Geçtiğimiz günlerde Viyana’ya yaptığım seyahat kendimi, yaşadığım yeri, Ülkemin insanlarını ve alışkanlıklarımızı sorgulamama neden oldu. Size oranın ne kadar muazzam bir şehir yapısına sahip olduğundan bahsetmeyeceğim. Bunu zaten herkes tahmin edebiliyor. Benim söyleyeceklerim çok farklı. İnsanlığımız ile ilgili, hani kaybettiğimiz ve bulmaya cesaret edemediğimiz…

 

İnsan olarak beni en mutlu eden olaylardan biri yolcu otobüsünün kırmızı ışıkta sadece ben ve arkadaşım için durmasıydı. Öyle tuhaf hissettim ki kendimi… Nasıl yani bu otobüs bizim için mi duruyor? diye sordum. Arkadaşım bana yaya olmanın öneminden bahsetti ve dedi ki bir yaya ayağını yola uzattığı anda ne olursa olsun otobüs durmak zorundadır.

 

Vay be! Dedim Baksana şu medeniyete!

 

Gelin İstanbul’da yaya geçidinden geçmeye kalkın bakın neler oluyor…  İnanmazsanız Zincirlikuyu mezarlığının oraya gidebilirsiniz. Şoföre elimle yaya geçidi olduğunu gösteriyorum bana el hareketi yapıyor. “Hadi oradan yahu!” der gibi… Tabi belki de küfür ediyordur. Ne bileyim…günahları boynuna..

 

Aslında bu durum insanların birbirlerine ne kadar değer verdiklerinden kaynaklanıyor. “Saygı” Avrupa’da çok önemli… Yanından geçen bir insana hafifçe tebessüm etmek, restoran, cafe gibi yerlere girerken yol vermek, “Lütfen”  kelimesini sayısız kez duymak insana kendini önemli ve değerli hissettiriyor. Haydi şimdi yarın Metrobüste birine gülümseyip “Günaydın” deyin bakalım neler olacak? Önce derler ki “Aha bu ne iş sabah sabah?” Sonra tuhaf tuhaf bakarlar.  Her şeyi geçtim biz sabahları iş yerimize bin bir lanet okuyarak gittiğimizden gülümsemeyi unuttuğumuz gibi birbirimizden de nefret etmeye başladık… Hiçbir şeye tahammülü olmayan saygısız ve sevgisiz insanlara dönüştük.

 

Viyana’da insanlar yürürken birbirinden uzak durmaya çalışıyor. Yanlışlıkla biri size dokunsa kaç defa özür diliyor biliyor musunuz? ...  Bizim ülkemizde insanların yolda yürürken birbirine çarpması meşhurdur. Özellikle İstanbul’da, hele Taksim meydanında biri size çarparsa hem suçlu hem güçlüdür. Bir laf söyleseniz “Ne diyorsun yaaaa” diye dayılanacak, kavgaya hazır insanlarımız var!

 

Şimdi asıl beni en çok mutlu eden konuya gelmek istiyorum. Elbette kadın-erkek eşitliği…

 

Öncelikle hiçbir erkek bir kadının yüzüne acaba iş çıkar mı? Tavlar mıyım? Şeklinde bakmıyor. Bizde yolda yürürken bile manalı bakışlar, laf atma, takip etme gibi girişimler hiç bitmez… İstanbul’da kadınların en çok yaşadığı problemlerden biri durakta toplu taşıma aracını beklerken yanından geçen arabalar tarafından “Acaba ne iş?” düşüncesiyle korna ile taciz edilmesidir. Belki bir ihtimal, ha gayret durumu mevzu bahistir. Hâlbuki durakta ne beklenir? Elbette otobüs, vs. toplu taşıma aracıdır. Ben Viyana’da beni kornasıyla taciz eden hiçbir araç sahibi görmedim. Zaten normal olanı da buydu…

 

Sonra Belediye halk için var… Hofburg sarayının bahçesine girmek, spor yapmak, çimlerin üzerinde uzanıp uyumak serbest. Belediye tüm parasını halkı mutlu etmek için kullanıyor. Bizim Dolmabahçe Sarayına girip spor yaptığımızı hayal edebiliyor musunuz?

 

Edemezsiniz, her şey parayla…

 

Parklarımızı bile elimizden alıp bizi Alış-veriş merkezleri içinde yer alan saçma spor salonlarına tıktılar! Neymiş sağlıklı yaşayacakmışız. Bangır bangır müzik için verdiğimiz bilmem ne kadar üyelik parası ve en önemlisi oksijen yok!

 

Son tahlilde Viyana’da Kadın olduğumu unuttum. Çünkü ben önce insanım, bireyim!

 

Bana Hatırladım! Daha doğrusu hatırlattılar…

 

Tam olarak ne demek istiyorum biliyor musunuz?

 

Bizi insan yapan değerleri hızlıca kaybediyoruz.

 

Birbirimize saygı duymayı,

 

İlgili olmayı,

 

Duyarlı davranmayı,

 

Vicdanımızı

 

Kaybediyoruz…

 

Ve bu yüzden ileride çok büyük acılar çekeceğiz…

 

Biraz düşünelim şimdi çocuklarımıza nasıl bir Türkiye bırakacağımızı…

 

Çok geç olmadan…