Kendinden yaşça küçük birine “İki trilyon borcum olsun, senin yaşın bende olsun” dediniz mi? Demediyseniz bile diyen birini illa görmüşsünüzdür. 
Nedense hepimiz yaptıklarımızdan pişman olup bir şans daha temenni ederiz. Eski bedenimiz ama şimdiki aklımızla… 
Arada istisnalar olabilir, bu durum kaideyi bozmaz… 
Tabii burada tekrar gençleşmek, yaşama bir daha başlamak duygusu da işin içinde var… 
Gençler ise; dünyayı değiştirebilecek çok fikri olduğunu belirtir ama imkân bulamadığından yakınır. Gençlerin dünyayı değiştirecek fikirleri vardır ama her nedense “imkân” meselesini başkalarında ararlar. Dünyayı değiştirecek kadar büyük fikri olanın imkân yaratma fikri bulamaması, imkânı başkasından beklemesi biraz tezat...
Yaş biraz daha kemale erdiğinde, orta yaşlara gelindiğinde, asıl suçun kendinde olduğunun farkına varılıp “ah bir genç olsam” demeye başlanıyor galiba...
İyice yaşlanıldığında ise geçmişin artık geçtiği net olarak anlaşılıyor. Üstü kapatılıyor. O defterler tekrar karıştırılmıyor. Çünkü elde kalanın, şu an yaşanan gün olduğu biliniyor. İşte büyük tecrübe!.. Geçmiş değiştirilemez… 
Mevcut durumun, mutlu ya da mutsuz olman, gerçekleştirdiğin yaşamındandır. Geçmişindendir ve değişmez.
Eldeki kuş, teldeki kuştan iyidir. Geçmiş, geçmiştir. Artık elde değildir. “Bugün” ise senindir, avuçlarındadır.
Bugün avuçlarımızda olan birşey, mesela büyüme oranı; Bir yıl önceye göre bu yılın ilk üç ayında %5 büyüdük. Ve moral kazandık. 
Ekonomi bizler için vardır, bizlere hitap eder. Ve insanlar motive olmaya ihtiyaç duyar. Moral ya da moralsizlik her sevincin ya da kederin sebebidir.
Bu büyüme, günün güzel geçtiğini ve yarının da güzel olabileceğini gösterir.
İnsanlar büyüme rasyosu görünce yatırıma ve üretime sermaye koyar. Bu güven, parası olanın para harcamasını sağlar.
Paranın akışı vücuda kan olur. Vücutta dolaşan kan, kangren olma eğilimindeki yerlere can katar. 
Sermayedar parasını üretim ve yatırımdan bir süredir çekmişti. Ülkenin kan akışı durmuştu. Bu büyüme oranı, dolaşımın hızlanmasına vesile olacaktır.
Ekonominin enstrümanları borsa, döviz, faiz üçlüsündeki kangren başlangıcı son bulabilir. 
Çünkü büyüme, borsadaki şirketlerin kâr ettiğini işaret eder ve borsaya yatırımcı çeker. 
Çünkü büyüme döviz alıp kenara atanlara, işlerin olumlu olduğunu anlatır. Onlar da dövizi bozar, başka yatırımlara hatta üretime yönelir. Piyasaya döviz girer.
Çünkü büyüme varken faiz sorun edilmez ve zamanla faiz düşmeye başlar. Hep dediğimiz gibi enflasyon düşmeden faiz düşmez. Büyüme; borçlanacaklara güven verir ve yüksek faizle bile olsa borçlanmaktan çekinilmez. Üretime devam edilir, enflasyon düşer, faiz düşer. 
Özetle; büyüme ekonomi için iyidir.
Ama büyümenin içeriğini incelemek ve sağlıklı büyüme ile zoraki büyümeyi ayırt edebilmeliyiz. Yoksa aldanırız. Şimdi büyüme çıkan ilk üç aylık dönemi hatırlayalım! Bu sene başında hükümet piyasalara para yüklemeye başladı. Nisan ayının ortasına kadar Kredi Garanti Fonu kefaleti ile bankalar şirketlere bol bol kredi verdi. Piyasada canlı para dönmeye başladı. 
Borcu olanlar borçlarını ödeyebildi. Çeki yazılanlar çeklerini ödeyebildi. 
Bazı ürünlerde de geçici olarak KDV, ÖTV indirimi yapıldı. Tüketiciler bu yüksek indirimi değerlendirmek istedi ve alım yaptı, tüketti.
Bu dönemde hane tüketimi %5,1 arttı, devlet tüketimi ise %9,4 arttı.
Yani %5 büyümenin %4,4’ü tüketimden kaynaklanmış oldu. 
Asıl büyümenin olması gereken yerde yani imalatta, büyüme oluşmadı. Büyümedeki yatırım payı binde 6. 
Tüketerek büyümek ise tabii ki sağlıksız... Çünkü devlet tarafından piyasaya para aktarılmasının sürekliliği yok. 
Gerçek büyümenin temeli üretimdir. Tüketerek büyüme dış borç demekken, üreterek büyüme dışarıya borç verecek kadar güçlenmek demektir.
Bugün çok fazla dış borcumuz var. Uzun zamandır sağlıklı büyüme görmüyoruz. Ve haliyle düzenli olarak cari açık veriyoruz. 
Bu sebeple gençlerin tepkisi bir yana, orta yaş tepkisi bile yani “İki trilyon borcum olsun o eski günlere döneyim” diyerek hayıflanacak, oyalanacak, keşke diyecek vakit yok…
Bir yaşlının tecrübesi ile “Geçmiş geçmiştir, geri dönüş yoktur” deyip bugünü en doğru ve sağlıklı şekilde yaşamalıyız. Sakin kalabilmeli ve üretmeliyiz. 
Çok sayıdaki genç nüfusumuza üretecek iş imkânı verebilmeliyiz. Onları boşta bırakarak gaflete düşürmemeliyiz. Ülkeyi de gaflet kaosuna sürüklememeliyiz.