“Ey peygamber! Senin onlara hoşgörülü davranman, Allah'ın sevgi ve merhametinin bir yansımasıydı. Eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları bağışla ve affedilmeleri için dua et. İşleri onlarla danışarak yürüt, sonra da çıkan ortak kararı Allah'a dayanarak azimle uygula. Çünkü Allah, kendisine dayananları sever.”

     (Hz. Ali'den rivayet edilen bir hadîse göre, Hz. Peygamber'e ayette geçen “bir işe azmetmenin” ne olduğu sorulduğunda “O, bilgili insanlar -ehlu'r-rey- ile danışmak ve o konuda onlara uymak anlamına gelir” demiştir (İbn Kesir). Tercihe şayan olan bir görüşe göre de Allah, işleri müşavere (danışma) ile yürütmeyi, sırf kendisinden sonraki kuşaklar müşavere hususunda peygamberin yolunca gitsinler ve ümmet-i Muhammed için bir sünnet (kamu işlerini yürütme tarzı, ilke, prensip) olsun diye emretti (Hasan el-Basri, Süfyan bin Uyeyne). Malûm, Hz. Peygamber, Uhud savaşında ashabı ile müşavere etti. Müşaverenin sonucu, Hz. Peygamber'in görüşünün aksineydi. Çünkü ashabın çoğu, Medine'den çıkmak ve açık alanda düşmanla savaşmak görüşündeydiler. Hz. Peygamber ise Medine'den çıkılmaması, düşmanın şehirde karşılanması görüşündeydi. Sonuçta, Uhud'da ağır bir yara alındı. Buna rağmen inen ayette müşavereye devam etmesi emredildi. “Onlarla bir daha müşavere (danışma) yapma.” denmedi. Kararlar ortak alınmışsa sorumluluklar da ortaklaşa paylaşılmalıydı. Yine Hz. Peygamber, Uhud savaşından sonra ashaba hiç sitem etmemiş, “Beni dinlemediniz, sizin yüzünüzden oldu” gibi bir havaya asla girmemiştir. Daima ortak karara saygılı hareket etmiş, hoşgörülü ve yumuşak davranmıştır. İnen ayetlerde görüldüğü gibi Kur'ân'ın genel yaklaşımına paralel olarak daha çok ahlâkî gevşekliklere vurgu yapılıyor.)

     (Yaşayan Kur'an, R. İhsan Eliaçık, Âl-i İmran:159)

     “(Uhud'da yaşanan tüm bu olaylardan sonra) Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer (savaştan sonra 'beni dinleseydiniz böyle olmazdı, bu yenilginin sorumlusu sizsiniz, bir daha sizinle sefere çıkarsam' gibi suçlayıcı, kırıcı, aşağılayıcı ifadelerle) kaba (davransan ve onlara karşı) katı yürekli olsaydın (musibeti ikileştirirdin ve) onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. (İyi ki olmadın. Bütün bu olanlardan dolayı üzüldükleri ve gereken dersi pahalıya mal olsa da aldıkları belli.) Artık sen (de) onları affet. (Bak onlar Allah'tan bağışlanma diliyorlar sen de) onlar için Allah'tan bağışlama dile. (Onlara yeni fırsatlar ver. Bir peygamber olduğun, Allah'tan vahiy aldığın halde, insanın kendi kendine yetemeyeceğini öğretme adına) yapacağın (tüm toplumsal) işler hakkında onların (içinden işin türüne göre uzman olanlarla istişare edip onların) görüşlerini al. (Bütün bu sebepleri yerine getirip) kararını verdiğin zaman da artık (süreç ve sonuç noktasında) Allah'a (güvenip dayanarak) tevekkül et. Şüphesiz Allah (sebepleri yerine getirince sonucu garanti görmeyen, sebebi de sonucu da yaratanının kendisi olduğunu bilip) tevekkül edenleri sever.”

     (Kur'an Bana Ne Diyor, Veli Tahir Erdoğan, Âl-i İmran:159)

     “O vakit, sırf Allah'ın rahmeti, merhameti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kötü huylu, sert mizaçlı, katı yürekli olsaydın, akılsızca davransaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onlara af ile muamele yap. Bağışlanmalarını dile. Devlet, ekonomi, savunma ve sosyal hayat ile ilgili planlama, kamu düzeni ve yönetimle ilgili kararları müminlerle istişare ederek (danışarak) al, yönetime katılmalarını sağla. Kararını verdiğin zaman da, Allah'a dayanıp güven, işlerini ona havale et (ona bırak). Allah tevekkül sahibi müslümanları, kendisine güvenip dayananları sever.”

     (Tefsîrî Meal, Ahmet Tekin, Âl-i İmran:159)