“(Ey Rasûlüm, o bozgun ânında) Allah'tan gelen bir rahmet eseri olarak çevrendeki ashabına yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olmuş olsaydın -ki değilsin- çevrenden dağılır giderlerdi. Sen onların kusurlarına bakma, bağışla onları ve idarî meselelerde onlarla istişare et. (İstişare sonucu) karar verip de artık bu kararı uygulamaya koyuldun mu, o zaman da Allah'a tevekkül et. Şüphesiz ki Allah, tevekkül sahiplerini sever.”

Bu âyet-i kerime de, yine çok önemli prensipler ihtiva etmektedir. Bunlardan biri, liderin bilhassa iyi niyet, fakat yanlış harekete dayalı olarak yaşanan fiyaskolardan sonra etrafındakilere sert değil, yumuşak davranması gerektiğidir. Çünkü bilhassa savaşta mağlubiyet ve önemli kayıplara uğrama gibi kritik bir durumda bir de insanların üzerine gitmek, onları iyice kaçırır.

İkinci olarak, Allah'a iman ve teslimiyetin sağlanması (Tevhid), iyilik ve güzellikleri yayıp yerleştirme ve kötülüklerin önüne geçme, adalet, kanun hakimiyeti, günah ve isyana yönelik olmaması kaydıyla itaat, iyilik ve hayır adına düşünce ve düşünceyi ifade hürriyetinin yanısıra bilhassa istişare, İslâmî bir idarenin olmazsa olmaz şartıdır. Uhud'un ikinci safhasında geçici olarak uğranılan mağlubiyetin görünür sebeplerinden birisi, Hz. Peygamber Efendimiz'in ve önde gelen Sahabîlerin görüşlerine rağmen, istişare sonucunda meydan savaşı verilmesi fikrinin benimsenmiş olmasıydı. Kur'an'ın buna rağmen ve bu mağlubiyetin üzerinde durduğu bir noktada istişareyi bilhassa emretmesi, onun önemini göstermeye yeter.

Üçüncü olarak, istişare neticesi verilen karar, artık meclis de dağılmışsa uygulamaya konulur ve ondan dönülmez. Uhud Savaşı öncesi yapılan istişarede meydan savaşı verilmesi fikri benimsenmiş ve meclis dağılmıştı. Fakat, önde gelen Sahabîler, meydan savaşı verilmesi fikrinde ısrarlı davranan genç Sahabîleri ikaz ettiler. Onların görüşlerinden vazgeçme tavırları üzerine de Efendimiz'e gelip durumu arzettiler. Fakat Efendimiz, “Bir Peygamber, zırhını giydi mi artık onu çıkarmaz.” (Buharî, “İ'tisam”, 28) buyurdular. Bu noktada artık karardan dönülmez ve Allah'a tevekkülle karar uygulamaya konulur. Çünkü karardan bir defa dönülünce, dönme âdet haline gelir ve fikirlerde dağınıklık ve tereddütler yaşanır; bu da doğrudan saflara yansır ve kalplerde zaaflar meydana getirir...(Kur'an-ı Kerîm I, Ali Ünal, Al-i İmran:159)

X

“Tamamen Allah'ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Ama sert ve katı yürekli davransaydın, kesinlikle senden uzaklaşırlardı: Şu hâlde onları affet, affedilmeleri için de dua et ve yönetim işinde onlarla istişare(ye devam) et! Artık kararını verdiğin zaman da, Allah'a güven! Çünkü Allah kendisine güvenenleri sever.”

Hiçbir kaynak Allah Rasulünün kendisine savaşı açık arazide kabul etme konusunda ısrar eden, dedikleri olunca da savaş meydanını terk edenlere sitem ettiğini nakletmez.

Hz. Peygamber savaş öncesi savaş konseyini toplamış ve istişare etmişti. Kendisi başta olmak üzere tecrübeliler şehrin içinde kalıp savunma savaşı verme taraftarıydı. Fakat çoğunluğu teşkil eden konseyin genç ve atak üyeleri meydan savaşında ısrar ettiler. Allah Rasulü o görüşte olmamasına rağmen istişare sonucuna uydu ve zırhını giydi. Bu arada durumu yeniden gözden geçiren bazıları görüşlerini Allah Rasulü'nün görüşü istikametinde değiştirdiler. Bunu Rasulullah'a iletince şu destanî cevabı aldılar: “Bir Peygamber giydiği zırhı savaşmadan çıkarmaz!”(Buharî)

(Hayat Kitabı Kur'an, Mustafa İslâmoğlu, Al-i İmran:159)

X

“(O vakit) sen Allahdan bir esirgeme sayesindedir ki onlara yumuşak davrandın. Eğer (bilfarz) kaba, katı yürekli olsaydın onlar etrafından her hâlde dağılıp gitmişlerdi bile. Artık onları bağışla (Allahdan da) günahlarının yarlığanmasını iste. İş hususunda onlarla müşavere et. Bir kere de azmeddin mi artık Allaha güvenip dayan. Çünkü Allah kendine güvenip dayananları sever.”

Bir hadîs-i şerif meâli: “Mü'min olan hem başkaları ile hoş geçinir, hem kendisiyle hoş geçinilir. Hoş geçinmeyen, hoş geçinilmeyen kimsede hayır yokdur. -İmam Ahmed: Sehl bin Sa'd - Taberânî, Ziya-i Makdisî: Câbir - Haakim, Beyhekıy, Hatıyb: Ebu Hüreyre radıyallahü anhüm.” (Kur'an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Balıkesir'li Hasan Basri Çantay, Ai-i İmran:159)