NEZAHAT GÖÇMEN

Yunanistan rotama hazırdım.  Bavuluma üç – beş tişört, şort ve sevdiğim basma elbiselerimin yanında anılarımı da yerleştirdim. Powerbank şarj kablosu, kitabım, güneş kremim, not defterim, kalemlerim, tabletim ve pasaportumu aldım. “Ver elini, Sakız Adası” dedim. 

Sakız Adası, Yunanistan’ın 5. büyük adası, sakız likörünün aroması en az mastikasi kadar güzel olan Çeşme’ye komşu adamız.

Çeşmeden Sakız Adası'na gidecek feribotu bekledik. Hava mis gibi, denizin kokusu çok güzeldi. Deniz otobüsü de vardı ama feribot olanını seçtik. Çocukluğumda damla sakızı satan satıcılar vardı.  Sanki onların yanına gidiyormuşum hissi uyandı. Diğer feribotların, bozduğu dalgalar, arkada hafiften esen rüzgâr ile Çeşme’den kalkan feribotla 45 dk süren bir yolculuk sonucunda adaya ulaştık. Sakız Adası gümrüğünde pasaport kontrolümüzü hızla yaptıktan sonra Yunan anakarasına da en uzak adaya ayak bastığımda yoğun bir trafikle karşılaştım.  Günde ortalama bin kişinin ziyaret ettiği ada sıcacıktı. İnsanları güler yüzlü. “Kalimera” sözcüğü     (günaydın) havada uçuşuyordu. Adaya adım attıktan sonra kendinizi hiç yabancı hissetmiyorsunuz. Çok sıcakkanlı insanlar.

Balıkçı tekneleri pat pat önümüzden geçiyordu…  

Limana yakın bir kafede oturup adaya özgü kahvaltımızı yaptık.  Liman’dan yürüyerek ulaşabileceğiniz, merkezi konuma sahip en güzel oteli tercih ettik. Sabah uyandığımda deniz ve güneş odamın içindeydi sanki. Balıkçı tekneleri pat pat önümüzden geçiyordu.  Otelin merkeze yakın, denize yakın olması bizim çok hoşu3muza gitti.  Gün batmak üzereyken sahilde huzur buldum.  Akşam serinliğinde gelin konvoyları arka arkaya kornalarla selamlayarak geçtiler. 

Adanın merkezinde Taverna ’ya programa katıldık. “Taverna” sözcüğü bizde eğlenceyi çağrıştırıyor.  Yunancada, İçten muhabbetlerin paylaşıldığı da birbirinden güzel ev yemeklerinin yapıldığı salaş mekânların genel adı. Yemek kültürü genellikle balık ve deniz ürünleri. Fava, adaya özgü bir tarifle önümüze geldi.  Kısa sürede insanlar kaynaştı, muhabbet koyulaştı. Canlı yunan müziği eşliğinde yemeğimizi yerken, müzik sesi herkesi sahneye davet ediyor. İsteseniz de  istemesiniz de  yavaş yavaş  müziğin ritmine bırakıyorsunuz kendinizi. Eğer yanınızda can arkadaşlarınız varsa bir yaz akşamı doyumsuz oluyor sizin için.

Altın Damlatan Sakız Ağaçları

Sakızın ağaçta yetiştiğini bilmeyen var mı? Ada ismini üzerinde yetişen sakız ağaçlarından almış. Endüstriyel üretilen sakızlar değil. Sakız ağaçları adanın güney bölgesinde yetişiyor ve bu bölgeye mastikerya deniyor. Ağaçların bulunduğu arazi hayranlık verici. Ada’da iki buçuk milyon sakız ağacı varmış.  Genelde Sakız ağacı bakımı haziran başında başlıyor.  Dibinde çıkan otlar ve taşlar temizleniyor.  Ağaçların dibine toz, kalsiyum karbonat tozu döküyorlar. Sakızın temiz damlaması ve kalması için. Üç aşamada sakız elde ediliyor. Toz atma, süpürme, toplama.

Ağaçlar pırlanta gibi gözyaşı döküyor

Çok zahmetli iş sakız yetiştiriciliği. Temmuz ortasında ağaçlar çizilmeye başlanıyor. Ağacı uyandırma,  haftada ağacın büyüklüğüne göre 100- 150 çizik atıyorlar. Çiziyorlar… Ağacı küstürmeden çizmek lazımmış.  Özenle yapılması gerekiyor bütün işlemlerin, ağaçtan mastikayı fazla akıtırsanız ağaç kururmuş. Eylül sonunda da sakızlar toplanıyor. Sakız ağacının reçinesi dibine düşüyor. Jöle gibi ağaçtan damlıyor. Mis kokulu. Damla sakızı kokuyor her yer. Ağacın altında oturup dinlenebilirsiniz. Dalından sakız çiğneme keyfini yaşayın.  Adaya gidip sakıza ağacında dokunmamak olur mu? Ağacın gövdesine dokunduğumda ise ellerim yapış yapış oldu. Zamk gibi. Alkolle temizledim. Dünyanın tek sakız üreten ağaçlarına dokunmak sizin özel olduğunuzu hissettiriyor. 

Kendini insan sağlığına adamış ağaç 

Sakız ağacının kökü 25 m derine kadar iniyormuş. Dikildikten 5 yıl sonra ilk ürün veren bu ağacın ömrü 100 yılı bulabiliyor. Bir ağaçtan yıllık 250 gram sakız elde diliyor. Adanın üçte birinde sakız var. Güneyden esen ılık rüzgârlar bu sakızı yapıyorlar. Sakız ağaçları yaş aldıkça daha çok sakız üretiyor.  Kendini insan sağlığına adamış ağaç türü. Yaz kış yapraklarını dökmüyor.  Sakız Yağmuru sevmiyor,  60 çeşit kullanımı var. Yemeklerde kullanımı daha az.17 çeşit mastik ağacı var. Pitalar en kıymetlisiymiş. 

Adanın kuzey bölgesi güneye göre oldukça dağlık ve elverişsiz coğrafi yapıya sahipmiş. Rehberimizi can kulağıyla dinledim. Notlar aldım. Çok pahalı olan damıtılmış sakızlar da var.

Ada 347 yıl Osmanlı idaresi altında kaldığından özellikle Chios merkezinde Osmanlı eserleri görülüyor. Osmanlı döneminde de  Sakız Paşası varmış.

*****

Ertesi gün adanın çarşısında kısacık bir tur attık ve tura katıldık. Üç tane köy göreceğiz. En önemlisi sakız damlatan ağaçları göreceğiz. Birincisi seramikleri ile ünlü  Armolia’da bir kaç tane seramik atölyesi vardı. Daha çok güneş simgesi kullanılmış.  Almaya değer görmedim.  Ağaçlar, İşte tam burada biraz yan yatmışlar. Üzerinde pırlanta gibi parlayan damlalarla size “merhaba” diyorlar.

Olimpi Köyü

Ev duvarları kale duvarı gibi.14. Yüzyıldan kalma bir ortaçağ ve bir sakız köyü. Olimpi köyünde yaşayanlar geçimlerini sakızdan sağlıyorlar. Mimari olarak Mesta köyüne çok benziyor. Olimpi’den Mesta Köyüne gitmeden Mesta port’ta harika bir öğle yemeği sizi bekliyor. Sıcaklık 38 derece. Denizin kıyısında ahtapot temizleyen bir beyefendi ile karşılaştım, beden dili ile “yaklaşma” dedi. Ahtapotları 40 kez taşa vurarak, doğal yolla temizliyordu. Bir canlının cansız hale gelip canlıya canlılık verdiğinin aşamalarını tanık oldum. “Yaklaşma” dedi bana. Kendi ayaklarını gösterdi. Lekeler oluşmuştu. “Yaklaşırsan sana da sıçrar ve lekeler oluşur.” dedi. Temizlediği ahtapotları suyun kıyısına koydu. Hayatımda ilk kez ahtapota dokundum.  Lezzetli barbun, ahtapot ve kalamar ziyafeti için Mesta port’a sahildeki restaurantta manzara eşliğinde yemeğinizi yemeden ayrılmayın.

Mesta Köyü

İkinci durağımız çok iyi korunmuş bir ortaçağ köyü olan Mesta, açık bir müzeyi andırıyor. Ortaçağdan kalma bir yerleşim yeri ve el değmemiş güzellikleri barındırıyor bünyesinde. Sakız adası eskiden çok zengin bir ada olduğu için çokça korsan saldırısına maruz kalırmış. Mesta, korsanlardan korunma amacıyla labirent şeklinde inşaa edilmiş bir köy.  Evleri birbirine çok yakın yapmışlar.  Köye girdiğinizde zamanı unutuyorsunuz. 100 yaşında evler 100 yaşında teyzeler kapıların önünde ellerini uzatıyorlar. Mesta köyünde labirent, birbirini kesen ve birbirine bağlanan sokaklar var. Köye giriş ve çıkış sadece iki kapıdan yapılmakta. Girişi ve çıkışı birbirinden farklı yerde olan yine daracık sokakları ile zamanın durduğu bir yer. Korsanlar köye girdiklerinde kayboluyorlarmış, Kaybolma korkusunu ben de yaşadım. Gruptan ayrılmamaya özen gösterdim. Çünkü yön duygusu kayboluyor. Bulmaca üzerinde oyun içinde gibisiniz. Daralan sokaklar sizi alıp götürüyor. Köy meydanına ulaşınca, ünlü Taxiarhis kilisesi ve hemen yanında bulunan dondurmacıdan sakızlı dondurmamızı aldık. Sakız aromalı mineralli suyumuzu içtik.

Pyrgi Köyü

Son durağımız Pirgi’nin iki farklı özelliği var. Birincisi binaların dışında gördüğünüz süslemeler. Bu köyün en önemli özelliği çizik anlamına gelen “ksista” denen bir yöntem kullanılarak geometrik şekillerle süslenen bina duvarları. Evlerin üzerinde geometrik şekiller var. Kapılar ve panjurlar çok güzel.  Bu süslemeleri yapan sadece altı tane usta kalmış. Binayı önce sıvıyorlar, sonra üzerine gördüğünüz gri sıvayı atıyorlar. Bu sıvayı da adadaki volkanlardan elde ediyorlarmış. En son beyaz boyayıp sonra da desenleri yapıyorlar.  Binaların üzerindeki şekiller de büyük emek var.  

Pirgi’nin ikinci özelliği ise Kristof Kolomb’un kapısı. Kolomb seferlerine çıkmadan önce Pirgi’ye gelip aylarca kalırmış. Sakız adası sadece sakızı ile değil denizcileri ile de meşhur. Köyde hala Kolomb’un soyu devam ediyormuş ve köydekilerin yarısının soyadı Colombus’muş. Fotoğraf meraklıları için kesinlikle ideal bir plato gibi. Köy meydanında çay bahçesinde demlenmiş çayınızı içebilirsiniz.  Kristof Kolomb‘un konakladığı evin önünde fotoğraf çektirmek gelenek olmuş. Bu gelenek sonrasında da orada fotoğraf çektirenin çok kısa süre içinde Amerika seyahati olacağına inanılıyor.

Mesta ve Pirgi’de insanlar kapılarının üzerinde anahtar bırakıyorlarmış. Hırsızlık hiç olmadığı için gönül rahatlığıyla bunu yapabiliyorlarmış. Üstelik komşular birbirlerini kontrol edebiliyormuş böylece. Özellikle yaşlı komşularının sağlıklarından endişelendikleri zaman. 

    

Eşini kaybeden kadınlar siyah elbise giyiyor ve geleneklerini devam ettiriyorlar.

Sakızdan üretilmiş ürünler raflarda.  Sakız likörü ikram ediyorlar. Kubbeler bağlantılar var evler arasında. Gün batarken ışık değişirken muhteşem bir güzelliğe sahip. Domatesleri bütün kurutuyorlarmış, kışın ortadan ikiye kesip yemeğin içine atarlarmış.  Kısa yoldan salça yapımı. Denemekte fayda var.

Karfas adaya en yakın sahil

Karfas’a  geçtik son iki gün. Karfas adaya en yakın sahillerden biri. Etrafında oteller ve tavernalar var. Uzun kum plajı hem temiz hem de sığ.  Gün batımında Agyra Megas Liminoas’da nefis balık ürünleri ve enginar salatınızı yemeden dönmeyin. Adanın bir yerinden bir yerine gitmek sadece 2 saat. Taksi ile rahatça gidebilirsiniz. Adanın plajları zaten güneyde toplanmış. 

   

Elbette adalar, her zaman gezmeye, görmeye değer. Benim gibi gezginler ve fotoğraf meraklıları için ideal bir yer. Fotoğraf çekerek adım adım gezdim. Katamaranlar, saat 18.00’da Sakız’dan Çeşme’ye hareket ediyor.  Son gün bir çarşı turu daha yaptım.  Çarşıda; dükkânlar, mağazalar saat 14.30’da kapanıyor. Her dükkânda paketlenmiş hediyelik sakızlar satılıyor. Hediyelik eşya ve özellikle sakız ürünleri alabilirisiniz. Şunu da alsam, bunu da alsam derken “Ben Türk’üm” diyen Eleftheria Selda ile karşılaştım. Selda, damla sakızlı kahve ikram etti. Ayaküstü sohbet ettik. “Neden buradasın?”  dedim. Çok mutlu olduğunu söyledi ve Sakız Adası hikâyesini anlatırken gözlerinin içi gülüyordu. Adaya gelin olarak gelmiş.  İki tane çocuğu var,  çok mutlu. Turistik bir dükkânda çalışıyor.  “Eleftheria “adını Sakız’a gidince almış. Neden aldığını sordum.  ”Ben istedim. Çünkü yaşadığım ülkeyi çok sevdim.” dedi. 

Adanın en büyük gelir kaynağı damla sakızı, turunçgiller, uzo, vişne ve zeytinyağı.

Damla sakızlı mineralli suyu ilk kez adada içtim.   Hediyelik sakız likörü, sakız şarabı ve diğer sakız ürünlerinden aldım. Tarihi dokusunu bozmamış bir ada. Sakızlılar da bunu korumanın bilincindeler. 

Tadı damağımda kalan, mutlak huzur dolduğum ender yerlerden birisi oldu. Komşu adadan unutamayacağım anılarla döndüm.

Kendimi özgür, neşeli, huzurlu hissettiğim,  kocaman samimi adaya kuşların kanadında selam ve sevgiler gönderiyorum.  Birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu bir kez daha anladım. 

Sakız’ı çok beğendim.