“İş konusunda onlarla müşavere et.”

     Liderlerin veya sorumluluk mevkiindeki insanların, temel tutumlarını teyit edecek, hoşlarına gidecek şeyleri söyleyecek insanları bir araya getirip danışmaları, onlarla konuşup meseleleri danışmaları Kur'an'ın ruhuna uygun şûrâ değildir. Şûrâ zannedildiği kadar kolay değildir. Nice lider veya mevki sahibi kişi, kendisini rahatsız edecek görüşlerle yüzleşmemek için ehliyet ve liyakat sahibi kimselerle danışmaz, duymak istediklerini söyleyecek kişileri etrafında toplar.

     “Hiçbir kul, danışarak karar aldığı için bedbaht olmuş değildir ve hiçbir kul da sadece kendi görüşüyle yetindiği için mutlu olmuş değildir” (Tirmizî, Kader, 15). Buharî, Hz. Peygamber'den sonra dört halifenin danışarak karar  aldıklarını kaydeder (Buharî, İ'tisam, 28). Onlar peygamber sünnetini takip ediyorlardı, bu yüzden başarı sağladılar. Bu ayet aynı zamanda İslâm'da bir teokrasi olmadığını, Hz. Peygamber dâhil hiçbir yöneticinin mutlakıyetçi bir sıfata sahip olamayacağını açıkça göstermektedir. Hz. Peygamber şu sebeplerden dolayı mutlakıyetçi değildi:

     a) Her ne konuşuyorsa vahyi referans alarak konuşuyor yani kendi şahsî fikirleri, arzu ve heveslerini dile getirmiyordu (53 / Necm, 3 - 4). Eğer aldığı vahyi doğrudan tebliğ ediyor idiyse bu Kur'an idi; vahyin ışığında ve denetiminde konuşuyor idiyse söyledikleri ve yaptıkları sünnet ve siret idi.

     b) Şahsî içtihadı ve fikri olarak zelle kabilinden yanılmalara düşecek olsa vahiy ile bu küçük yanılma veya hata düzeltilirdi, peygamber söyledi veya yaptı diye üstü örtülmezdi.

     c) Nübüvvete ilişkin konular dışında özellikle sosyal, iktisadî ve idarî hayatla ilgili konularda ashabıyla danışırdı. Bu ayet ve Şûrâ sûresi 38. ayet şûrâyı emretmektedir. Danıştığı bazı konularda başkalarının görüşlerine göre amel ederdi, ne olursa olsun kendi fikrini empoze etmezdi.

     d) Ona yapılacak biatın ma'ruf üzere olması emredilmiştir, farazî (hipotetik) de olsa maruf olmayan konularda biat verilmeyeceği belirtilmiş (60 / Mümtehine, 12); hükmettiği zaman da 'adaletle hükmetmesi' emredilmişti (5 / Maide, 42).

      “Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” Tevekkül, güvenmek, dayanmak, itimat etmek, işleri başkasına havale etmek anlamlarına gelir. “Azimden sonra Allah'a tevekkül edilmesi” emri “işlerin şûrâ ile yürütülmesi” hükmüyle ilgilidir. Buna göre, uygun prosedürler gözetilerek yapılan danışmalar sonucunda ortaya çıkan görüş ve kanaatlere itimat edilmeli, şûrâ kararları referans alınmalıdır.

     Şûrâ ile tevekkülün bir arada zikredilmiş olması, İslâm'da “esbaba (sebeplere) tevessül (girişmek) takdire itimat” ilkesinin beraber yürüdüğünü gösterir. Varlık âlemine hükmeden, yasalarını vaz'eden (ortaya koyan), tedbir eden ve sonuçların istihsal edilmesini (alınmasını) sağlayan Allah'tır. Her şey O'nun kudret eli altındadır. Dolayısıyla O, dilemedikçe hiçbir şey olmaz. Bu, Hakikat'le ilgili esaslı bilgilerden biridir.

     Ancak bundan, herhangi bir gayret göstermeden veya sebeplere tevessül etmeden (başlamadan) sonucun Allah'a havale edilmesi (bırakılması) sonucunu çıkarmamak lâzım. Danışma (şûrâ ve müzakere) gerekli cehdin (gayretin) gösterilmesidir. Tatminkâr bir sürecin sağlandığına kanaat getirildiğinde artık Allah'a tevekkül etmek lâzım. Çünkü gerekli azim gösterilmiştir. Sebepler, tedbirler, başvurulan araçların her biri sadece vesilelerdir. Bunlara elbette başvurulacaktır ama bunların hiçbirinde ulûhiyet gücü yoktur. Mutlak kuvvet ve kudret Allah'ın elindedir. Depreme karşı evimizi sağlam malzeme ile inşa edeceğiz ama malzemenin bizi asla ölüme karşı korumaya kudreti olmadığını da bileceğiz. Fay hattı üzerinde çürük malzeme ile ev yaparak Allah'a tevekkül etmek, ilahî yasalara yani Allah'ın vaz'ettiği düzene meydan okumaktır; sağlam bir zemin üzerinde ve sağlam malzemeyle ev yapıp hiçbir gücün  bu evi yıkamayacağını iddia etmek ve düşünmek de kudreti malzemeye atfetmek olur. Her iki düşünce ve inanma tarzı da yanlıştır. Doğru olanı sebeplere tevessül (girişmek), ilahî takdire tevekkül etmektir.

     Bir bedevi sorar: Deveyi bağlayayım mı, yoksa salıp Allah'a tevekkül mü edeyim? Allah'ın Elçisi  şöyle buyurur: “Önce deveni bağla, sonra Allah'a tevekkül et” (Tirmizî, Kıyamet, 60). (Bkz. 3 / Al-i İmran, 122; 9 / Tevbe, 151; 10 / Yunus, 84).

     (Kur'an Dersleri / Dirasatu'l-Kur'an / Meal - Tefsir Cilt: 2, Al-i İmran:159)