Ruşen Eşref Ünaydın Atatürk’ün fikir kaynakları üzerindeki bir başka anısını da şöyle anlattı:
“1928 ya da 1929 yılı olsa gerekti. Sıcak bir yaz günü Yalova’daki Atatürk Köşkü’ne gitmiştim. Başbaşa konuşuyorduk. Düşünceli bir hâli vardı. Konuşurken, gözleri ara sıra dalıyor, sonra toparlanarak yine sözlerini sürdürüyordu. Ben, izin isteyerek ayrılmak istedim, bırakmadı.
‘Otur seninle bir şey konuşacağım.’ Dedi, oturdum. Ne diyeceğini bekliyordum. O, masanın üstünde duran bir kitabı eliyle gösterdi. Tarih felsefesiyle ilgili Fransızca bir kitaptı.
‘Bunu okudum, bütün rahatım kaçtı!’ Dedi. Ben telâşlandım:
‘Aman Paşam nasıl bir kitap bu böyle? Müsaadenizle göreyim.’ Diye kitaba uzanacak oldum. Beni eliyle durdurdu:
‘Bırak şimdi. Kitap önemli değil, yazdıklarını sen de ben de biliyoruz. Ama gözden kaçırdığım önemli bir problemi bana hatırlatmış oldu. Derin derin düşünmeye başladım.’ Bir süre sustu ve gökyüzü gibi gözleriyle yüzüme bakarak:
‘YAPTIKLARIMIZ TEHLİKEDE!’ Dedi. Ben heyecanla sordum:
‘Hangi yaptıklarımız?’
‘CUMHURİYET DAHİL, NE YAPMIŞSAK!’
‘Aman Paşam olamaz. Devletimizin dışta içte itibarı büyük. Asayiş sağlanmış, memleketi onarıyoruz. Her şey ilerlediğimizi gösterirken yaptıklarımız nasıl tehlikede olabilir?’
‘Biliyorum, biliyorum’ diye başını salladı. Sonra gülümseyerek konuşmasını sürdürdü: 
‘Maddî potansiyelimiz yerinde. Ama MÂNEVÎ POTANSİYELİMİZİN BATARYALARI BOŞ!’
Ben Atatürk’ün bu sözlerinden hiçbir şey anlamamıştım, susup beklemeye başladım. O anlattı:
‘1910’larda Abdullah Cevdet maskarasının İçtihad’ında bir yazı okumuştum. Hiç unutmam. Milliyetlerin maddî ve mânevî varlıklarından söz ediyordu. Bir asker olarak beni çok ilgilendirmişti. Bu, Alman düşünürü, Ludwig Büchner’in bir yazısı idi. MANEVİ BOŞLUKLARI DOLDURULMAMIŞ, BESLENMEMİŞ MİLLETLERİN, HANGİ MADDÎ DÜZEYDE OLURSA OLSUN; BİR GÜN ÇÖKECEĞİNİ anlatıyor, ispatlıyordu. Bunu ben kolay anlayabilirdim. Askerdim. Bir ordunun morali bozulmuşsa, hangi maddî gücü bulunursa bulunsun, savaşı kazanmazdı. Ludwig Büchner milletlerin de böyle olduğunu ispatlıyordu.
‘Bütün hayatımda bu temel fikri hiçbir zaman bir kenara koymadım. Ne yapsam, neye karar versem, maddî sorumlulukları, riskleri olduğu kadar, mânevî sorumlulukları ve risklerini de tartar, gözden geçiririm. Cumhuriyeti ilân ederken de, şapkayı giyerken de, Arap harflerini bırakırken de düşünüp taşınmışımdır, sonra yapmışımdır.
‘Her neyse, bugün şu kitabı okuyordum. Yazar bir yerinde: -Tarihten, zaferlerden, büyük adamlardan yoksun milletler maddî imkânları geniş olsa da, ciddî bir sallantıya dayanamazlar, çöküp giderler.- Diyor. Bidenbire düşündüm. Lâyıkız dedik, dinle ilişiğimizi devlet olarak kestik. Cumhuriyetiz dedik, rejimimizi tehlikeye düşürmemek için saltanat devrini kötüledik. Kazanılmış büyük zaferleri bile birkaç satırla geçiştirmeye başladık. Lâtin harflerini aldık. Yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişinin hazinesinden yoksun bıraktık.
‘Biliyorsun, bunları yapmak zorundaydık biz. Batı’nın bir parçası olmak gerekti. Ama, ya açılan mânevî çukurlar! Bugünün mes’elesi değil bunlar elbet. Ama biz yüz sene sonrasını bugünden düşünmek zorundayız. 
‘Türk soyu ve ulusu ile kıvanacağımız varlıklarımızı tarihin tozlu raflarından indirip ortaya koymalıyız. Nasıl bir soydan geliyoruz? Neler yapmışız? Uygarlığımızın dünya uygarlığına katkısı nedir? Millî Misak sınırları içinde kalan topraklarımızın geçirdiği tarih dönemleri nelerdir? Yer altında ve yer üstündeki hazinelerimizin envanteri nedir? Yetiştirdiğimiz büyük adamların hayatları, gerçek düşünceleri nelerdir? Bütün bunları arayıp ortaya koyacak bir müesseseye ihtiyacımız var.
‘Böylece milletimiz manevi temelleri sağlamlaşır, morali yükselir, büyük hamlelere girişir. Tarihimize ve dilimize önem vermek zorundayız.’ “ (Atatürk’ün Fikir Kaynakları, İsmet Bozdağ, Milliyet, 16 Kasım 1974)