“İş hakkında onlara danış.” (Âl-i İmran: 159) ...Sözünü ettiğimiz “emir (iş)”, ümmetin zaman ve mekân çerçevesinde sosyal durumunda meydana gelecek değişikliklere göre değişir. Hz. Peygamber'in Mekke'nin fethinden sonra yaşamış olduğu kısa süre; insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmelerinin başladığı dönemdi. Peygamberimiz bu “iş”in gelişeceğini ve artacağını, Yüce Allah'ın ümmetine, ülkeleri fethetme kapısını açacağını ve toplumların kendi ümmetine boyun eğeceklerini biliyordu. Nitekim kendisi bunu müjdelemişti...

     Hz. Peygamber: “Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz.” “Dininize dair şeyleri bana bırakın, dünyanıza ait şeyleri ise siz daha iyi bilirsiniz.” demesine rağmen onun sözünü birçok dünya 

işinde “din olarak” kabul etmişlerdir...

     (Nitekim) Hz. Ömer; ümmeti helâke sürükleyecek bir görüş ayrılığı çıkacak korkusuyla, hemen Hz. Ebu Bekir'e biat etmeye koyulmuştu. Hz. Ömer daha sonra Hz. Ebu Bekir'e biatın bir hata ve ifrat (aşırılık) olduğunu ve Yüce Allah'ın bu hatanın şerrinden Müslümanları koruduğunu, ancak böyle bir hatayı bir kez daha işlemenin caiz olmadığını açıkça söylemiştir. Aynı şekilde Hz. Ebu Bekir de, Hz. Ömer'i veliaht olarak bırakma hususunda, sahabenin ileri gelenleriyle istişarede bulunmuştur. Sahabelerin onun halifeliğine razı olacağını anlayınca ... ihtilâf ve tefrikaya mahal kalmaması için Hz. Ömer'i yerine geçecek halife olarak tespit etmişti. 

     Şayet Hz. Ebu Bekir, ihtilâf ve tefrikadan emin olarak ümmetin şûrâ'yı yerine getirmeye hazır olduğu inancı içinde olsaydı; bu işi onlara bırakır, ümmetin içindeki Ulû'l-Emr (Emir Sahipleri)nin daha kendi hayatında iken -tefrikaya düşmeyeceklerinden emin olarak ölmek için- en uygun gördüğü bir aday etrafında görüş birliği içinde olmasını sağlamaya çalışmazdı.

     Bir zümre diyor ki: Hz. Ömer'e biat, Aziz Kitab'ın ifadesi gereği İslâm hükümetinin esası olan şûrâ ile değil, veliaht gösterme biçiminde olmuştur. Bu veliahtlık bir sahabenin görüşü olup, bu görüş Kur'an'ı neshedemez, tahsis edemez (genelliğini daraltamaz) ve mutlaklığını mukayyet (kayıtlı) hale getiremez. Hâl böyle iken sahabelerin cumhuru (çoğunluğu) bununla nasıl amel etmişler ve fıkıh bilginleri bu uygulamayı nasıl şer'î bir kaide olarak almışlardır...

     Hz. Ömer'in Ebu Bekir'e veliahtlığı görüşü; sahabelerin kabul ve üzerinde icma ettikleri bir görüştür. İcma ise, müstakil bir kaynak olup gereğince amel etmek vaciptir ... Doğru olan, Hz. Ömer'e biatın şûrâ ile olduğudur. Fakat bu şûrâ Hz. Ebu Bekir zamanında hâsıl olmuştur. Söz konusu şûrâ'yı bizzat üstlenen, ... Hz. Ebu Bekir'in kendisi olmuştur. Hz. Ebu Bekir'in acele etmesi, ümmetin kendisinden sonra tefrika ve görüş ayrılıklarına düşeceği korkusunu taşımasındandı. Hz. Ebu Bekir kendisinden sonra halife olacak zat için görüş ve makam (itibar) sahibi sahabelerle istişarede  bulundu. Sahabelerin ekserisi içlerinde halifeliğe en lâyık olan kimsenin Hz. Ömer olduğunu kabul etmişti. Bazıları ise onun şiddetinden korkuyorlardı. 

     Hz. Ebu Bekir onların kalplerinden bu korkuyu atmak için, aşağı yukarı şöyle söylüyordu: Ömer beni çok yumuşak görüyor ve şiddet gösteriyor...Ömer'in şiddet göstermesi, benim yumuşaklığımı dengelemek ve itidal veya ona yardımcı olacak bir şeyi ortaya çıkarmak içindir, demek istiyordu. Hatta Hz. Ebu Bekir vefatından önce, minbere çıkmakta zorlanınca, halifelik konusunda onları ikna eden sözler söylemiş ve daha hayatında iken işi ona vermiş, onu veliaht yapmıştı. Hz. Ebu Bekir'in bu tutumu, hastalığı esnasında Ömer'i vekil kılmak ve kendisinden sonrası için halife adayı göstermekti. Onun emir olmasında dayanak noktası ümmetin kendisine biatıdır. Biatın meşruiyeti şûrâ'ya bağlı değildir. Fakat biat için bazen -ümmetin razı olduğu bir kişi üzerinde birleşmesi amacıyla- şûrâ'ya ihtiyaç duyulabilir. 

     Eğer, -günümüzde CUMHURİYET ve benzeri yönetimlerde uygulandığı üzere, halkın yöneticiyi seçimle iş başına getirmesinde olduğu gibi- ehlu'l-hâl ve'l-akd (idareciler) arasında istişare olmaksızın başkan seçmek mümkün olursa, maksat yine hâsıl olmuş olur. Hz. Ebu Bekir'in Hz. Ömer'i işbaşına getirmek için yaptığı danışma ve ikna, vefatından sonra şûrâ'ya gerek bırakmamış ve herkes ona ittifakla biat etmiştir. Dolayısıyla buna şûrâ'dan sonra hâsıl olan ittifak veya şûrâ sebebiyle ittifak demek mümkündür. (MENAR  TEFSÎRİ, Şeyh Muhammed Abduh, Muhammed Reşid Rıza, Cilt: 4, Çevirenler: Heyet, Âl-i İmran: 159.)