SEVGÜL EROĞLU (KAYSERİLİOĞLU)

Görür görmez başlıyorum şarkıya.

Orda bir köy var, uzakta

     O köy bizim köyümüzdür

Gezmesek  de tozmasak da 

    O köy bizim köyümüzdür…

Haftasonu sırtladım çantamı, suyumu batonumu 

Yine takıldım bir yürüyüş grubuna. 

İstanbul’dan bu mevsim çıkışlar hep yağmurlu. 

Sıcacık yatağımdan kalkıp kuşluk vakti yola düşmek biraz zor da olsa kendimi en iyi hissettiğim dağlar olunca işin rengi hep değişmekte…


12 kişilik bir grubuz. Eğlenceli. Hepsi İstanbul’dan son sürat kaçmakta…

Araç feribot derken bizi bir köyde indirdiler. 

Buyrun bu dağları çepeçevre döneceğiz. 18 kilometrecik... 

Sonra aracımız bizi köyde bekleyecek. Taze süt almak istersek de alabileceğiz.

Eyyooo

Bitsin istiyorum başlarken. Çünkü tiyoyu aldık köy hakkında, 600 yıllık bir Selçuklu köyüymüş. Akşam olmadan o tarihi ruhu yaşamak çok özel bir heyecan katıyor geziye…

Hava İstanbul’u geride bıraktığımız saatlerin aksine puslu ama arada bir iki gözyaşı atmakta. Hani ahmak ıslatan cinsinden.

O tepe senin bu tepe benim saatlerce yürüdük. Kısa molaların yanısıra öğle yemeğimize bize köyden beri eşlik içindeki siyah karabaşla yaptık. 

Ahhh onu eve götürme fikri çok çekici. Ancak onun burada sahip olduğu özgürlük ve doğa, düşüncelerimden dolayı beni utandırmakta…

Dönüş yolumuz, o canım eski kerpiç evleriyle donanmış evlerin arasından ve yıkılmaya terkedilmiş tandır fırınının arasından geçerek, Fındıcak Köyü’nün meydanında sütçü amcanın bizi beklediği yerde çakıştı. Büyük şehirlerin aksine köy de sadece kedi ve köpekler var. Zaten gençler yokmuş köyde. Hepsi şehirlere gitmiş. Sadece yaşlıların bekçiliğini yaptığı bu köyde ömrümün sonuna kadar yaşarım hissine kapılmak bile içimde kıpır kıpır şeyler uyandırdı. 

Ne acı…

Gençler teknolojinin, sosyal medya, cep telefonu, internet çobanlığında bu güzellikleri arkasında bırakıp şehirlerde macera aramakta.

Oysa bilmiyorlar ki insanlar ileri yaşlar da şehrin o insanı yoldan çıkaran yaşam  kabusunu terketmek içinde, çıkış yolu aramakta.

Yaşlanınca özüne dönmenin cazibesi maalesef deneyimlenince oluyor… Köy denince yaşlısının gencinin  çocuğunun ve ekimin-hayvancılığın olduğu algılar hızla tükenmekte.

Yeşilçam filmlerinin o canım nostaljileri de olmasa  unutup gideceğiz torunlarına kestane pişiren neneleri.

Neyse sonbaharın sarı hüznü bastı. Melankolimin yolunu çevirip köyden bahsedeyim…

       

Fındıcak, Gemlik’in içine en uzak köyü. Merkez bucağına bağlı bir köy

İlçenin güneydoğusunda, Gemlik'e 28 km uzaklıkta.  Kadı sicillerindeki, XVI-XVII. yüzyıl­daki belgelerde köyün adına rastlanmış. 1880’li yıllarda Bulgaristan göçmenleri tarafından kurulmuş. Ancak köyde yerli halk da yaşamakta. Umurbey yoluyla gidilen Fındıcak Köyü, Katırlı Dağları’ndaki derin bir vadinin ucunda kurulmuş bir dağ köyü. 1895 ve 1908 Yıllığı’na göre 64 hane bulunan köyde 1927 yılında 285, 1990 yılında 183, 1997 yılında 220 kişi yaşamaktaymış. 

Başka da bir şey bilmiyorum.

Yaşadığım sadece; Huzur- Doğa-Özgürlük- Mutluluk…