Geçtiğimiz haftasonu ailecek gittiğimiz bir yerden bahsetmek istiyorum sizlere. Saros Körfezi - Gökçetepe... Manzarasıyla, deniziyle, uygun fiziki şartlarıyla kamp yapılabilecek harika bir yer.
Akşamın son saatlerine kadar beklemiş olsak da, çadırlarımızı güzel bir noktaya kurduk. Güneşin doğuşu ile batışı arasındaki süre ve gecenin sessizliği apayrı hayranlık konusu... Üstelik ilk kamp deneyimimiz olmasına rağmen zorluk çekmedik. Lakin maliyeti düşük çadır kamplarında dahi kapitalizmin izlerini gördük.
İnsani, zaruri ihtiyaçlar dışında attığımız her adımda kısır bir para döngüsü içinde kaybolduk. Ve içimizden tek bir aklıselim çıkıp bu duruma itiraz etmedi. Öyle ki para harcarken mutlu olanımız bile vardı. Değerlerimizi pul karşılığında harcamak... Sanırım en can sıkıcı noktası da buydu.
Zihniyeti bakir kalmamışlar sebebiyle paranın bu bakir alanlara sıçramasına şaşırmadık. Oysa bulunduğumuz yerde insan için gerekli, hayatı kolaylaştıracak araçların kullanıma hazır olması ve ayrım gözetilmeden hizmete girmesi şarttı. Yine insan tarafından icat edilen kağıt parçaları, doğadan eşit biçimde yararlanma hakkını bireylerden almıştı.
Bu süreçte insanın doğuştan sahip olduğu haklarının ihlal edildiği apaçık ortada. Paranın, inanç değerlerinin önüne geçmesi kişileri travmatik bir yaşayış biçimine soktu. Tekstil, mobilya, otomotiv gibi sektörlerin yanı sıra; estetik, kozmetik gibi kişide geride-dışarda kalma kaygısı oluşturan alanlar, hayatın merkezinde maalesef yer aldı. Her gün daha fazlasını istemek, yaşantımızın en temel kuralı haline geldi. Daha fazlasını elde ettiğimizde, eksik bırakacağımız insanları hiç düşünmedik.
Güce, zenginliğe tapanların olmadığı bir dünya dileğiyle...