“Uzun zamandır içimde, çok derinlerde bir yer acıyor. Acının tarifi yok. İçimi kemiriyor. Bedenim isyan ediyor. Elinde bayrakla dolanıyor damarlarımda, nefessiz. Bedenim, ruhum ve yüreğimle barışık değil ne zamandır. Farkındayım. Kırgın. Cam gibi. Paramparça”. Der kadın.

Ve ekler: “İki yüzüm var benim. Büyüklere karanlık, çocuklara aydınlık.”

Adam sorar merakla: “Neden karanlık?”

“Çünkü her aydınlık sonunda karanlıkla buluşur.”

Adam sessize aldı kendisini ve “ Karanlıkla buluştun mu peki?”

Kadın sırtını döndü. Başını gökyüzüne çevirdi. Martının kanat çırpışlarına bıraktı kendisini.

“Artık çocuk değilim”

Bir çift gözyaşı, sözünü tasdikledi.

                                                 *

Vicdanının ipini boynuna dolayanlar altındaki tabureyi kendisi çeker. Tek kurtuluş budur çünkü. Vicdanına mahkûm olan kendisine mahkûmdur. Kendisinden kaçmak istedikçe daha çok saplanır kendi içine. Vicdanı onu kördüğüm eder. Çözülemez, çözemez kendini. Salt kendisini tartar durur. Öyle bir terazi oluşur ki zamanla, bir küfeye kocaman vicdanı oturur, diğer küfeye de geçmişi. Vicdan ağırlaştıkça geçmiş de ağırlaşır. Geçmiş ağırlaştıkça da vicdan. Terazinin dengesi hiç bozulmaz. Geçmişini hafifletmeye, üzerine gitmeye başladın mı, vicdan az da olsa nefes almaya başlar. Asla vicdanınla sınanma! Ezilirsin. Seni usulden çürütür. İçten içe. Sol yanın hep acımaklı geçer…

                                                  *

Her atılan adımın içinde türlü eski hikâyeler gizlidir. Bazıları hüzünlü, dargın, öfkeli, mutlu, sevinçli, heyecanlı, umutlu adımlar. Atılan adımın içini geçmiş belirler. Korku cesareti kıran en büyük kasırgadır. Sendeleyen adım ne toprakta iz bırakır nede varış noktasına ulaşır. Yürekle vicdan aynı paralelde ilerlemelidir. Eğer çakışırsa, zaman içinde mum gibi erir yürek. YÜREK HASAR ALIRSA ÖLÜME GÜN SAYAR. Yürek hasar alırsa sevgi de hasar alır. Aşk da… 

Sevda kaçsın çayınıza