Merhabalar Önce Vatan Gazetesinin sevgili okurları.

Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Bugünün ülkemizde kutlanmasına nasıl karar verilmiştir. Hatırlayalım.

24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün "Millet Mekteplerinin Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal Atatürk'e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" unvanını 11 Kasım 1928'de yaptığı toplantıda vermiş ve bu unvan, 24 Kasım'da Millet Mektepleri Talimatnamesinin yayımlanması ile resmileşmiştir.

Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılında Atamızın "Başöğretmen" oluşunun yıldönümlerinde ülke çapında Öğretmenler Günü kutlanmasına karar verilmiştir.

‘’Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.’’ Diyen Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün öğretmenlerin öğrenmeye aç olan öğrencilere etkisinin büyüklüğünü vurgulamıştır dahiyane sözüyle.

Öğretmenlerimizin değerini bir güne sığdırmanın akıllara ziyan olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Öğretmenlerimize bir gün değil her gün saygımızı, sevgimizi, minnetimizi göstermeliyiz.

Başta Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, ebediyete intikal etmiş, emekli olmuş, görevi başında olan tüm öğretmenlerimizin gününü saygı ve minnetle kutluyorum.

Bugünün anlam ve önemine binaen sohbet konuğum Emekli Öğretmen, Şair, Köylü Yaşar Sayın Yaşar Kandemir.

Nereden, nasıl başlayacağımı bilemedim. Konuğumun yetkinliği karşısın da. Yazmaya çalıştıklarımı okudukça beni anlayacaksınız.

Babasının işini devam ettirip ticaret adamı olacakken, rahmetli amcasının isteği ve desteği ile öğretmen oluyor. İdealist, Atatürk ilke ve Devrimlerine bağlı, yoksul aile çocuklarının yatılı okulu kazanmaları için çabalarken mutluluk duyan eğitimci. Hem de her öğrencinin karşısına çıkması gereken bir öğretmen. Öğrencilerinden baba şefkatini esirgemediğinin ispatı olan ‘’SON DERS’’ şiirini yazmıştır. Öğretmen bir baba, öğretmen bir anne ve öğretmen bir kız çocuğundan oluşan kocaman bir ailenin havasını solumak herkese nasip olmaz. Şans bu olsa gerek.

SON DERS

Anımsa okula geldiğin günü

Korkuların vardı benden küçüğüm.

Çekinmeden öptüm kirli yüzünü

Bir izi kalmış mı dünden küçüğüm.

Gün geçti ısındın, alıştın bana

Her probleminde koştum yanına

Bildinse bir ana, babaydım sana

Korudum daha ilk günden küçüğüm.

Ara sıra oldu yaramazlığın

Hoş değildi baştan savma yazdığın

Çektimse bağışla biraz kulağın

Özür de diledim senden küçüğüm

Yaşam zor, her yanın engelle dolu

Yılgınlık gösterip kaptırma kolu

Çağdaşlık, bilimdir Atatürk yolu

Sen, sen ol ayrılma bundan küçüğüm

Geldim gidiyorum, her günüm anı

Çok çalış, çabala yücelt vatanı

Doldur yüreğine, sevgiyi tanı

Uzak tut kendini kinden küçüğüm.

Öğretmen bu, yarası var derinde

Kim bilir ülkenin hangi yerinde

Güller açılırsa alın terinde

Mutlu göçer bu dünyadan küçüğüm.

Haziran 1994

Ergence başlayan aşk şiirlerinin yerini, büyüdükçe sosyal, politik ve doğa şiirleri alıyor. Şair Köylü Yaşar günlük yaşantı içinde bir takım gülünç davranışları hicvediyor, toplumun aksayan yönlerini tenkit ediyor şiirlerinde, dizelerinin kıymetinin farkında olan bir erbap ayrıcalığında.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Köylü Milletin Efendisidir.’’ Sözünün doğruluğuna inancı ve köyünü sevdiği için şiirlerinde mahlas olarak ‘’Köylü’’ sözcüğünü kullanır. Onurla, gururla.

Beşiktaş’a olan aşkını 1994 yılında basılan ilk kitabı ‘’Şiirlerle KARAKARTAL’’ ile taçlandırmıştır Şair Köylü Yaşar. Beşiktaş’ı sever fakat fanatik değildir. Hak ettiğinde över, hak ettiğinde yerer. Şiirlerinden de anlaşılacağı üzere.

İkinci kitabı ‘’dünden bugüne saklı kalanlar’’ ile yüreklerde ki yerini almıştır Şair Köylü Yaşar. Kendisinin şair olarak adlandırılmasından mahcubiyet duyacak kadar mütevazi bir değer. Okurlarının ‘’duygularımıza tercüman oluyorsun’’ sözlerinin onurunu yaşıyorken, doğru yolda yürüdüğünün inancı ile koşmaya başlıyor ceplerinde sözcükler. Övülen, yerilen dizeler gün yüzüne çıktığında sahiplerine değecek, kaçabilene aşk olsun.

"Yanına kar kalmıyor yaptıkları insanın

Ne kadar gizlesen de çıkacaktır yalanın

Gün yüzüne vuracak neyse Saklı Kalanlar

Sözler uçup gidici, belgedir yazılanlar"

Emekli Öğretmen Şair Sayın Yaşar Kandemir köyünde yaşamanın cennette yaşamakla eş değer olduğunun bilincindedir. Uçsuz bucaksız yeşilin içinde, kuş sesleri, kedi miyavlaması eşliğinde meditasyon yapmanın keyfini çıkarır. Toprak bereket dir diyerek çiftçilik de yapar. Meyve ağaçlarına bakar gözü gibi. Budama aşı yapar, bağ bahçe işlerini çok sever. Kedileri olmazsa olmazlarıdır. Bağlamanın tellerini titretenden türkü dinler ken kendinden geçer. Alır sazını eline tıngırdatır asmasının altında amatörce. Ekmeğini, aşını, rakısını, muhabbetini paylaşır dost bildikleriyle. Misafirleri olmadan çiftliğinin tadı çıkmaz bilir. Evi de büyüktür, yüreği gibi.

Kızdığında, üzüldüğünde kapanır odasına. Taş duvarlarda yankılanır dizeleri ya övüyordur ya yeriyordur yine bilinmez. Saklı kaldığı yerden çıkana kadar.

Kulağınıza akordeon ezgisi geliyorsa eğer orada Çerkes oyunu oynanıyordur. Ve sahnede; Kaçmaya çalışan kekliğini kaçırmamak için raks etmeye çalışan avcının, sertlikle yumuşaklıkla farklı bir ahenk katan görsel bir şovu ‘’Çerkes Oyunu’’ seyircisini kendinden geçiriyordur, alkışlarıyla. Kekliğin adı Zühre Kandemir, avcının adı Çerkes Yaşar Kandemir. Çerkes düğünlerinin konuklarının seyretmeye doyamadığı, heyecanla beklediği harika ikili. Baba ve Kızı.

Hiciv ve Ney Üstadı Neyzen Tevfik ile adının yan yana yazılmasından ustaya hakaret sayan kocaman yüreğin sahibi Şair Köylü Yaşar. Maalesef hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Fakat! Yine de bu güzel ihtimali yazmaktan geçemeyeceğim. Hiciv ve Ney Üstadı Neyzen Tevfik yaşasaydı adının sizinle anılmasından gurur duyacaktı. Kim bilir!

Önce Vatan Gazetesinin değerli okurları. Şair Köylü Yaşar Kandemir’i daha iyi ve yakından tanımak için şiirlerini okuyun lütfen!

Sevdalısının yüreğine değen parmağın izi, kızının canının cananı, Barış’ın biricik dedesi, damadının baba bildiği, Emekli Öğretmen, Şair, Sayın Köylü Yaşar Kandemir; Ben de Bugün. Buyurun.

Merhaba Hoş geldiniz.

Merhaba, teşekkür ederim. Hoş buldum.

Sizi tanıyabilir miyiz?

Ben, 1944 doğumlu Sinop’un Bektaşağa Köyü’nden emekli öğretmen Yaşar KANDEMİR.

Sizin hikâyeniz nasıl gelişti öğretmenlik yolunda?

Köyümüzde okumuş insanların ve bilhassa öğretmenlerin çok olmasına rağmen babamın beni okutmak gibi bir niyeti yokmuş. Kendisinin köyde küçük bir kahvehanesi vardı. Beni de işini devam ettirmek için ve tek oğlu da olduğumdan gözünün önünden ayırmak istemezmiş. Daha ilkokul yıllarımda verdiği sermayeyle şehre gider Ramazan pidesi getirir ve mahallede ev ev dolaşarak satardım. Kazancıma karışmaz, ben de para kazanmanın zevkini yaşardım. Ayrıca yaz aylarında da gazoz getirir satardım. Çekirdekten yetişme bir ticaret adamı olacaktım anlayacağınız… Yaz tatili gelmiş, ben de ilkokulu bitirmiştim artık. Sinop’un ilçesi Boyabat’ta öğretmen olan amcam tatilde köye geldi, bizde kalıyorlar. Bana ‘’Sınava girdin mi?’’ diye sordu. Ben de babamın sınavlara sokmadığını söyledim. Rahmetli amcam, ağabeyi olan babama nedenini sorduğunda ‘’ Okuyup da ne olacak? Bu kahveyle ben ki geçiniyorum, o da geçinip gider.’’ demesiyle babama çıkışını hiç unutamıyorum. ‘’Sen ki bana öğrenciliğim sırasında harçlığımı gönderip, öğretmen olmamı sağladın. Bu çocuk da okuyup, öğretmen olacak’’ dedi. Ve okullar açıldığında beni Boyabat’a göndermenin emrini verdi. Babam kıramazdı amcamı, böylece  Boyabat’a gittim. Evde beni özel olarak hazırladı sınava. Kendi çalıştığı okula da götürerek kayıtsız olarak beşinci sınıfa devam etmemi sağladı. 1956 yılında girdiğim sınavları kazanarak Kastamonu Gölköy İlköğretmen Okulu’na girdim. Başta amcam olmak üzere emeği geçen bütün öğretmenlerime şükranlarımı sunuyor, gani gani rahmet diliyorum. 

Meslekte ki amaçlarınız nelerdi? Amaçlarınızı gerçekleştirebildiniz mi?

Okulu 1962 yılında bitirerek mesleğe ilk adımımı attım. Bütün amacımız iyi bir öğretmen olmaktı. 1960 ihtilalini yaşamış olan bizler; devletçi, cumhuriyetçi, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı idealist öğretmenlerdik. Ülke insanının aydınlanmasını sağlamaktı bütün çabamız. Kalkındırması ise siyasetçilerin işiydi. Amaçlarımızın bazılarını gerçekleştirdikse de maalesef bir kısmını başaramadık. Bunda siyasetçilerin etkisinin çok olduğu düşüncesindeyim. Aydınlanmadan korkan bazı siyasiler altmışların sonlarına doğru okullara ve diğer devlet kurumlarına siyaseti sokarak 12 Eylül 1980 darbesini hazırlamış, bugünlerin temelleri atılmıştır. Ne olur beni daha fazla konuşturmayın. ‘Haberin Var Mı’ şiirimi okumanız bunu anlamaya yeterli olur sanırım.

Siz nasıl bir öğretmendiniz?

Nasıl bir öğretmen olduğuma gelince: Kendimce idealisttim. Genelde köylerde çalıştığımızdan bütün amacım yoksul köy çocuklarına hiç olmazsa yatılı bir okulu kazandırıp ailesinin sofrasından bir kaşık eksiltmekti. Onları yatılı okula göndermek benim için en büyük mutluluktu. Bunu yaparken fazla yüklemelerde bulunup dozunu kaçırdığım ve bazen kulak çektiğim de olmuştur. Nitekim yıllar sonra karşılaştığım öğrencilerimden bazı serzenişler duyuyorum. ‘’Bizi çok döverdiniz ama biz de hak ediyorduk” gibi… Yıllar sonra insan’’ keşkeleri’’ yaşıyor. Daha törpülenmiş olarak düşüncelerinde  esnek olabiliyor.  Hâsılı ben bütün iyi niyetime rağmen mükemmel bir öğretmen olamadım kanısındayım.  

Sizce ideal bir öğretmen nasıl olmalıdır?

Bence iyi bir öğretmen çağdaş, demokrat,  Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlı, bilime inanan, zamanını insanların refah ve mutluluğu için harcayan, çok okuyan, aydın ve aydınlatıcı olmalıdır.

Günümüz öğretmenleriyle öğrencilerin çok haşır neşir oldukları, hatta çocukların öğretmenleriyle dalga bile geçtiklerini görüyorum.  Bu kadar samimiyetin doğru olmadığını düşünüyor, belli bir mesafenin olması gerektiğine inanıyorum.

Sizce ideal bir öğrenci nasıl olmalıdır?

Klasik bir yanıt olacak ama ülkesini ve dünyayı tanıyan, kendi toplumunun değerleri ile evrensel değerleri özümseyen, ilkeli, çalışkan, araştıran, bitkileri, hayvanları, çevreyi  ve  doğayı seven, koruyan bireyler olmalıdır.

Velilerden beklentileriniz nelerdi?

Veliler çocuklarının kendi ayakları üzerinde durabilmelerini sağlamak için çaba sarf etmeliler. Her türlü dertleriyle ilgilenirken çocuğun başarabileceği işler için güven vermeliler. Onlara bazı konularda sorumluluk yüklemeliler.  Yoksa, ödevlerini yapacak kadar hazıra alıştırmamalılar. Aşırı korumacı olmamalılar.

Bilmedikleri bir şeyi ilk sizden duymaları nasıl bir duygu?

Bir ilkokul öğretmeninin en büyük mutluluğu öğrencilerinin okuma yazmayı öğrenmesidir. Bunun yanında sayı saymayı, problem çözmeyi öğrenmeleri bizleri çok heyecanlandırır. O minicik öğrencilerin bunları başarabildiklerini görmek anlatılmaz bir duygudur.

Sizi ve dersi zora sokan öğrenciyi nasıl tanımlarsınız?

Bu, tamamen öğretmen, öğrenci ve veliye dayalı bir şey.  Otoriteyi zamanında sağlayamazsanız öğretmen olarak çok zorluk çekersiniz. Öğrenci ve veliyle iyi bir iletişim kurmak çok önemlidir. Eskilerin ‘’eti senin, kemiği bana yeter’’ diyen veliler de yok artık. İkaz etseniz vay halinize…  “Çocuğumu arkadaşlarının içinde rencide ettiniz’’ gibi sözlere muhatap olursunuz ki bu da öğretmen için kolay değildir.

Sizce öğrenci olmak mı zor, yoksa öğretmen olmak mı?

Elbette öğretmen olmak çok daha zor hele ki günümüzde…

Sizin zamanınızda ki eğitim sistemi ile bugünkünü değerlendirir misiniz?

Bizim zamanımızda her şey yaparak ve yaşayarak öğretilirdi öğrencilere. Derslerde temizlik, badana, çapa nasıl yapılır; keserle çivi nasıl çakılır, soba nasıl yakılır vs. gibi bilgiler öğretilerek öğrenciler hayata hazırlanırdı. Günümüzde ise dört işlemi bilmeyen, kesirlerden bihaber, çarpım tablosunu bilmeden liseyi bitirip üniversiteye giden öğrencileri görüyoruz. Bir sordun bin ah işiteceksin ama hani eskiler der ya ‘’böyle yayığın böyle de ayranı olur.’’ Başka daha ne diyeyim…

Eğitim sistemi nasıl daha iyiye yönlendirilebilir?

Maalesef, ana dilinde bile okuduğunu anlayamayan bir nesil yetişiyor. Bunda bilgisayar oyunlarının ve akıllı telefonların büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Kitap okumayan çocuklar okuduğunu da anlamıyor, düşündüğünü de anlatamıyor.

Her İl’e üniversite ve fakülte açmakla da eğitimde iyileşme, toplumda düzelme de olmaz. Önce planlaması yapılmalıdır. İhtiyaca göre fakültelere öğrenci alınmalıdır. Konumuz öğretmenlik olduğuna göre sen istediğin kadar Eğitim Fakültesi aç. Neyi nasıl öğreteceksin o önemli.  Yeterli nitelikli öğretmen yok. Sağdan soldan toplama okutmanlarla durumu idare etmek olmaz. Bir sürü mezun ver, ihtiyaçtan fazla yığılma olsun. Bunları nasıl istihdam edeceksin? Her yıl bu sayı artacak ve sen oyalamak için türlü yollara başvuracaksın. Bir de mülakat zırvalığı var ki eğitimi içinden çıkılmaz hale getiriyor. Olmaz arkadaş olmaz. Buna kadro da dayanmaz, yeni okullar açmak da fayda vermez. O halde ne yapacaksın?

Eğitim sisteminin iyileştirilmesi, önce iyi öğretmen yetiştirmekle başlar. Bunun için bazı radikal kararlar alacaksın. Örneğin, Eğitim Fakültelerinin bir kısmını kapatacak, ihtiyaçtan fazla öğrenci almayacaksın.  Nitelikli öğretmenler eşliğinde ne yaptığını ve ne yapacağını bilen öğretmenler yetiştireceksin. Evrensel değerleri hedefleyen bilimsel programlar hazırlayarak çocukları ilkokuldan sonra yeteneklerine göre yönlendirecek, ara eleman yetiştiren okullar açacaksın.

Hatırladığınızda sizi hala güldüren bir anınızı anlatır mısınız?

Bir gün Hasan adındaki bir öğrencim derste parmak kaldırıp Sinop şivesiyle ‘’ Öğretmenim Ayşe portakal yiy’’ dedi. Ben de ‘’ Ayşe portakal mı yiyor Hasan?’’ dediğimde ‘’  Yiyor değil öğretmenim yiy yiy’’ dedi. Hasan’ı gördüğümde aklıma gelir hâlâ gülerim.

Hatırladığınızda hüzünlendiren anınızı da duymak istiyoruz. Buyurun.

1989 yılı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Mardin Valiliği’nin daveti üzerine okul korosu ve halkoyunu ekibini Mardin’e götürecektik. Bunun için velilerden izin almamız gerekiyordu. Bir öğrencimizin velisi tüm ısrarlarımıza rağmen izin vermedi. O nedenle Bu kızımızı götüremedik. Biz giderken onun inci gibi akan gözyaşlarını hala unutamam.

Öğretmen bir aileye sahip olmak ayrıcalık mıdır? Yoksa sıradanlık mıdır?

Öğretmen bir aileye sahip olmak elbette bir ayrıcalıktır. En azından aynı dili konuşursunuz. Konu her zaman okul ve öğrencidir. Öğrencilere nasıl daha iyi ve faydalı olabiliriz arayışı içinde olursunuz. Birbirlerinin deneyimlerinden yararlanılır.

Öğretmen olmak isteyenlere buradan neler söylemek istersiniz?

Öğretmenlik sevgi ve sabır isteyen bir meslek olduğundan içinizde bu özellikleri taşıyorsanız seçin derim.  Bir çocuğun kişiliği ve yetenekleri sizin ellerinizde şekillenecektir. Bunun için engin bir sabır, sınırsız bir sevgi ve hoşgörüye sahip olmalısınız. Bu meslek bir gül bahçesi değil. Karşılaşacağınız her türlü zorluğa hazırlıklı olmalı; yılmadan, pes etmeden inandığınız ilkeler doğrultusunda çalışmalısınız derim.

Şimdi gelelim Şair Köylü Yaşar’a ve şiirlerine. Kaleminizin gücünü ilk ne zaman keşfettiniz?

Bana göre en zor soruya geldi sıra. Bir defa ben kendimi şair olarak görmüyorum. İlk gençlik yıllarımda birçok ergen gibi aşk şiiri denemeleriyle başladım.

İlk şiirinizi ne zaman ve kime yazdınız?

1962 yılı Mayıs ayının son günlerinde sınıf tahtasına ‘’Elveda’’ adlı bir şiir denemesi yazdım. Arkadaşlarım tarafından çok beğenildi ki birçoğu bu şiiri, şiir defterlerine yazdı. Aslında ‘’Elveda’’ şiirini hoşlandığım bir kızın dikkatini çekmek için yazmıştım ama dikkatini çekmeyi başaramadım. Ben yürek yangınıyla yanarken O’nun haberi bile olmamıştı bu yangından…

Şiirlerinizi sanat için mi, toplum için mi yazıyorsunuz?

Yazdığım şiirlerin edebi bir değeri olmadığından sanat kabul edilmez sanırım. Kendimce bir düzen tutturmuş gidiyorum. Kafam neye basar, canım neyi isterse uzun dizelerle onu anlatmaya çalışırım. Okurlardan ‘’Duygularımıza tercüman oluyorsunuz’’ sözlerini duyduğuma göre şiirlerimi toplum için yazdığım anlamına gelir sanırım.

Şiirin diğer sanatlar arasındaki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben bir edebiyatçı değilim ama şiirin de diğer sanatların da amacı aynıdır. Şiir yazarak anlatırsın bir şeyi. Resim yaparak, karikatür çizerek düşündürürsün insanları. Beste yaparak  titretirsin gönül tellerini... Diyeceğim o ki hepsi de aynı kapıya çıkar.

Son yüzyıl şairlerinden en çok kimi beğeniyorsunuz?

Belki tuhafınıza gidecek ama öğrencilik yıllarında edebiyat kitaplarındaki şiirlerin dışında öyle ünlü şairlerin şiirlerini okumadım.  Yalnız 70’li yıllarda rahmetli Şemsi Belli’nin yazdığı ‘’Anayaso’’ şiirinden çok etkilenerek onun birkaç kitabını okudum.

Sizce şair mi doğulur yoksa sonradan şair olunabilir mi?

Bana göre şair doğulmaz, sonradan şair olunur.

Şiir okumayı seven, yazan gençlerimize tavsiyeleriniz nelerdir?

Şiir yazmak isteyen gençler, önce hangi tarzda yazacaklarına karar vermeli. Örneğin serbest mi yoksa vezinli mi buna karar vermeliler. Çok okuyarak sözcük dağarcıklarını zenginleştirmeliler. Belki ilk denemelerini beğenmeyecekler ama ısrarlı oldukları takdirde başarıyı yakalayacaklardır.

En sevdiğiniz şiirinizin adı nedir?

Benim bu soruya cevabım belki klasik olacak ama hepsi benim için aynı değerde.  Ama illa bir isim vereceksem ‘’Eski Fotoğraflar’’ adlı şiiri söyleyebilirim.

Hiciv ve Ney Üstadı Neyzen Tevfik deyince aklımıza Hiciv ve Saz Üstadı Köylü Yaşar geliyor. Gelsin mi?

Güldürmeyin beni… Üstat Neyzen Tevfik kim, Köylü Yaşar Kim? Yan yana yazmak bile hakaret olur ustaya.

Kitabınızdan bahseder misiniz? ‘’Dünden Bugüne Saklı Kalanlar’’ Saklı kalmasın artık.

Yazdığım şiirler bir dosya içinde dağınık haldeyken kızımla damadım ‘’Bunları kitaplaştıracaksan gereğini yap. Yoksa sen öldükten sonra kaybolup giderler’’ deyince; ‘’yaaa, öyle haa!’’ dedim. Bastırdım, koliler içinde evde duruyor şimdi. Daha 5-6 kitap olacak malzeme var ama kâğıt pahalılığından şimdilik yeni kitap bastırmaya imkan yok. Yayınevleri de benim kıytırık şiirleri bedava basmıyorlar. Evdeki hesap çarşıya uymadı vesselam.


Kanınızın siyah beyaz aktığına inanacağız neredeyse, konu Beşiktaş olunca. Yanılıyor muyuz?

Haa! Evet kanımın siyah beyaz aktığını bilmem de iyi bir Beşiktaşlıyımdır. Asla fanatik olmadım. Yerine göre över, yerine göre de eleştiririm.

Nasıl bir aşktır ki Beşiktaş. İlk kitabınızı’’ Şiirlerle KARAKARTAL’’ adıyla yazdınız. Anlatır mısınız kitabınızı.

Bam telime bastınız işte. Aslında benim şiir yazmama sebep, tuttuğum takım Beşiktaş oldu. Beşiktaş uzun yıllar şampiyon olmamıştı. 1986 yılında bir Trabzonspor-Beşiktaş maçından sonra galibiyete şiir yazdım. O yıllarda Cumhuriyet gazetesi spor sayfasında okuyucu köşesi vardı. Gelen mektuplardan seçtiklerini bu sütunda ‘’Haftanın Mektubu’’ olarak yayınlarlardı. Benim bu gönderdiğim şiiri de orada yayınladılar. Bunu diğerleri izledi. Daha sonraki yıllarda bu köşenin yöneticisi rahmetli Abdülkadir Yücelman’la da tanışma fırsatım oldu.  Benimle yaptığı röportajı gazetede tam sayfa olarak yayınladı. Onun ısrarıyla ‘’Şiirlerle Karakartal’’ kitabımı çıkardım. Ruhu Şad olsun. Satışında çok hayal kırıklığı yaşadımsa da Beşiktaşlılık baki kaldı…

Sohbetimizi bir dörtlüğünüzle taçlandırır mısınız?

Söyleşinin sonu geldi sanırım

Okuyanlar keyif alır umarım

Sizlere de başarılar dileyen

Sinoplugillerden  Köylü Yaşar’ım…

Teşekkür ederim sohbet konuğum olduğunuz için.

Ben de çok teşekkür ederim. Geç gelen şöhretimin duyulmasındaki çabanız için…