Son 20 yıla damgasını vuran GDO’lar artık dünya tarımının göz ardı edilemez bir gerçeği. İnsanlar; GDO’lu, böcek ilaçlı, hormonlu sebze ve meyveler, raf ömrünü uzatmak için salatalık geni aşılanmış domatesler, kabak geni aşılanmış karpuzlar, antibiyotikli etler, nitratlı sucuklara kadar katkı maddeleri ile yapay hale gelen gıdalardan hangisini yiyeceğini şaşırmış durumda.

HÜMEYRA TURAN

İSTANBUL - Bugün adına ister “GDO”, ister “hibrit”, ister “melezleme”, ister “F1”isterse de “ıslah” denilsin uzmanlar bunların sentetik olduğunu belirtiyor.
Yaşamak için Tarım Gerek

Bu gün artık tanınmaz bir hâl alan yeni sentetik buğday, arpa ve yulafla ilgili 1964 yılında Tarım Bakanlığınca yayınlanan Hediye Tuncer’in kitabının 52. sayfasında, P9-1 adını verdikleri yeni sentetik buğdayın, 1950’de 52 sert ak, 702 ak, çavdarın melezlenmesi ile elde edildiği kaydediliyor. 52 ve 702 ise başka türlerle melezlenmiş türler. Yıllardır devam eden çapraz melezlemeler sayesinde yeni türde anaçtan neredeyse eser bulunmuyor.
Buğdayın glüten proteinleri, melezleştirme sırasında önemli değişimler geçiyor. Bu sayede glüten alerjisi veya çölyak ortaya çıkıyor.
Melezlenmiş bir buğday ile anaç buğday karşılaştırıldığında yeni sentetik türde ebeveynde olmayan, daha önce hiçbir canlıda görülmeyen 14 yeni protein oluşuyor. Bu proteini barındıran yeni buğdayları yiyenlerde ölümcül sonuçlar ortaya çıkardığı görülüyor.

Tohumdan sofraya gelen sentetik


Fitoterapist Dr. Ümit Aktaş, kitabında: Başağın verimini arttırmak ve sapını kalınlaştırmak için yapılan müdahalelerle bugün dünyaya yayılan bir ekmeklik buğday tohumu ortaya çıktı. Bugün dünyadaki yaygın ekimi yapılan buğdayın yüzde 99’u yeni sentetik bozulmuş buğdaylar.
Modern buğdayın yaygın tüketiminden sonra, çölyak hastalığı
korkunç hızlı yayılan bir problem haline geldi.
Buğdayı ıslah etme adı altında yapılan çalışmalar esnasında, buğdayın içindeki gluten proteini de yapısal değişikliklere uğramıştır. Farklılaşan modern buğday gluteni, çölyak hastalığı ve gluten intoleranslarının görülme sıklığında patlama yaşanmasına sebep olmuştur.
Dünyada buğday tarımı yapılmaya başladıktan sonra çölyak belirtileri görülmeye başlanmıştır. Çünkü ilkel buğdayda da gluten vardır. İlk defa 1953 yılında Hollandalı Dr. K.W. Dicke, çölyak hastalığını tanımladı ve buğdayın içindeki gluten proteiniyle ilişkisini gösterdi. O tarihe kadar çölyak dikkat çekmeyecek kadar az görülen bir tabloydu ve hastalık olarak tanımlanmamıştı. Ayrıca, çölyak olmayan gluten intoleransları var ki, asıl büyük tehdit burada. Bu tür intoleranslar, klasik çölyak hastalığından yaklaşık altı kat daha fazla görülüyor.
Modern buğdayın geliştirilmesi esnasında ne yapıldıysa yapılsın, sonuçta elde edilen modern buğday insan sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Yapılan işlemi tartışmanın bir anlamı yok. Modern buğday hepimizi hasta ediyor, uzak durmalıyız.

Kavılca ve siyez


İlkel buğday türlerinden siyez ve kavılca. Siyez dünyadaki buğday türlerinin atasıdır. Kavılca, siyezin akbuğdayanası ile doğal süreçte melezleşmesiyle oluşmuş, insan eliyle dışarıdan müdahale söz konusu değildir. Bu türlerin her ikisinde de ilkel yapıdaki gluten bulunur. İnsanoğlu bu türleri binlerce yıl boyunca tüketti ve bugün sıklıkta görülen bir gluten intoleransı ile karşılaşmadı.
Ama insanlık tarihi boyunca, günümüzde görüldüğü kadar ekmek ve buğday ürünü tüketilmiyordu. Yanlış olan bu aşırı tüketim sağlık problemlerine neden oluyor. Sağlıklı insanlar kontrollü miktarda siyez ve kavılca buğdayı tüketebilir. Ama siyez ve kavılca tüketimi, hiç bir zaman alınan günlük gıdanın yüzde 5’ini geçmemelidir. Ağırlıklı olarak sağlıklı yağlar (tereyağı ve zeytinyağı), protein ve sebze tüketilmelidir. Siyez ve kavılca gibi ilkel buğday türlerinin tarımı da desteklenmelidir.
Bununla birlikte, gluten intoleransı olanlar, çölyak ve diyabet hastaları, her türlü otoimmün hastalığı olan bireyler, alzheimer - demans - dikkat eksikliği vb. nörolojik hastalar ve romatizmal hastalıkları olanlar asla siyez, kavılca vb. buğdayları yememelidir. Çünkü, ilkel de olsa, bu buğday türlerinin içinde de gluten bulunuyor.

Fitoterapist Dr. Ümit Aktaş; bugün Türkiye’nin izin verdiği GDOlu hayvan yemleri beslenen hayvanların yumurta, süt ve et ürünlerinin ne kadar sağlıklı olduğunu da şu ifadelerle anlatıyor:

Kesinlikle sağlıklı değil, tersine tehlikeli. GDO’lu hayvan yemleri istisnasız yasaklanmalı ve sınırlarımızdan içeri girmesine izin verilmemeli. Nedenine gelince;  dünyada bütün canlılar iletişim ve etkileşim halinde ve siz bir bitkinin genetiğine müdahale ederseniz, o bitkiyi yem olarak yiyen hayvanı da insan yerse, insanın genetik yapısında değişikliğe yol açabilirsiniz. GDO’lu gıdalar, bir insan ömrünü dikkate aldığınızda, henüz yeni yeni tüketilmeye başlandı, bu yüzden insanlarda nasıl bir yapısal değişiliğe yol açacağını bilmiyoruz. GDO’lu gıda sektörü insanları denek olarak kullanamaz. GDO’lu gıda sektörünün öncelikle kendi güvenilirliğini ispatlaması gerek. Bu yüzden GDO’lu ürünler ne gıda maddesi, ne de yem olarak kullanılmamalı. Gıda tehdidi, nükleer tehditten daha büyük bir sorundur.
Günümüzde en önemli gıda tehdidi modern buğdaydır. Bugün Türkiye’deki diyabet hastası oranı yüzde 13,7, prediyabet oranı yüzde 28,7. TURDEP 1 ve TURDEP 2 çalışmaları 12 senede diyabet oranının yüzde 85 arttığını, prediyabet oranının ise yüzde 450 arttığını gösterdi. Üstelik, hastaların yüzde 95’ini oluşturan Tip 2 Diyabet, beslenmenin düzenlenmesiyle tamamen iyileştirilebilecekken, bu hastaların tamamına, yüksek miktarda tam buğday içeren diyetler verilerek iyileşmelerinin önüne geçiliyor ve ömür boyu ilaç kullanmaya mahkum ediliyor. Bu yaklaşım, sadece ilaç firmalarının daha fazla kâr etmesini sağlar, insanlığa bir faydası yoktur. Bu artış hızıyla gidersek, 30 yıl sonra torunlarımıza yemekten önce insülin kalemlerimizi ikram edeceğiz.