Hükümetin son çıkardığı 696 sayılı KHK ile beraber “15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler” kapsamına sokulacak girişimlerin bastırılması kapsamında hareket edecek sivillerin hiçbir hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu olmayacağının kanunlaştırılması kamuoyunda endişe ve tartışmaya yol açtı.

İktidar kanadı, ısrarla KHK’yı savunup, düzenlemenin 15-16 Temmuz’la sınırlı olduğunu iddia ederken, bir çok hukukçu ifadelerde muğlaklık olduğunu belirterek tersini savunmaktadır. Hatta bu düzenlemeye dayanarak, herhangi bir muhalif toplantı, miting, gösteri veya yürüyüşün bile bazı kesimlerce durumdan vazife çıkarmak suretiyle kullanılacağı ve istenmiyen olaylara yol açabileceği ve hatta kan dökülmesine sebep olabileceği değerlendirilmektedir.   

CHP Sözcüsü Bülent Tezcan, "Bu madde iktidar eli ile sivil silahlı çete kurma maddesidir" dedi, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener "Bu düzenleme iç savaşa sürükler" ifadesini kullanırken, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Kaygı verici" olarak değerlendirdi. Düzenlemeye destek veren tek parti her zaman olduğu gibi MHP oldu. 

Ana muhalefet, “Terörle mücadele ediyorum diyecek herkesin başkalarını boğazlamasının önünü açtılar, paramiliter güçlere dokunulmazlık verildi, toplumsal muhalefeti kontr-gerilla yöntemleriyle sindirmek istiyorlar” derken, bir diğer muhalefet partisi, “ yasa ile silah kullanma yetkisine hukuk kuralları içerisinde sahip olan güvenlik güçleri dışındaki oluşumlara bundan sonrası bakımından mesaj ve güvence vermektir” şeklinde yorumlamaktadır.

Konuya devam edeceğiz ama gelin yakın geçmişe kısa bir yolculuk yapalım...

Turgut Özal’ın sağlığında Genelkurmay’ın olumlu görüşü doğrultusunda 80’li yıllarda, NATO ve diğer batı ülkelerinde ve Varşova paktı ülkelerinde uygulanmakta olan “TERİTORYAL SAVUNMA” konusunda yasal düzenleme hazırlığı gündeme gelmişti.

Üstelik görev yapacak unsurlar, seferberlik ve savaş halini gerektiren tehdit göz önüne alınarak Genelkurmay Başkanlığınca belirlenecek ve İçişleri Bakanlığı tarafından göreve çağrılacaktı. Birliklerin görevlendirilmesi savaş zamanında olacak ve bu birlikler savaşta Türk Silahlı kuvvetlerin emrinde, tamamen yurdun savunulması amacıyla kullanılacaktı.

Basının ve muhalefetin abartılı tepkileri oluşmuş, kamuoyunda ve TBMM'de konu tartışıldıktan sonra fikir rafa kaldırılmıştı. Halbuki yapılacak olan; ülkemizin topyekün savunulması amacıyla yani silah altındaki askerlerin dışında kalan vatandaşların barış dönemlerinde belirli zaman dilimleri içinde eğitilerek savaş, iç savaş ve afet durumlarında TSK bünyesine alınarak kullanılması amaçlanmıştı. Genelkurmay Başkanının emir komutası altında olacaktı. Yani, devletin resmi organlarının denetiminde ve yasal çerçevede ülke savunmasını amaçlayan bir düşünceydi. Ama konu yeterince anlatılamadığı için çok büyük tepkilere yol açmış, yukarda da belirttiğimiz gibi kaldırılmıştı.

Düşmana karşı vatan savunması gibi son derece hayati bir konuda bile geçmiş dönemin meclisinde ve kamuoyunda rahatsızlık yaratıp, kanunlaşması engellenen  “teritoryal savunma” taslağı örneği varken şimdi bir anda gündeme gelen sivillere tanınan yargı muafiyeti,  ister istemez endişe ve rahatsızlık yaratmaktadır... At izinin it izine karıştığı şu dönemde kimin darbeyi önlemek maksadıyla hareket ettiğini nerden bileceğiz.

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve parti sözcüsü Mahir Ünal “Sadece o gece ve devamı niteliğindeki 16 Temmuz sabahıyla ilgilidir” diye açıklama yapsa da, “bunların devamı niteliğindeki eylemler” ifadesi gibi istismara açık belirsizlikler vardır. KHK’da sadece darbe girişiminden değil, kanunlarımızda tanımı olmayan  “terör eyleminden”ve “bastırma eyleminden” bahsediliyor...  Yasada olmayan suç ve kavramlara rağmen böyle düzenlemeler herkesin yorumuna açık olup çok tehlikeli sonuçalara yol açabilir. Bence hiç uzatmadan, derhal geri çekilip yeniden düzenlenmelidir.