerde bir haber programında şöyle diyordu. ‘Düzce depreminin aletsel büyüklüğü 7,2 olarak saptandı’

Bir cümlede iki kocaman yanlış var. Ne demek ‘aletsel büyüklük?’ ‘Depremin aletsel büyüklüğü’ yanlış ve çarpık bir Türkçe! ‘Depremin şiddeti’ de­mek varken niçin ‘aletsel büyüklük?’ ‘Saptamak’ Türkçe midir? TRT ‘Depremsel bölge’ diyor. Niçin ‘deprem bölgesi’ değil de ‘depremsel bölge?’ 

TRT ‘tüm’ demekte, ‘kent’ demekte, ‘olanak’ demekte, ‘skor’ demekte, ‘efor’ demekte ısrar ediyor. Bu keli­melerin hangisi Türkçe? Bu TRT sunucuları yakında karşımıza ‘günaydınsal’ diyerek çıkacak sonra da ya Baybay!’ veya Hoşçasal kalındiyerek el sallaya­caklardır.

Çetinoğlu: Depremin âletsel şiddeti denilmesine neden muhalif olduğunuzu açıklar mısınız? 

Bâkiler: Depremler tabiî felaketlerdir. Depremleri önlemek mümkün değildir. Korkumuz, yüksek şiddetli deprem­lerden. Çünkü yüksek şiddetli depremlerde, can ve mal kaybıyla yıkılıyoruz. Sadece can ve mal kaybıyla yıkılmıyoruz. Güzelim Türkçemizin de büyük sarsıntı­lar geçirdiğine şâhit oluyoruz. Depremin âletsel şiddetinin 5,7 olduğu anlaşılmıştır.’ Deniliyor. Bu cümle Türkçe bakımından yanlıştır. Çarpıktır, çirkindir. ‘depremin şiddetidenir. Deprem haberle­rinde âletselucubesinin ne işi var? Deprem zaten âletle ölçülür. Biz o âletlere ‘sismografdiyoruz. Hiç kimse bir deprem şiddetini kulağını veya elini yere da­yayarak tespit edemez, etmiyor.

Şimdi biz vücut sıcaklığımızı termometre ile hava basıncını barometre ile tansiyonumuzu, yani kan basıncımızı tansiyonmetre ile ölçüyoruz. Acaba hangi doktor hastasına: Gelin de bir âletsel ateşinize bakalımder? Kim kimden âletsel veya barometresel hava basıncını soruyor? Bir Türk: ‘âletsel tansiyonum 11-23 olmuş’ der mi hiç?

Depremin âletsel şiddeti’ diye söze başlayanların Türkçe bilgileri ve Türkçe zevkleri, bir depremde çöken kırk katlı bir apartmanın birinci katında kalan, tabiî olarak kırılan, dağılan, paramparça olan bir büyük Kristal vazonun hazin manzarasına benziyor. 

Tamamen Lâtin dilinden aldığımız şu ‘sel – sal’ ekleri bile, dilimizi şiddetle sarsmaya, bozmaya, çirkinleştirmeye devam ediyor. İşte size Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında çığlıklar koparan bir yanlışlık: Diyarbakır'da, terörün etkisinin azalmasının ardından, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin yoğunluk kazandığı kentte açılan bale okuluna öğrenci kayıt yaptırdı.’ Deniliyor. Kültürel ve sanatsal faaliyetler de ne demek? Neden ‘kültür ve sanat faaliyetleri’ değil de kültürel ve sanatsal faaliyet­ler? Cümle doğru olarak şöyle kurulabilir: Diyarbakır’da terör hareketleri azalınca kültür ve sanat faaliyetleri artmaya başladı.’ Bu cümledeki ‘yoğun’ kelimesi de yanlış kullanılmıştır. Kültür ve sanat faaliyetlerinde artma, büyüme, çoğalma olur, yoğunluk olmaz. Önce kültürel ve sanatsal ifadesi doğruysa bizim futbol maçlarından futbolsal maçlar’, güreş karşılaşmalarından güreşsel karşılaşmalar’, at yarışlarından ‘atsal yarışlar’ diye bahsetmemiz lâzım gelir. Önümüze konulan bir tabak sütlaç üzerinde, kapkara iki sinek ölüsünün bulunması ne ise, güzelim Türkçemizdeki --sel ve -sal ekli çirkin kelimeler de işte odur 

Çetinoğlu: ‘Zâde’ ile ‘zede’ kelimelerini karıştıranlar var…

Bâkiler: ‘Zedede ‘zâdede Farsça kelimeler. ‘Zâde’ evlâd, oğul, doğmuş, doğan demek. Meselâ, bizde soya­dı olarak Evliyâzâdevar. Evliyâzâde, evliyaoğlu, ev­liyadan doğmuş demek. ‘Evliyâzedeise, evliyanın çarptığı, evliyanın vurduğu, evliyanın hışmına uğra­yan adam mânâsına gelir. ‘Depremzede,’ depremde felâkete uğrayan, depremden zarar gören kimsedir. Dep­remzâdeise, depremin oğlu, depremden doğan, demektir. 

Enkaz yıkıntısı altından çıkarılan cansız ceset­lerdiyorlar. Çok yanlış. Enkaz, zaten yıkıntı demek, moloz demek. Enkaz yıkın­tısıolmaz. Ya enkaz veya enkaz altı demek lâzım ve­ya yıkıntı. Cansız cesetdenilmez. Çünkü ceset Arap­ça bir kelimedir. ‘Ölü vücut, cansız bedendemektir. Lütfen söyler misiniz bana Ölü yoğunluğune de­mektir? Ölü yoğunluğu nedeniyle tüm morglar dol­dudeniliyor. Ne demek ölü yoğunluğu? Böyle Türk­çe cümle olmaz. Deprem bölgesindeki doktorların yoğun çalışmasıne demektir? Doktorlar neden çok çalışmazlar da devamlı çalışmazlar da durup dinlenmeksizin çalışmazlar da, yoğunçalışırlar?

Biliyorum sebepgibi güzelim bir kelimemizi kul­lanmak çok büyük bir suç. Fakat onun yerine ille de ‘neden’ zamirini kullanmak ne kadar yavan ve yanlış!

Yağmur nedeniyleyerine yağmur yüzünden’, ‘Bu nedenleyerine bu bakımdan’ ‘deprem nede­niyleyerine deprem dolayısıyla,deprem büyük zarara neden olduyerine deprem büyük zarara yol açtıdenilse kıyamet mi kopar? Görülüyor ki; Türkçemiz de bir deprem geçiriyor. Çocuklarımız âdeta fay hattı üzerinde konuşuyorlar; farkında mısınız? Kelime dağarcıkları çok zayıf bazen de tamtakır.

Çetinoğlu: ‘Devam’ kelimesini beğenmeyip ‘sürmek’ fiilinden, ‘sürüyor’, ‘sürdürüyor’ denilmesini nasıl karşılıyorsunuz?

Bâkiler: Dilde tasfiye taraftarı olanlar, devamkeli­mesini, ‘Türkçe asıllı değildir’ gerekçesiyle dilimiz­den çıkarıp bir tarafa attılar. Ve ‘devam’ yerine ‘sür­mek’ kelimesini koydular. Artık radyo ve televizyon programlarını sunan kimseler ‘programımız devam edecek’ veya ‘programımız devam ediyor’ demiyorlar. ‘programımız sürecek’ ‘programımız sürüyor’ diye kestirip atıyorlar.

‘Sürmek’ kelimesi kullanılmasın mı? Kullanılsın elbette. ‘Sürmek’ doğru ve güzel bir kelime. ‘Sür­mek’ kelimesi elbette kullanılsın. Yanlış olan, sür­mek kelimesini, olur olmaz yerlerde devam kelimesi­nin yerine koymaktır.

‘Devamlı’ yerine ‘sürekli’ diyebiliriz. ‘Devamlı kar yağışları yüzünden yollar kapandı’ cümlesi de doğrudur. ‘Sürekli kar yağışları yüzünden yollar ka­pandı’ cümlesi de doğrudur.

Peki ama ‘devam mecburiyeti’, ‘devamlı öğren­ci’, ‘devamsız öğrenci’ yerine ne diyeceğiz? ‘Sürek­lilik zorunluluğu’, ‘sürekli öğrenci’, ‘süreksiz öğ­renci’ gibi ifadeler, Türkçenin şıklığı bakımından sizi de rahatsız etmiyor mu?

‘Sürek’ bildiğiniz gibi ‘satılık hayvan sürüsü’ de­mektir. ‘Sürekli’ ‘süreklilik’ ‘süreksizlik’ kelimeleri bana zaman zaman hayvan sürülerini hatırlatıyor.

Tarlamızı traktörle süren bir adama ‘sürmeyi sür­dür’ deyince gülünç duruma düşeriz. ‘Sürmeye de­vam et’ dememiz gerekir. Bize bir meseleyi anlatır­ken, birdenbire susan kimseye de ‘konuş’ veya ‘de­vam et’ deriz. ‘Sürdür’ demekle bir zevksizliğin içine düşeriz.

Bunun gibi ‘programımız sürüyor’ veya ‘progra­mımız sürecek’ yerine, ‘programımız devam ediyor’ demek gerekir.

 

YAVUZ BÜLENT BÂKİLER 

23 Nisan1936 tarihinde Sivas’ta doğdu. Ataları Azerbaycan’dan Türkiye’ye göç etmişlerdir. İlk ve ortaokulu Sivas’ta, liseyi Sivas, Gaziantep ve Malatya’da, Hukuk Fakültesi’ni 1960 yılındaAnkara’da bitirdi. 

Çalışma hayatına, Metal-İş Federasyonu’nda Eğitim ve Araştırma Müdürü olarak başladı. TRT Ankara Radyosu Merkez Program Dairesi Başkanlığı’nda raportörlük, Kısa Dalga Yayınlar Müdürlüğü’nde program yapımcılığı ve Kültür Bakanlığı’nda Müsteşar Yardımcılığı,  Sivas’ta avukatlık, Başbakanlık Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı’nda hukuk müşavirliği, Başbakanlık müşavirliği yaptı. 1992 yılında emekli oldu.  

Şair, yazar ve fikir adamı Bâkiler’in sanat hayâtı mahallî dergi ve gazetelerde yayımladığı şiirler ile başladı. Fakültede okuduğu yıllarda Kopuz Dergisi’nin yazarları arasında yer aldı. Daha sonra Orkun Dergisi’nin yayın müdürü oldu. 1964′ten sonra şiirlerini Hisar Dergisi’nde yayımladı. Çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yazdı. 

Millî şiirimizin biçim ve muhteva özelliklerini şiirlerinde görmek mümkündür. Memleket meselelerini, bu memleketin insanına olan içten sevgisini, yaşayan Türkçe ile ve rahat, aydınlık bir üslûpla anlatmıştır. Bu bakımdan Ârif Nihat Asya’nın yolunu devam ettiren şâirlerden sayılabilir. Tarihçi-Yazar Yılmaz Öztuna Yavuz Bülent Bâkiler’den; ‘Türkçenin Büyük Savunucusu’, Altan Deliorman; ‘Güçlü ve Yüksek’, Emekli Vali-Şair Rıza Akdemir; ‘Türk Dilinin Işıklı Bayrağı’, Prof. Dr. Abdurrahman Güzel; ‘Türklük Âşığı’, Aydil Erol: ‘Türkçemizin Ustası’ Olcay Yazıcı; ‘Aşkın ve Anadolu’nun Şairi’, Ahmet Kabaklı; ‘Türk’e ve İslam’a, Turan ve Anadolu’ya dönük sevgi ve düşünce adamı’, Prof. Dr. Mehmet Kaplan; ‘Anadolu insanının gerçeğini derinden yaşayan…’ Yahya Akengin; ‘TRT çöllerinde bir vaha’ sözleriyle bahsediyorlar.  

Sivas’ta siyâsetle ilgilendi. Adalet Partisi’nin il başkanlığını yaptı, milletvekili adayı oldu. 

Halen Türkiye Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

YAYINLANMIŞ ESERLERİ 

Şiir kitapları: Yalnızlık (1962), Duvak (1971), Seninle (1986), Harman (2000).

Antolojileri: Şiirimizde Ana, Sivas’ta Şiir.

Gezi notları:Üsküp’ten Kosova’ya, Türkistan Türkistan. Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır.

İncelemeleri: Şiirimizde Ana, Sivas'a Şiir, Âşık Veysel, Elçibey, Mehmet Akif'te Çağdaş Türkiye İdeali, Sözün Doğrusu 1-2, Sevgi Mektupları, Gidenlerin Ardından, Ârif Nihat Asya İhtişamı. Mehmet Âkif’te Çağdaş Türkiye İdeali, Muhsin Başkan, Elçibey, Gönlümdekiler ve Ötekiler, Unutamadıklarım, Kılıçlar ve Kalemler. Tabuları Yıkmak. 

Televizyon Programları: Avrupa’da Türk İzleri, Bizim Türkümüz, Sözün Doğrusu.

Ayrıca Bahtiyar Vahapzâde’nin; Feryat, İkinci Ses, Nereye Gidiyor Bu Dünya, Özümüzü Kesen Kılıç / Göktürkler isimli eserlerini Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine uyguladı.