Röportaj: Güney Güneyan

Öncelikle merhabalar. Sonrasında ise Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu kurucusu Gülsüm Kav kimdir?


Merhaba, 2010 yılında kurulan platformumuzun kurucularındanım. Son yıllarda sözcülüğünü de yürütmekteyim. Kadın hareketiyle öğrenciliğimden bu yana ilişki içerisindeydim, ancak platform ile tümüyle içinde yer aldığım için, kadınların özgürlüğü için mücadele etmekten çok da mutluyum. Ayrıca mesleki olarak da hekim olmam ve tıpta insan hakları ile ilgili alan olan Tıp Etiği Uzmanı olmam da bana kadınların sağlıklı yaşam hakkı mücadelesiyle bağ kurma sorumluluğu yüklüyordu. Kısacası; hem kadın olarak, hem de mesleğim gereği kadınların güven içinde mutlu yaşaması için elimden geleni yapmam gerektiğine inanıyorum.

Çalışmalarınızda ön gördüğünüz şeyler nedir? Çalışmalarınızı nasıl organize ediyorsunuz?


2010 yılında kadın cinayetlerinin artacağı öngörüsü ile kurulmuştuk. Yanılmış olmayı isterdik, ama ne yazık ki öngörümüz doğrulandı. En son yayınladığımız 2016 raporu da bunu belgeliyor; cinayetler artıyor. Yıllardır öldürülen kadın kardeşlerimizin ailelerini, yaralanan kadınları, işyerinde veya her alanda hak ihlaline uğrayan kadınları 'asla yalnız yürümeyeceksin!' diyerek sahipleniyor, birlikte adalet mücadelesi veriyoruz. Hem de sorunla ilgili kamuoyu oluşturuyor. Ve aslında hiç de zor olmayan çözüm yollarını anlatıyoruz. Son dönemde sadece kadın cinayetleri ile değil, kadınların tüm hakları ile ilgili ihlaller artı ve çocuk istismarı arttı. Biz de tümünü davalarıyla birlikte sahiplenmeye başladık. Çalışmalarımızı temsilciliğimiz olan illerdeki geniş üye toplantılarımızla alınan kararlarla planlıyoruz. Bu kararları yürütme kurullarımız hayata geçiriyor.

Sivil toplum örgütü ya da dernek yürütmenin pek bir zor olduğu ülkemizde, böylesi hassas bir konu için yapılanma gereği duydunuz. Pek de iyi yaptınız. Fakat size destek veren, sizin ile dirsek çürüten belediyeler ve birimleri var mı? Yoksa kendi kolektif yapınız ile mi tüm bu zorluklara göğüs geriyorsunuz?


Türkiye’nin her bölgesinde kadın cinayeti ve hak ihlali olabildiği için çok başvuru alıyor. İhtiyaç duyanlar ile çok görüşme yapıyor, çok yolculuk yapıyoruz. Bu durum mekan, ulaşım, doküman basımı gibi konularda ciddi destek gerektiriyor. Belediyelerden ise kısmen destek alabiliyoruz. Genellikle kendi üye aidatlarımızla, bağışlarla ya da dayanışma için ürettiğimiz ürünlerin satışı ile mali ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Aslında bu kadar kamu yararına bir emek veriyor olduğumuzdan. Mesela bir çok davada gerçeği ortaya çıkaran adaleti sağlayan müdahilliğimiz de olduğundan kamu yararına dernek olmayı hak ettiğimizi düşünüyoruz. Bunun için başvuru da yaptık. Ancak olağanüstü bir dönemde yaşadığımızdan sanırım henüz sonuçlanmadı.

Genel açıdan bakıldığında tüm bireylerin bu oluşuma desteğinin var olduğunu görüyoruz, ama demografik olarak platform içerisinde muhafazakar kimlikleri ile göze çarpan üyeleriniz var mı?

Elbette var. Çünkü her görüşten kadın öldürülebiliyor. Hem bize başvuran kadınlar ve aileler arasında hem de aktif çalışma yürüten üyelerimiz ve hatta temsilcilerimiz arasında farklı partilere oy veren, her görüşten kadın var. Ve çalışmalarımızla ilgili fotoğraflar bunun açık kanıtıdır. Biz kadınları 'başörtülü kadın' gibi sıfatlarla ayırmanın bile doğru olmadığını düşünüyoruz. Tüm kadınlara 'kadın' olmaktan doğan ortak sorunlarla birlikte mücadele çağrısı yapıyoruz. Bunun çok olumlu bulduğumuz sonuçlarını da yaşıyoruz. Türkiye’nin dört bir yanında çok farklı kadınlar birlikte mücadele arkadaşı olduk.

Pekiyi, ya erkekler? Bu oluşum kadınlara yönelik uygulanan şiddete baş kaldıran, bu şiddete 'dur!' diyen, gerek geçmiş dönemde yaşanan o acılar, gerek ise gelecekte yaşanabilecek üzücü olaylara karşı dimdik duran bir sivil toplum örgütü, ama erkeklerin platforma katılım oranı nasıl seyir ediyor? Destekçilerinizin içerisinde çoğunluk hâlâ kadınlar mı? Yoksa algı değişiyor mu?


Sağolun sözleriniz için. Doğrusunu ister iseniz; yerden göğe kadar haklı ve meşru bir mücadele yürüttüğümüzden toplumun her kesiminden kadının ve erkeklerin de desteğini alabiliyoruz. Erkeklerin kadınların özgürlük mücadelesini desteklemesini önemli buluyoruz. Bu konuda değişen bir algı da var. Kadın dostu erkekler de çoğalıyor. Yine de Türkiye’de hala çok yetersiz. Kadın düşmanlığı ve kadın ile erkek eşitsizliği çok güçlü. Eşitlikteki bu uçurum ortadan kalkana kadar platformun toplantı ve eylemleri kadınların aktif katılımına açık. Söz ve yetki karar hakkı da kadınların. Erkeklerin katılımına açık farklı dayanışma faaliyetlerimiz ve oturumlarımız da oluyor, ama destekçi konumundalar. Bu da çok çeşitli biçimlerde olabiliyor; çevrelerindeki kadınları mücadeleye sevk etmek, ellerindeki varsa mesleki imkanları kadınlar lehine kullanmak gibi. Örneğin; hukukçu, gazeteci, programcı erkek arkadaşlarımız gibi. Aynı zamanda mali destek vermek, imkanları kısıtlıysa en azından herkesin bir sosyal medya hesabı var; oradan çalışmalarımızı duyurmak gibi. Erkeklerden destek alınca çalışmaya dahil olması da gerekir diyebilirsiniz, ama zaten 'pozitif ayrımcılık' işte tam bu demek. Şöyle ki; kadınların erkekler ile eşit olamadıkları bir zeminde, erkeğe söz hakkı vermek yine kadınların susturulmasına neden oluyor. Erkekler mikrofonu eline alıp, yine kadınlara ne yapmaları gerektiğini anlatabiliyor. Sonuçta kadınların özgüven kazanması engelleniyor. Umarım ileride güzel günlerde yüzde elli kadın kotasının yerleşik alışkanlık olduğu İsveç’te olduğu gibi en azından şekli eşitliğin sağlandığı zamanlara gelir isek, biz de onlar gibi kadın erkek birlikte 'feminist parti' kurabiliriz.

Söylemeden edemeyeceğim, ama dışarıdan bakıldığında sadece modern kadınlara gerek fiziki, gerek ise fiili müdahale varmış gibi duruyor. Oysa türlü olaylar bütününe karşı koymaktan vazgeçmiş, susmaya ve yaşadıkları karşısında tek çıkış yolunun gizlemek olduğunu düşünen bir muhafazakar kesim mi mevcut? Mevcut olduğunu düşünüyorsanız; çağrınız nedir?


Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti tüm görüşlerden kadının başına gelebiliyor. Ancak şiddetin bahanelerinden biri olan 'yaşam tarzına müdahale' daha çok modern hakları ile yaşamaya çalışan kadınların başına geliyor. Aslına bakar iseniz, laikliğe saldırılardan kuvvet alan bu kadınların giyimine, bedensel haklarına, her tür modern hakkına saldırı elbette muhafazakar kadınları da etkiliyor. Türkiye, laiklikten uzaklaşıp şer’i hukuka yaklaşırsa daha çok etkileyecek. Mesela; hükümete oy vermiş olan o renkli başörtülü kadın kardeşlerimiz de o renkli giysileri de giyemez olacaklar. Veya bugünkü rahatlıkla dışarıda dolaşamayacak ya da 15 Temmuz’da olduğu gibi toplumsal olaylara da özgürce katılamayacaklar. Muhafazakâr kadın kardeşlerimiz bu süreçten etkilenmeyeceklerini düşünmesinler. Demokrasi ve laikliğe saldırı, zaten kadınlar üzerinden kadın haklarını hedefe koyarak gerçekleşiyor. Bence çocuk istismarı ve tecavüz ile ilgili önerge bunu çok açık ortaya koydu. Bu utanç önergesine hep birlikte direnmenin iyi bir örneğini de verdik. Bu örneği diğer haklarımız ve laiklik için de devam ettirmek hepimizin yararına olacaktır. Haklarımız için ortak mücadele çağrısında bulunmak isterim.

Toplum dinamiğini derinden etkileyen laikliğin önemini meydanlarda savunduğunuza şahidiz. Pekiyi, tepki alıyor musunuz? Ne tür zorluklar yaşıyorsunuz? 


Doğrusu tüm toplumun ihtiyacı olan laikliğin kadınlar için ayrıca bir önemi olduğunu bilirdik, ama hayatımıza İŞİD girdiği andan itibaren bunu daha açık görür, yaşar hale geldik. Ayrıca Türkiye’de eğitimde, toplumsal alanın düzenlenmesinde hukuk yerine fetvalar devreye girmeye başladı. Bunun kadınlar ve çocuklar için ağır sonuçları oldu. Kadınlar kıyafetleri nedeniyle saldırıya uğradı ya da mesela bazı çocuk istismarı olguları dini de istismar eden bir tarzda din örtüsüyle kapatılmaya çalışıldı. Bu gelişmeler bizi laikliği özel olarak savunmaya götürdü ve çok sayıda ilde eylemler yaptık. Tepkiler olumluydu. Taleplerimiz sahiplenildi. Bu süreçte platform çalışmalarına katılım arttı ve yeni illerde kurulduk. Kadınların böyle bir mücadeleye ihtiyacı olduğu doğrulanmış oldu. Zorluklara gelince, OHAL şartları hak savunucuları için genel olarak zor; ifade özgürlüğü kısıtlanmış durumda, olağan şartlarda yapsak belki çok daha güçlü olacak eylemler zor şartlarda yapılabiliyor. Buna rağmen kadınlar susmuyor, tepkilerini dile getirmenin bir yolunu buluyorlar, bunun da tüm Türkiye için çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.

İyi hal indirimlerinin varlığı, bürokratların ataerkil tutumları ülke genelinde erkekler üzerindeki etkisi olduğunu düşüyor musunuz? Artan şiddet olaylarının suçlusu kim?


Kadına yönelik suçlarda indirimler yoluyla cezasızlığın devam etmesi ve yetkililerin kadınları hedef gösteren açıklamaları, şiddete eğilimli erkekler üzerinde doğrudan etki yaratıyor. Rahatlıyor ve akıllarından geçirdikleri şiddet fiillerini hayata geçiriyorlar, şiddet artıyor. Şiddetin suçlusu esas öznesi elbette o şiddeti uygulayan erkekler. Ancak kadınların bu kadar rahat öldürülebilmesinde, hedef haline gelmesinde bu zemini hazırlayan herkes sorumludur. Kadına yönelik şiddete tutum almayan siyasetçiler, erkek şiddetine ceza yerine ödül gibi indirim veren hukukçular, kadınları koruması gerekirken görevini yapmayan kolluk, koruma kanununda sorumluluğu olan başta Aile Bakanlığı olmak üzere tüm bakanlıklar, bakanlar, milletvekilleri, konuyla ilgili tüm kamu görevlileri, kadın lehine yayın yapmayan iletişim organları ve bu liste böyle uzar gider. Türkiye’nin son sürecinde, genel olarak artan gerilimi, şiddeti tırmandıran herkes de sorumludur, çünkü bir toplumda genel olarak şiddet arttığında doğrudan kadınlara yansıyor, kadına yönelik şiddet de artıyor.

Bakanlıklar ile ortak projeler yürütülüyordu. Pekiyi, ya şimdi?


En son Fatma Şahin bakan iken kadın örgütlerinin dahil olduğu projeler, ortak yasa çalışmaları yapılabiliyordu. Ve bunun olumlu sonuçları da oluyordu. Mesela, bizim raporlarımıza göre kadın cinayetleri 2010 yılından itibaren sürekli yükseliş halinde, ama sadece 2011 de bir düşme var. İşte bunun nedeni Bakanlığın kadın örgütleri ile birlikte yeni koruma kanununu hazırlamış, şiddetle mücadelede önemli bir belge olan uluslararası İstanbul Sözleşmesinin imzalamış olması. Kısacası; çözüm için siyasi bir irade ortaya konmuş olması. Devletin 'kadına yönelik şiddete karşı tolerans göstermeyeceğim!' demesi hemen etkisini yarattı. Toplumda böyle bir iklim suçu azalttı. O zamanlardan bu yana iki yıl önce bakanlık değil, ama TBMM şiddet ile mücadele komisyonu kurdu. Bizi de davet ettiler. Çözüm önerilerimizi ve görüşlerimizi aldılar. Hatta beş yıldır meclis raflarında bekleyen indirimlerle ilgili Ceza Yasası madde önerimiz için bir umut da yarattılar, ama ardından gelen dönemde ne bu konuda, ne de kadın hakları ile ilgili başka konularda somut bir adım ya da işbirliği görmedik.

Bu şiddet nasıl durdurulacak? Konuya dair ne düşünüyorsunuz?


Şiddet durdurulabilir, en nihayetinde yaşadığımız bir doğal afet değildir. İnsan eliyle uygulanan şiddeti yine insanların el ele vermesiyle durdurabiliriz. Yıllardır çözüm yollarını da anlatıyoruz. Zor da değil. Temel adımlar var: birincisi imzacısı olduğumuz İstanbul Sözleşmesi çok yol gösterici ve kapsamlı bir kılavuzdur. Onun şartları yerine getirilsin. İkincisi mevcut koruma yasası etkin uygulansın ve üçüncüsü ise cezasızlık son bulsun, ceza yasasındaki indirimler düzenlensin. Bu üç konuda somut adım atılması tabloyu hızla değiştirecektir. Zaten son ikisi sözleşmede de yer alan yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerdir. Bu arada geçtiğimiz günlerde Aile Bakanlığı da şiddetle mücadelede bir eylem planı yayınladı. Biz bakanlığı adında da, faaliyetlerinde de 'kadına' olması gereken yeri vermediği için eleştiriyoruz, ama buna rağmen bakanlık bu planda yer alan şartları yerine getirse yani kendi yayınladığı plana uysa bile sorun büyük oranda çözülür, bunu belirtmek isterim. Tabiî, bunun için de bakanlığın da bizim gibi kadın haklarını yok sayan her söylemle, uygulamayla, toplumdaki genel şiddet ortamıyla mücadele etmesi gerekiyor. Bizim gibi laiklik, demokrasi ve özgürlük istemesi gerekiyor. Geldiğimiz noktada Türkiye’de, kadınlar kendini ifade etmek ister iken öldürülürken, kadın cinayetlerinin son bulması için evvela ifade özgürlüğünün tam olarak güvence altına alınması gerekiyor. Çünkü ifade özgürlüğü yoksa cinsiyet özgürlüğü de yok.

Kadınlarımıza son çağrınız nedir?


Tüm kadınların şiddet karşısında asla yalnız olmadığını bilmesini ve bu haksızlığa sessiz kalmamasını isterdim. Biz kadınlar, tarihin en haklı sebebiyle direniyoruz; bizi hor görenlere karşı kadın kimliğimizle eşit insan olarak var olmak için direniyoruz. Kadın olmamız bir suç olamaz, bundan daha mantıksız ve haksız itham da olamaz. Bu sebeple bizi hor görenlere, asıl hor görülmesi gerekenin kadına böyle bakmak olduğunu anlatmaktan hiç vazgeçmeyelim. Kendi gücümüze güvenelim ve yalnız olmadığımızı bilelim. Beraber mücadele ettiğimizde haklarımıza kavuşuyoruz. Bu sene çok zor bir yıl geçirdik ama buna rağmen mücadele ettiğimizde kazandık, o önergeyi durdurduk, belki milyonlarca çocuğun ve kadının hayatını kurtardık, kaderini biz yazdık. İşte böyle birlikte direndiğimizde, hiçbir kadının yüzü yere eğilmeyecek, tüm kadınlar kaderini eline alabilecek, özgürlüğüne kavuşacak. Tüm kadınları kadınların öldürülmediği, mutlu mesut yaşadığı bir dünya için mücadeleye davet ediyorum. Kimse umudunu kaybetmesin, öyle bir dünya var ve bizi bekliyor.