Sevgül Eroğlu Kayserilioğlu

LEYLEĞİ HAVADA GÖREMEDEN YAZ GELDİ GEÇTİ…

BURAM BURAM  TARİH VE DOĞA KOKULU, LEYLEKLERLE  LAK LAK…

Bu kez, yıllardır gitmek istediğim ama bir türlü yapamadığım, canım memleketimin başka bir köşesine yollandım.

Bursa’ya 34 kilometre mesafede yer alan Gölyazı’ya ... Apollon’a adanmış bir kente... (Kent adını güneş, sanat ve kehanet tanrısı Apollon’dan almış.)

Seneler önce gördüğüm bir fotoğraf, içinde 80 ad. Eski Rum Evi idi bildiğim … Düştüm yollara. Bir otobüs Bursa, sonra iki belediye otobüsüyle tam kalbine Gölyazı’nın…

Deli gönül bu, düşerse bir kıvılcım içine, ne zaman dinler ne bahane…

Yorucu oldu bir haftasonu kaçamağı.

Değdi mi?

Evet kesinlikle !

Gölyazı, Bursa’nın Nilüfer İlçesine  bağlı, Uluabat Gölü’nün içinde tarihi bir yarımada da yer alan küçük bir balıkçı köyü. (Geçmişte yaygın başka bir ekonomik gelir kapısı ipekböcekçiliği imiş ama Bursa’da olduğu gibi burada da yok olmuş maalesef.)

Doğa ve tarihin muhteşem kavuşması olarak karşımda tablo gibi duran Gölyazı’yı, bırakın başka illeri Bursalıların bazıları bile bilmiyor.

Ben, ne tarafından başlayacağımı bilmediğim enfes bir yemek gibi daldım içine... 

Kadın olsun erkek olsun hayatları balık tutmakla geçen köyün gizemli dar sokaklarında fotoğraf çekerken arasıra evlerinin önüne oturup balık ağı ören kadınlarla sohbet etmeye çalıştım. Gerçi alt yapı çalışmalarının bir türlü nihayetlenememesi onları mutsuz kılmış. Ben de İstanbul’da geçen yoğun inşaat hallerimden hiç farklı olmadan toz toprak içinde gezdim. Onca kazılmış toprak, yıkıladurmuş Rum Evi, bir tat bir dokunun niteliğini bozamıyor. Yine cezbedici yine kulağa fısıldayan tarih efsaneleri…

‘Melde Ülkesi’nin kralı, Apollonia Kralı’nın güzeller güzeli kızını oğluyla evlendirmek ister. Fakat kız evlenmek istemez, gönlü bir başkasındadır. Kralın oğlu Melde Kralı bu duruma çok hiddetlenir. Apollonia Kralı tepede bir saray yaptırıp kızını saklar. Bu duruma çok kızan Melde Kralı, “Sizi yok edeyim de görün” der ve Odrysses Çayı’nı Apollonia Kenti’ne yönlendirir. Kentin toprakları sular altında kalır. Kent ve prensesin bulunduğu saray, artık sularla çevrili birer adadır.’ 

İşte Uluabat Gölü ve Gölyazı’nın efsanesi de böyle. 8 küçük ada ve içinde gezdiğim Halilbey Adası! Göl ve köy çevresi tümüyle sit alanı olarak belirlenmiş. Eski adı Apolyont olan bu eski rum köyünde  doğal olarak  çok güzel yerel evlerin yanısıra, kale surları,115 yıllık Aziz Panteleimon kilisesi, sadece tekne gezisiyle ulaşabileceğiniz Roma dönemine ait Apollon Tapınağı (Kız Adasında) yanlızca iki kolonu kalmış Sübyan Mektebi, Nekropol, Nişli Kaya tarih boyunca pek çok farklı uygarlığa ev sahipliği yapmışlığının derin izlerini görebilirsiniz. (Pers, Roma, Bizans ve Osmanlı)

Sıradışı coğrafyasının yanında yavaş akan günlük yaşamına şahit olduğum köye doğalgaz yeni gelmiş. Alt yapı bir hayli bozuk ve ahali bundan çok şikayetçi de olsa hiç neşesinden ödün vermiyor. Bir yanda meydanda köyle özdeşleşmiş, yan yatmış etrafı seyreden bir eda haliyle ‘Ağlayan Çınar’ı, ve bir düğün alayının dayanılmaz çekici oyun halleri… Damat ve ahalisinin kıvrak yöresel halkına eşlik eden tanıdık tanımadıklar. Aralarında kadınlar olsaydı vallahi ben de göbek atardım. Ohh ... boyunda kamera sırtta çanta komik olurdu ama olsun. Neşeyi yakaladın mı bırakmayacaksın.

Evet göl kıyısına geldiğinizde sizi ilk olarak “Ağlayan Çınar” karşılıyor. Çınarın yanından karşı kıyıya uzanan köprü, anakarayla küçük adayı birbirine bağlıyor. Çınarın yaşı doğru olarak bilinemese de asırları geride bıraktığı heybetinden belli. Köyün her bir tarafından binebileceğiniz kayıklarla mutlaka Kız Adası’na gidip nilüfer çiçeklerini görün. 

Bugün Gölyazı’da yaşayanların çoğunluğu mübadele zamanlarında Selanik’ten gelmişler. O tarihe kadar burada yaşayan yaklaşık 100 hanelik Rum nüfus, savaş sonrası Yunanistan’a dönmüş. Giden Rumlar da, Yunanistan’da Apollonia adında yeni bir köy kurmuşlar.

(Sur duvarları üzerindeki antik dönem yazıları ve süslemeler Apollonia antik kentinden kalma.) Apollon adına yapılan tapınaktan geriye birkaç parça dışında pek bir şey kalmamış. Bu arada bilgi olsun; Apollon tapınakları su olan yerlere kurulurmuş ve  böylece tapınak rahipleri suya bakarak kehanetlerde bulunurlarmış.  

Tektonik kökenli sığ bir tatlı su gölü olan Uluabat Gölü, ülkemizin onuncu büyük gölü. Dünyadaki “Yaşayan Göller” listesinde de olsa bilemediğimiz (!) nedenlerden dolayı göl çok kirli. Bu da yaşayan canlıları ve de özellikle balıkların yaşam alanlarını tehlikeye atıyor. Bazı Turizm şirketleri buraya geziler de düzenlemekte. Tanındıkça bu alt yapı ve bilinçle giderse pek de keyifli kalmayacak gibi.

Son olarak, Uluabat Gölü doğal bir kuş cenneti. Tüm sokaklarını arşınladığım sürece evlerin üstünden yaptıkları yuvalardan bana ses veren leylekler çok keyifliydiler. Her ne kadar leyleği otururken görmenin hüznünü de yaşasam, bizi bu kadar yakından ziyaret eden bu göçmen kuşlardan anlıyorum ki hala güzel bir iklim ve havadayız. Bu da bana İstanbul’a dönebilmenin enerjisini veriyor.

Kaynak;Nilüfer Belediyesi

Bilgi; Apollonia a.R. Tiyatrosu, Zambak Tepe’nin (Aziz George Tepesi) güney yamacında inşa edilmiş olup, caveası (oturma yerleri) ana kayanın kesilmesiyle oluşmuş, kuzey parados duvarının iyi korunmuş olmasına karşın cavea tamamen yok olmuş. ( Sadece iki adet mermer blok günümüze ulaşabilmiş.67 cm en ve 36 cm yükseklikte) 

Antik tiyatroların alışılagelmiş özelliklerinden biri burada da gözlemlenmekte ve cavea tüm manzarayı en güzel gören yamaçlarda yer almakta. Bu ilk jenerasyon tiyatro yapılarının en önemli özelliği… Sanata verilen önemin büyüklüğü de işte bu noktada bile kendini belli ediyor. Tiyatronun 4000 izleyici kapasıteli olduğu düşünüldüğünde günümüze ulaşamaması oldukça üzücü. 

Bu arada tiyatro, eski Yunanca’da ‘Seyirlik Yeri’ anlamına gelen teatrondan türeyerek dilimize Latince’de ki teatro sözcüğünden geçmiş. İlk tiyatro oyunları da M.Ö. 6 YY da Dionysos için düzenlenen festivallerle özerkleşip bir sanat türü haline gelmiş.