“Ve (ey Peygamber), senin izleyicilerine (lâfzen, “onlara”; yani, Uhud felaketi öncesinde ve felaket esnasında görevlerinde başarısız olan izleyicilerine. Eldeki bütün kaynaklara göre Hz. Peygamber, yaptıklarından dolayı onları kınamadı bile.) yumuşak davranman, Allah'ın rahmetinin bir eseriydi. Zira, eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları bağışla ve affedilmeleri için dua et. Ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla müşavere et; sonra bir hareket tarzına karar verince de Allah'a güven: Zira Allah, O'na güven duyanları sever.”

     Uzlaşma ve danışma yoluyla hükümet etmeye işaret eden bu emir (“onlarla istişare et” emri), devlet idaresi ile ilgili bütün Kur'anî düzenlemelerin en temel hükümlerinden biridir. “Onlar” zamiri, müminlere, yani, bütün bir topluma işaret eder; bu bağlamda kullanılan EMR deyimi -ve aynı zamanda çok daha önce vahyedilmiş olan 42: 38'deki EMRÜHÜM ŞÛRA BEYNEHÜM ibaresi- ise devlet idaresi de dahil toplumsal hayat ile ilgili bütün işleri ifade eder. Bütün otoriteler, yukarıdaki buyruğun, ilk bakışta Hz. Peygamber'e hitap ediyor görünmesine rağmen aslında bütün Müslümanlara yönelik ve her dönem için bağlayıcı olduğunda hemfikirdirler. (Bu hükmün daha geniş bir analizi için bkz. State and Government in Islam, 44 vd.) Bazı İslâm bilginleri, bu emrin ifade tarzından, toplumun önderinin, danışmak zorunda olmasına rağmen yine de ortaya çıkan görüşü kabul veya reddetmede özgür olduğu sonucuna varırlar. Ama Hz. Peygamber'in bile kendisini şûrasının kararlarına bağlı saydığını hatırlayınca...bu sonucun mesnetsizliği açıkça ortaya çıkar. Ayrıca, Ali b. Ebî Talip'den rivayet edilen bir Hadîs'e göre...'AZM (“bir davranış şekline karar verme”) kelimesinin neyi ifade ettiğini açıklaması istendiğinde Hz. Peygamber, “(O), bilgili insanlar (ehlu'r-rey) ile müşavere yapmak ve (o konuda) onlara uymak (anlamına gelir)” diye cevap vermiştir (bkz. İbni Kesîr'in bu ayet ile ilgili yorumu). (Kur'an Mesajı, Muhammed Esed, Çevirenler: Cahit Koytak - Ahmet Ertürk, Al-i İmran:159)

     “İşte Allah'tan bir rahmet iledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Halbuki kaba, katı kalbli olsaydın, elbette (onlar) etrafından dağılırlardı. Artık onları affet, onlar için mağfiret dile ve (hakkında vahiy gelmeyen bir) iş hususunda onlarla istişare et! (Haklı şûrâ -fikir alış verişi- ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif yüz onbir olduğu gibi, ihlâs -samimiyet- ve tesanüd-i hakikî  -hakikî dayanışma- ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adam hakiki ihlas ve tesanüd ve meşveretin -fikir alış verişinin- sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye -tarihî hadiseler- bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacatı -insanların ihtiyaçları- hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz'î, hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı -bozguncu-  muzır -zararlı- insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hacetlere -ihtiyaçlara- karşı, imandan gelen nokta-i istinad -dayanma noktası- ve o nokta-i istimdad -yardım noktası- ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikından gelen şura-yı şer'î -şeriata uygun şura-  ile yaşayabilir. O düşmanları durdurur, o hacetlerin teminine yol açar. -Mektubat, Hutbe-i Şamiye, 423 – 424 -) Fakat (bir görüşte) karar kıldığında, artık (işe giriş ve) Allah'a tevekkül et! Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri sever.” 

     Tevekkül (işlerinde Allah'a güvenmek), esbabı (sebepleri) bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı, dest-i kudretin (Allah'ın kudretinin) perdesi bilip riayet ederek esbaba teşebbüs (sebeplere müracaat) ise, bir nevi dua-yı fiilî telakkî (kabul) ederek, müsebbebatı (neticeleri) yalnız Cenab-ı Hakktan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir. - Sözler, 23. söz, 104 - (Kur'an-ı Kerîm Meali, Hazırlayan: Hayrat Neşriyat Meal Heyeti, Al-i İmran:159)