YAHYÂ KEMAL ve ATATÜRK Aralarında Neler Yaşandı?

Atatürk ve Yahyâ Kemal…

Aynı bölgede, Rumeli’de doğup büyüyen iki insan…

Her biri kendi alanında zirveye ulaşmış iki kişi…

Aralarında geçen hâdiseleri çok az kişi biliyor. Bilenlerin bir kısmı da yanlış ve noksan bilgilerle kanaat sâhibi olmuşlar. 

13,8 X 19,6 ölçülerinde 206 sayfalık eserin yazarı Hicran Göze Hanımefendi, hukukçu titizliğiyle, büyük iki insan arasında ‘kırgınlık’ olarak tavsif edilen durumun hakîki sebeplerini araştırıyor. Doğruyu bulabilmek için, merkeze koyduğu Yahyâ Kemal’in karakter yapısını şekillendiren hayat hikâyesini, çocukluğundan itibâren mercek altına alıyor ve şu soruların cevaplarını bulmaya çalışıyor:

-Şâirden elçi olur mu?  

-Madrid elçiliğinden alınmasının arkasındaki gerçekler nelerdi?   

-Yahyâ Kemal, Atatürk’ün ayaklarını öpecek kadar dalkavuk muydu? 

-Millî Mücâdele’ye hiç destek olmadı mı?    

-Tek bir satırla bile Atatürk’ü, daha doğrusu o zor günlerin Mustafa Kemal’ini desteklemedi mi?                    

-Neden askerlik yapmadı?                                                                                                                                         

-Lozan’da var mıydı?                                                                                                                                                 

-Hatay’da yok muydu?                                                                                                                                               

-Târih görüşü neydi?                                                                                                                                                  

-Türk diline duyduğu hassasiyet nasıl doğmuştu ve bu Türk dili mâcerâsı Atatürk ile nasıl yaşanmış, nasıl neticelenmişti?

Ve elbette Yahyâ Kemal ile Atatürk arasında geçen alaka çekici pek çok iddiaların tahlili… 

Mesela:                                                                                                                                                                   

-Yahyâ Kemal gericinin tekidir. Atatürk’ün yaptığı bütün değişikliklere câhilce karşı çıkmıştır.                         

-Atatürk de baştan aşağı kusurdur. Yaptıklarının hepsi yanlıştır. 

Hüküm: Aşırıya giderek orta yolu bulamamak gerçeklere ulaşamamanın tek sebebidir. Nihâyet büyüklükleri ve kusurlarıyla Atatürk de bir insandır, Yahyâ Kemal de… 

Şu da çok açık bir gerçektir ki büyük adamları, her beşerde bulunabilen kusurlar küçültmez.  

Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver Hoca’nın çok yerinde bir yorumu:

Bizce büyük adamların kusurları değil, kemalleri ortaya konur. Bundan gafil gibi davrananlara, bu ruh hâletlerinin bozukluğundan dolayı acınır.’ 

Göze Hanımefendi net hükümlere ulaştıracak tahlillere, çarpıcı bir hâdise ile başlıyor:

Anne Nakiye Hanım, eşinin ısrarları karşısında Üsküp’ü gözyaşlarıyla terk etmiştir. Geldikleri Selânik’te babası, gece âlemlerinde içerek şen şâtır vakit geçirmektedir. Üsküp’ün hasretine dayanamayarak verem olup yataklara düşen anne ise nihayet ölmek için Üsküp'e gönderilir. Bu ölüm on iki yaşındaki çocuğun rûhunda fırtınalar koparmış ve intihar etmek istemişti. Çocukluk ve gençlik hâtıralarındaki bu satırlar onun o günkü ruh hâlinin ifâdesidir:

Müthiş bir çığlıkla annemin yatağına atılmak istedim, (oradakiler) Beni susturmağa çalışarak uzaklaştırdılar. Ta karşıda büyük annemin evine kadar götürdüler. Aradan yarım saat geçti. Büyük annem, teyzelerim, üç âilenin çocukları, felâketimize acele ile koşan âile dostları kadınlardan ağlaşan, sızlaşan bir kalabalık ortasında kaldık. Annem ölmüştü. Çıldırmış bir haldeydim. O anda ölmek, intihar etmek istiyordum. Bu müthiş yokluğa, bu derin acıya tahammül edemiyordum. Bir deliyi tutar gibi, sımsıkı tutuyorlardı; yüzümü gözümü yıkıyorlardı. Heyhat ki ızdırâbım durmuyordu.’

4 Kasım 1956'da, annesinin ölümünden elli dokuz sene geçtikten sonra yazdığı bu mısrâlar bunca sene sonra bile aynı acıyı yaşadığını gösterir:

Annemin naaşını gördümdü,     

Bakıyordu bana sâbit ve donuk gözlerle,    

Acıdan çıldıracaktım.   

Aradan elli dokuz yıl geçti.   

Âh o sabit bakış el'an yaradır kalbimde...’

Son nefesine kadar babasına duyduğu soğukluğun temelinde, büyük bir ihtimalle annesini Selânik'e sürükleyerek onun Üsküp'e duyduğu büyük özlem sebebiyle ölümüne sebep olması yatıyor olabilir. Annesini hatırlarken ‘Birçok Türk anneleri gibi kocasının akşamcılığından mânen ve maddeten bedbahttı’ diye yazar.Belki evlenmemesinde babasının bu tarâfına vâris olduğunun şuurunda olarak, annesi gibi bir Türk kadınını bedbaht etmek endişesi yatabilir mi acaba? Babasından, çok sevdiği annesini bedbaht eden içki düşkünlüğünü almıştır ama babasında pek bulunmayan vicdan azâbıyla karışık îman O’nu hiç terk etmemiştir. (s: 13-15)   

Hicran Göze’nin satırları Yahyâ Kemal’in iç dünyasındaki duygu yükünü anlatarak devam ediyor. O cümlelerden biri şöyle: ‘Annemin resminden mahrûmum. O’nun bir resmi hayâtımın en büyük yâdigârı olurdu. Annemin simâsını şimdi iyi hatırlayamıyorum. İslâm tesettürünün en şedid bir muhîtinde doğduğu ve yaşadığı ve öldüğü için bir resmini bırakmadan kayboldu.’ Diye yazmıştır. İlk sofuluk zevkini annesinden aldığını da… (s: 17,18) 

Merhûme Sâmiha Ayverdi Hanımefendi’nin mânevî hayr’ül-halefi olarak kabul edeceğimiz yazar, bu eserini sanki Osmanlı’yı sevdirmek için yazmış. Osmanlı’nın bereketli toprağa cömertçe serpiştirdiği feyz yüklü irfan tohumlarının ürünlerini şükranlarla hasat ediyor.  O ürünlerdeki asil ruhların berrak ve hayran edici örneklerini sunuyor. Yahyâ Kemal’in hayatına ve hâtırâtına giren insanların hepsi, sanki hayattan değil, Şehbendarzâde Filibeli Ahmet Hilmi Efendi’nin romanından, ete-kemiğe bürünerek aramıza karışmış hayat mahsûlü seçkin kahramanlardır. 

Sıradan insanlar gibi görünen sütanne Halime Hanım, eşi ‘Deli’ Ahmet, Uşak Hüseyin… ve diğerleri, Yahya Kemal’in ruhunu, şahsiyetini öyle bir mayalamışlar ki… Onlar, Mevlevî meşrep, tevâzu âbidesi güzel insanlar. Kendilerini sevdirip, hayat boyu rehber olacak telkinlerle kâmil insan olmanın kapılarını ardına kadar açan, halk filozofu, sessiz ve sâkin, kanatsız melekler… Sâdece insanlar mı? O toprakların ve zamanın havası bile nefes alıp veren herkesi teshîr ediyor.

Yahyâ Kemal, Nihat Sâmi Banarlı’ya anlatıyor: ‘Minârelerden ezan sesleri gelmeye başladığı zaman evimizde rûhânî bir sessizlik olurdu. Galiba Üsküp’ün sokaklarında böyle bir rüzgâr dolaşır, bütün şehri bir mâbed sükûnu kaplardı. Yalnız ezan sesleri duyulurdu. Annemin dudakları İsm-i Celâl’le kımıldardı. Bin üç yüz sene evvel Hazret-i Muhammed’in Bilal-i Habeşî’den dinlediği ezan, asırlar sonra bizim semâmızda hem dinî hem millî bir mûsıkî olmuştu…’  (s: 22)

Kitabın tamamında kelimeler mistisizm mürekkebine batırılarak kullanılan nurlu kalemle yazılmış gibi. Benzer havayı teneffüs eden talihli insanları tahassüre, o saadeti yaşayamamış olanları ise içten gelen bir eziklikle teessüre sevkediyor. 

Yahyâ Kemal’e ‘Süleymâniye’de Bayram Sabahı’nı yazdıran hâlet-i rûhiye, yazara rehberlik ediyor. 

Kitabın ana teması Yahyâ Kemal-Atatürk münâsebeti… Fakat hâdiselerin arka planındaki, zeminindeki, atmosferindeki renkler ve çizgiler, belli-belirsiz olsa bile, dikkatlerden kaçmıyor. 

Bilenler, Atatürk-Karabekir soğukluğunu hatırlıyorlar. Tarafların arzu ve gayretlerine rağmen buzlar eritilemiyor. Çünkü liderin etrafında kabuk olma görevini üstlenenler, yakınlaşmaya mâni oluyor. 

Hülâsa olarak ‘Yahyâ Kemal ve Atatürk’ isimli eseri anlatmak,  hayatında hiç bal yememiş, gül koklamamış bir insana balı ve gülü anlatmak kadar zor. Okumak lâzım. 

BOĞAZİÇİ YAYINLARI:      

Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77 www.bogaziciyayinlari.com.tr  e-posta: [email protected]  

HİCRAN GÖZE:

1931'de Kadıköyü'nde doğdu. 1950 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi. Sınıf arkadaşı olan Ergun Göze ile 1954 de evlendi. Evliliğin araya girmesiyle ve anne olmanın yüklediği sorumluluk sebebiyle fakülteden 1956 senesinde mezun oldu. Üç çocuğu, beş torunu ve bir de torun çocuğu bulunmaktadır.

Bir dönem ‘Bâbıâli'de Sabah Gazetesi’nde imzasız olarak Kadın ve Ev Köşesi’ni hazırladı. Yeşilay, Töre, Büyük Türkiye, Şadırvan, Kubbealtı Akademi mecmualarında yazıları yayımlanmıştır.

Gençlik yıllarında Yeşilay Cemiyeti Kadınlar kolu gibi birçok dernek bünyesinde aktif faaliyet gösteren H. Hicran Göze, yazı çalışmalarına hâlen devam etmektedir.

Basılmış Eserleri:

*Bir Yetim İdi, *Sulh Peygamberi, *Kılıcın Hakkı (Üç safhada Hz. Peygamber’in hayatı), *Türk Kadını (Muhtelif mecmualarda çıkan yazıların toplamı), *İçkinin Kokusu, Sigaranın Dumanı ve Kadın (Yeşilay Mecmuası’nda çıkan yazılar), *Âyetler ve Kadınlar (Kadın konusundaki âyetleri inceleyen bir araştırma), *Zor Yılların Zor Kadını Hâlide Edip Adıvar (biyografi), *Mâverâdan Gelen Ses (Sâmiha Ayverdi biyografisi), *Kadıköylü Yıllarım (Hâtıra): (Kadıköy Belediyesi'nin yılın kitabı ödülünü almıştır), *Hüzünlü Bir Yolculuk - Mehmed Âkif (Biyografi), *Bir Zamanların Kadıköyü'nde Edebiyatçılar ve Aşkları, *Ergun Göze İle Ellibeş Yıl, *Yahyâ Kemal ve Atatürk.

KUŞBAKIŞI:

DEVLETİN BAŞI:

Mehmet Gürsel’in, Andrew Marr’dan Türkçeye çevirdiği polisiye-gerilim romanıdır. 

Birleşik Krallık’da halk oylaması yapılacaktır. Perde arkasında çalışan son derece kararlı bir grup, neticenin kendi lehlerine çıkmasını garantilemek için cinâyet dâhil, her şeyi göze almıştır. 

YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK: 

İstiklal Caddesi Nu: 161-161/A Beyoğlu 34433 İstanbul. Telefon: 0.212-252 47 00 Belgegeçer: 0.212-293 07 23 www.ykykultur.com  e-posta: [email protected]  

 VEBA YILI GÜNLÜĞÜ:

Robinson Crusoe’nin yazarı’ olarak tanınan Daniel Defoe (1660-1731), İngiliz romancılığının öncülerindendir. Yazarın 1722 yılında yazdığı roman, İris Kantemir tarafından Türkçeye çevrildi. 12,5 X 20,5 santim ölçülerinde 264 sayfa hâlinde, Ekim 2016’da yayınlandı. 

Eserin hayal ürünü bir roman mı yaksa kitapta belirtildiği gibi Defoe’nin amcasının hatıra defterinde kayıtlı hakîkatler mi olduğu yıllar boyu tartışıldı. Okuyucu, tüyleri diken diken eden sürükleyici romanı heyecan içerisinde okurken, bu tartışmaların hiçbir öneminin olmadığını düşünüyor.  

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

İstiklal Caddesi Meşelik Sokağı Nu: 2 Kat: 4 Beyoğlu, İstanbul (T. İş Bankası Parmakkapı Şubesi üzeri) 

Telefon: 0-212 252 39 91 Belgegeçer: 0.212-252 39 95 www.iskultur.com.tr  e-posta: [email protected]  

İSLÂM BİLİM TÂRİHİ:

İslâm ilim târihi araştırmaları ile alakalı çalışmalar son yıllarda artış gösteriyor.

2016 yılında yayınlanan 272 sayfalık kitap, İslâm medeniyetinde ilk ilmî çalışmalardan 15. asrın ortalarına kadar yapılan etütler üzerine bir röportajlar dizisi olarak hazırlanmış. Mevzu hakkında uzmanlık bilgisi olmayan okurlar da faydalanabiliyorlar. 

Kitapta, İslam medeniyetinde gerçekleşen ilmî faaliyetlerin aslî yönlerine ilişkin senteze dayalı genel bir çerçeve sunuluyor. Ayrıca bu alanda son elli yıl içinde yapılan araştırmaların bir özeti veriliyor. Bu şekilde, hem yeni bilgi ve yorumlar ihtiva ediyor hem de mevcut külliyatın tenkitçi bir değerlendirmesi sunuluyor. Kitapta yer alan soru ve cevapların odak noktası sadece Doğu İslâm coğrafyasının ilim merkezleriyle sınırlı olmayıp başta İspanya ve Mağrip olmak üzere diğer merkezlerin katkılarına da işâret edilmekte.

Fransa'nın en büyük ilmî araştırma kurumu Centre National de la Recherche Scientifique'ın hocalarından Cezayir kökenli matematikçi ve ilim târihçisi Ahmet Cebbar'ın, Avrupa ilim târihinde uzmanlaşmış fizikçi meslektaşı Dr. Jean Rosmorduc ile gerçekleştirdiği sohbetin bant çözümü, Lütfi Fevzi Topaçoğlu tercümesiyle kitap hâlinde okuyucuya sunuluyor. 

İslâm ilim târihine tamamen yabancı, hatta İslâm dünyasına uzaktan bakan okur için hazırlanmış kitap, birçok açıdan Türk okuruna da hitap ediyor.

Ahmed Cebbar, İslâm kültürünün daha erken yıllarından itibâren bir şehir medeniyeti inşa ettiğini ve bu yeni şehirlerde birçok farklı içtimâî yapının bir araya gelebildiğini söylüyor. 11. yüzyılda İslâm dünyasının yaşadığı krizlerin, Moğol ve Haçlı işgallerinin karmaşık sosyal yapılar üzerinde menfi tesir gösterdiğini, nihâyetinde merkezî devlet otoritesinin zarar gördüğünü izah ediyor. Cebbar'a göre, İslâm dünyası ticârî yollarını kaybedince, ilk zamanlardaki kuvvet ve ihtişamına bir daha ulaşamadı. Bu, İslâm kültürünün de Ortaçağlardan sonra başka bir safhaya girmesine sebep oldu. Ahmed Cebbar, Osmanlıların ciddî bir kopuş dönemi olmadığını söylüyorsa da söz konusu dönemi birkaç cümle ile geçiştiriyor.  

İslâm ve akıla dayalı olma tartışmalarına Cebbar'ın yorumu şöyle: ‘Müslüman kelamcılar, vahiy üzerine kurulan bir temelden yola çıkarak, Kur'an'daki çeşitli ifâdelerin ve hadislerin kendine has nitelikleri tesbit etmek için tenkitçi ve akılcı bir çalışma içinde olmuşlardır.’

Son 5 bölümde astronomi, matematik, fizik, yer ilimleri-canlı ilimleri ve kimya başlıkları altında, damıtılmış bilgiler yer alıyor. Mühim isimlerin bilinen eser ve fikirleri özetlenirken, İslâm ilim hazinesinin dünya ilim târihindeki yeri de tespit edilmiş. Kutucuklar içinde, İslâm bilim târihinin mühim nazariye, icat ve izahları özetlenmiş.

Cebbar ve Rosmorduc'un berâber kaleme aldığı netice bölümü, ilim târihinin felsefesi ve kitapta kullanılan metot hakkında tenkitçi bir yaklaşım sunuyor. Bu yaklaşımla İslâm İlim Târihi, insanlık târihinin bir safhası olarak telakki ediliyor ve sonrasındaki ilmî gelişmeler göz önünde bulundurup haksız bir yargılamaya tâbi tutulmuyor. 

Ne kadar tarafsız olurlarsa olsunlar, İslam İlim Târihi; batılılar Farslar ile Araplar tarafından yazıldığında, Türklerin İslâmiyet’e hizmetleri bakımından noksanlıklar bulmak mümkündür. İslam ilim târihinin, oryantalist* zihniyetiyle hareket etmeyen bir Müslüman Türk tarafından yazılmış olması şüphesiz bizler için daha tatminkâr olur. 

KÜRE YAYINLARI:    

Vefa Caddesi Nu: 56 Kat: 3 Vefa, Fatih, İstanbul, Telefon: 0.212-529 66 42  

Belgegeçer: 0.212-589 15 48 e-posta: [email protected]  /  www.kureyayinlari.com  

*Oryantalist: Batı kökenli olup da doğuda yaşayan insanların dil, din, ilim, sanat ve târihi üzerinde araştırmalar yapan ilim adamı, şarkiyatçı, müsteşrik.  

KISA KISA… KISA KISA…

1-BÜYÜK SELÇUKLU İMPARATORLUĞU’NDA OĞUZ İSYANI: Ergin Ayan. Kitabevi Yayınları M. Varış.

2- SEYYÂH-I ÂLEM EVLİYA ÇELEBİ: Şükrü Halûk Akalın. Türk Dil Kurumu Yayınları. 

3-ŞAİR NİGAR HANIM: Nazan Bekiroğlu. Timaş Yayınları. 

4-İRAN TARİHİ: Yılmaz Karadeniz. Selenge Yayınları.    

5-KAYIP YÜZLER: Emir Kalkan / Ötüken Neşriyat

DERKENAR:

İLİM ve BİLİM KELİMELERİ

Lügatler ‘ilm’ olarak da yazılan‘ilim’ kelimesini:

1-Kâinatın ve olayların bir bölümünü tecrübeye ve hakîkatlere dayanarak inceleyen ve bunlara ait kanunları çıkarmaya çalışan sistemli bilgi.                                                                              

2-Bâzı olay ve olgu basamaklarına göre düzenlenmiş sistemli bilgiler bütünü.   

3-Bir şeyi öğrenmek maksadıyla yola çıkarak edinilen bilgiler.  

4-Bir mevzuda okuma yoluyla elde edilen bilgiler, nazariyat.   

5-Bilme, biliş, bir şeyin doğrusu bilme, nazarî bilgi.  

6-Eşanlam olarak: dâniş, mâlûmat.  

7-Teorik bilgiler 

Şeklinde açkılıyorlar. 

Bilim kelimesi için de: 

1-Sistemli bilgi,      

2-Bilinen şeylerin, kazanılan bilgilerin bütünü.  

3-Denemeye dayalı yöntemlerden faydalanarak gerçekleşebilir kanunlar ve kaideler çıkarmaya yönelik düzenli bilgi.    

4-Bilgi dallarından her biri

Karşılıkları veriliyor. 

Öztürkçecilerin hazırladığı ‘sözlük’lerde ‘ilim’ kelimesinin karşılığı ‘bilim’ olarak veriliyor. Demek ki ikisi aynı mânâya geliyor. Acaba; ‘İlimsel’ şeklinde bir kelime uydurulamadığından, uydurulsa bile benimsenilmeyeceği düşünüldüğünden, ‘bilimsel ’ kelimesini tepe tepe kullanabilmek için, ‘ilim ’ yerine ‘bilim ’  kelimesi uydurulmuş olabilir mi? 

İlim, Arapçadan dilimize geçen bir kelime. O halde ‘kaka’, Bilim, Arapça değil, Farsça değil. Fakat nereden geldiği de belli değil. O halde ‘cici’dir. (?!) Bunu kullanalım diye düşünülmüş olabilir.  

Bir iddiaya göre; bilim ve ilim arasında şu farklar varmış: İlim, kâinatta olup biten olayları tasvir ve izah yoluyla kavramak için insanın merakını celbeden olaylara dair sorulan sorularla doğup gelişen ve bilimi de içine alan geniş bir disiplindir.

Bilimin konusu gözlenebilir olguların sebeplerini deneye dayalı bir yöntemle araştırmaktır. İlim ise fizik ötesi âleme dâir bilgileri bir çatı altında birleştirir.

Bu durumda kimya ve fizik, bilim; felsefe ve sosyoloji ise ilimdir. O halde üniversitelerimizde niçin ‘Felsefe Anabilim Dalı ’ isimlendirmesi kullanılıyor? 

İlim konusunda ilerleyenlere ‘âlim ‘ denir. Bilim konusunda ilerleyenlere ‘bilim adamı ’ denir…miş.

Bir ‘dil âlimi’ meseleyi vuzuha (açıklığa) kavuştursa ne iyi olur…