Yüzyıllar öncesi Voltaire der ki: “Bir takım cahil ve aptallar, başka birtakım cahillerin telkinlerine uyarak, İslam dininin bedensel “nefsani” zevklere dayandığını ileri sürüyorlar. Hiç de öyle değildir. Bizleri birçok noktalardan olduğu kadar bu yönden de aldattılar.
Bütün tarihçilerimiz, en modernlerine kadar, keşişlerin o zaman uydurdukları masalları tekrarlayıp dururlar. Fatih, İstanbul'u kan ve ateşe boğan bir barbarmış; bir kavunu kimin yediğini anlamak için on dört uşağının karnını yardırmış; Yeniçerilerine hoş görünmek amacıyla sevgilisi İrena'nın başını kestirmiş (miş)!
II. Mehmet, Avrupa hükümdarlarının hepsinden daha terbiyeli ve kültürlüydü. Gözdesinin canına kıymaya gelince, bir sultanın yatak işlerine askerin karışabileceğini düşünmek için, Türk gelenekleri hakkında pek cahil olmak gerekir!
Tarihsel yanlışlıklardan hoşlanan milletler çoktur. Bazı Batılı tarihçiler, Müslümanların Venüs’e taptıklarını ve Allah’ı inkâr ettiklerini ileri sürdüler. Grotius dahi; “Hazreti Muhammed(A.S.)'in bir güvercini kulağı etrafında uçmaya alıştırdığını, Tanrı buyruklarının bu güvercin vasıtasıyla kendisine ulaştığını zannettirmeye çabaladığını tekrarlayıp dururdu.” Çoğu birer alfabetik yalan dergisi olan sözlüklerimizde böyle gülünç masallara sık sık rastlanır.
Kardinal İzidor'un ve daha birçoklarının safsatalarına aykırı olarak, Fatih'in sanıldığından daha makul ve kibar bir padişah olduğunu kabul etmek zorundayız; yenilen Yunanlılara(Bizanslılara) patriklerini seçmek serbestliğini bağışladı. Yeni Patrik Gennadius'u parlak bir törenle makamına yerleştirdi. Ona, batılı imparatorların çoktan beri vermeye cesaret edemedikleri asa ve yüzüğü sundu. Ve protokolü bir tarafa bırakarak, patriği sarayının kapısına kadar geçirdi. 
Gennadius, öncekilerden hiçbirinin Hıristiyan krallardan bile görmediği bu ilgilenmeden mahcup olduğunu söyledi. Bazı yazarlar, II. Mehmet'in güya patriğe: “Bendeki yetki ile seni Kutsal Teslis patrik yaptı,” dediğini anlatırlar. Bu aptalca iddiayı ileri sürenler, bilmiyorlar mı ki; bizim “Üçlü Tanrı” doğmamız Türkleri tiksindirir; onlar bu sözü ağızlarına almayı küfür sayarlar ve bizlere birden fazla Tanrı’ya tapan putperestler gözüyle bakarlar.
Hıristiyan dininin doğruluğuna inanmamız yetmiyor mu ki; ta Kafkas Dağı'ndan Atlas Dağına, Epir'den Hindistan'ın en ücra köşelerine kadar yerleşmiş bulunan Müslümanlığı çekiştirmeye uğraşıyoruz? Onlara karşı durmadan kötü kötü yazılar basıyoruz. Onların ise bu kitaplardan haberleri yoktur. Bizim zannımızca, birçok milletlerin Müslümanlığı kabul etmesi bu dinin beden isteklerine elverişli oluşundandır. Oysa, Avrupalıların aşın derecede kullandıkları alkollü içkileri yasak eden, yıllık kazançlardan en az yüzde iki buçuğunu fukaraya vermeyi farz kılan, en sıkı bir şekilde oruç tutmayı, ergenliğe ermek sırasında kanlı bir ameliyat geçirmeyi, günde beş defa namaz kılmayı, yüzlerce fersah uzakta, yakıcı kumlar ortasında hacca gitmeyi buyuran dinin nefsani zevkleri neresinde?
İyi ama diyeceksiniz, onlar, hem bu dünyada dört kadın alabiliyorlar, hem de öldüklerinde hurilere kavuşuyorlar. Bu konuda Grotius aynen şöyle diyor: “Bu gibi kaba ve pis hayallere kapılmak için geniş ölçüde sersem olmak lazım.”
……………………………………………………………………………
Oysa Hazreti Süleyman'ın yedi yüz karısı ve üç yüz odalığı olduğu söylenir. Araplar ve Yahudiler iki kız kardeşle evlenebilirlerdi. Bu gibi evlenmeleri ilk defa yasak eden Hazreti Muhammed(A.S.) olmuştur.
Pislik nerede? 
Huriler hakkında da sorabiliriz: Pislik nerede? 
Allah'ın emri olarak kabul ettiğimiz nikahlı birleşmelere pislik diyemeyiz ya!
…………………………………………………………………………….
Türklerin sırtına, yüklediğimiz iftiralarla koskoca bir kitap olur. Onlar, dünyanın en güzel ve en büyük kesimine hakimdirler. Küfürler savurmaktansa, o yerleri geri almaya çalışmak daha şık olmaz mıydı?
.................................................. Türkleri sevmem fakat iftiradan o kadar iğrenirim ki; onlara dahi çamur sıçratılmasına katlanamam!
Türklerin karakterinde büyük tezatlara rastlanır: Hem kıyıcı hem de merhametlidirler. Açgözlüdürler fakat hırsızlıkları hemen hemen hiç yoktur; boş vakitlerini kötüye kullanmazlar, içlerinden pek azı birden fazla kadınla evlenir. Avrupa'daki büyük merkezler arasında en az genelev kadını olan şehir İstanbul'dur. Dinlerine pek sıkı bağlı olan Türkler, Hıristiyanlar’dan hoşlanmazlar; onlara kâfir gözüyle bakarlar. Bununla beraber, onları bütün ülkeleri içinde, hatta devlet merkezinde hoş görür ve korurlar. İstanbul'daki Hıristiyan mahallesinin sokaklarında, paskalya yortusunda, ağır yürüyüşle yapılan ayinlere izin verildiği gibi, bu törenlerin başında dört yeniçerinin muhafızlık ettiği de görünür.
Türkler gururludurlar fakat asilzadelik taslamazlar; yiğittirler fakat düello etmezler, çünkü ancak harbe giderken kılıç taşırlar. Eski Yunanlılar ve Romalılarda da adet öyleydi, Bunun tam aksine, barbarlık ve şövalyelik çağlarından beri Avrupalılar'da, yaya giderken bile topuğuna mahmuz takmak, belinde kocaman bir kılıçla yemek masasına oturmak veya Allah'a dua etmek, bir vazife hatta bir onur meselesi olmuştur!”
Yukarıdaki cümlelerin tamamı Voltaire’den alınan gerçeklerdir. 
Sonuç olarak: Voltaire’in, “cahil ve aptal -Avrupalıları- başka birtakım cahillerin telkinlerine uyarak, son AKPM (Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi)’de Türkiye için “Siyasi Denetim” kararı aldılar. Bende Voltaire'nin söylemine tamam katılıyorum. Hem de bu sözü şöyle tanımlıyorum; “Voltaire'nin cahil ve aptal Avrupalıları.” Sebebi ise dünyanın olmazsa olmazı olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücünü görmezden geldikleri için! Ama bilsinler ki; onlar bir gün muhakak yaptıkları hatalarını anlayıp Türkiye Cumhuriyeti’ne döneceklerdir. 

Kısacası; yukarıdaki son olay ve referandum öncesi Türkiye karşıtı ugulamalara izin veren "Voltaire'in Avrupalıları'nın" Türk Milleti'ne karalayıcı bakışı hiç değişmemiştir!