Sen çok yaşa Avrupa.

Ve kahrolasın İsrail...

Ne güzel slogan müslümanları, ne güzel nara'cılar yaptınız bizleri.

Şekeri zehr edip zerk ettiniz içimize.

En kötüsü de bizden görünüp aslında sizden olanların eliyle yaptınız bunları.

Bir bir yitirdik bulduklarımızı. Kaybettik değerlerimizi, hak ve hakikat yargılarımızı.

Silinmiş, tahrif edilmiş, yozlaştırılmış, bağnazlaştırılmış geleneksel bir din anlayışı ve kalıbı içinde uyutulan, uyuşturulan, değerleri sömürülen bir ümmet! olduk. Kurana dönmenin zorluğu, hüznü, sorumluluğu ve zarureti hasıl oldu.

Halkının yüzde doksanının müslüman olduğu iddia edilen bir toplumun arasında şöhretleşen, alkışlanan nice köhnemiş zihniyeti ilah edindik kendimize.

Allah'ın azabını Kuran'dan öğrenen biri olarak geleceğimizi ve ötemizi düşleyince, yani cennet ve cehennemin sıratından geçince amel defterim, ürperiyor içim.

Kalıbıma sığamıyorum.

Kalbimin daraldığını hissediyorum.

Dimağım da damağım da tatsızlaşıyor.

Kurani bir ifadeyle, lezzetlerim acılaşıyor.

Toprağın o soğuk kucağını düşününce cehennemin ateşi de aynı çizgide korkutuyor beni.

Hem sıkışıyorum dünyaya gösterdiğim ilgiyle.

Dostlarım, dost bildiklerimin, üzerimi toprakla örtüşünü hayal ediyorum.

Sıraya geçmiş küreği istiyorlar birbirlerinden.

Hepsinin işi gücü var zaten.

Ne yapsınlar ki ölümü?

Dirimden ne de güzel nemalandılar. Hoş herkese koşmayı da seviyordum zaten. Ama şimdi aynı kişiler cesedime birkaç saat tahammül edemiyorlar.

Beni o çukura koyup arkasına bakmadan gidecek olan dostlarımı düşündükçe dünyanın hiçliğini iyice belliyorum.

Sonra ülkeme ve ülküme baktıkça gidesim daha da arttı!

Sokak ve caddeler fuhşiyat vitrinlerine dönüşmüş adeta. Meyhaneler dolu.

Harıl harıl içki satılıyor. Fıçı fıçı bira tüketiliyor müslüman ülkemde!

Muhammed Tevfik'in ifadesiyle;

-Avlayan da avlanan da memnun halinden.

Faiz bizim inşaAllah'la başlayan cümlelerimizin baş editörü olmuş şu zamanda.

Sinema batının ifşa malzemesi. Aile kültürünü tahrip etmenin en güzel aracı.

Daha yazacak onlarca mesele var fakat basit! bir iki tanesinden bahsedebiliyorum şuncacık köşemde.

Ben bu şehre ve bu insanlığa çok yabancı hissediyorum kendimi.

Başkaları gibi yaşıyor ama onlar gibi düşünmüyorum.

Dertlenip, üzülüyorum.

Rabbimden muhsini bir gidiş diliyorum.

Sonra bu ortam ve bu toplum bizim, bu insanlar bizim insanlarımız diyorum. Kalmam gerekiyor. Elimi taşın altına sokmalı ve bu insanlara yardımcı olmalıyım. Olamasam da olmalıyım işte.

Öyle bir zaman ki...

Sözler anlamsız, bakışlar sahte.

İlişkiler menfaate dayalı.

Bir kenar mahallenin aşınmış ve bastıkça isyan edercesine çamurlu su fışkırtan taşı olmayı yeğlerdim Hamza olmak yerine.

Ama bu ad konmuş bir kere...

Mücadele ve metodunu bize bırakan Muhammed (sav) hatırı için hakkını vermeliyim bu adın.

Yakınmak yetmez bize...